Ölüm Orucu şehidi
Hatice Yüreklinin Ankara DGMdeki ilk sorgusunda yaptığı savunma:
İşkence ve itirafçılık, çürümüş düzeninizin
aynasıdır
Ben sosyalizmi bilimsel ideolojik temeliyle benimseyen
bir sınıf devrimcisiyim. Bu devrimci sosyalist kimliğim nedeniyle daha
önce birkaç kez gözaltına alındım, tutuklandım ve yargılandım. Devrimcilerin
gözaltına alınması, gözaltında işkence görmesi, kaybedilmesi veya baskı,
işkence ve ölüm tehditleriyle yıldırılmaya çalışılması, bugünün Türkiyesinde
olağanlaşmış uygulamalardır. Çünkü egemen sınıflar ve onların hizmetindeki
kolluk güçleri, sistemin gerçekliğini ve insanlığı biricik kurtuluşu
olan sosyalizme taşıyacak devrimci fikirlerin işçi ve emekçilere taşınmasını
engellemek istemektedirler. Bunun için de devrimciler sürekli baskı
ve tehditlerle düşüncelerinden vazgeçirilmeye çalışılırlar. Ben de alınmadan önceki süreçte sürekli takip altında
tutulduğumdan dolayı, bu baskıdan yıldığım için değil, ama burada bir
yaşam kurmak için Ankaraya gelmiştim. İş bulup, yerleşmeyi düşünüyordum.
Geldiğim gün olan 21 Aralık günü Sıhhiyede TMŞye bağlı polis
timi tarafından nedeni ve gerekçesi olmadan gözaltına alındım. Gözaltına
alındığımda üzerimde sahte kimlik vardı. Herkesin bildiği gibi siz de
çok iyi biliyorsunuz ki, polis tarafından bilinen devrimciler sürekli
bir baskı, takip ve kovuşturma altında tutulmakta, katledilme tehditi
altında yaşamaktadırlar. Bu coğrafyada Hasan Ocak, Aysel Malkaç, Ayşenur
Şimşek, Hüseyin Toraman, Hasan Gülünay gibi onlarca devrimci gözaltına
alınarak kaybedildiler. Daha sonra cesetleri bulunduğunda onların polis
tarafından katledilmiş olduklarını gördük. İnsanı yaşama hakkı evrensel
bir haktır. Bu açıdan sahte kimlik kullanmak durumunda oldum. İşkence ve işkencecileriniz çürümüş Gözaltına alınış nedenim bence, devrimci sosyalist
düşüncelere sahip bir insan olmamdır. Gözaltında tutulduğum 7 gün süresince,
işkenceci polislerin fiziki ve psikolojik şiddetiyle karşı karşıya kaldım.
Sürekli ayakta bekletme, uyutmama, çıplak tazyikli suya tutma, saç yolma
ve kaba dayak gibi işkencelerin yanısıra; küfür, tehdit, hakaret ve
gözaltında ölümle tehdit etme gibi psikolojik zor altında tutuldum.
Tüm bu işkenceler karşısında ise, devrimci siyasal
kimliğimin ve insanlık onurumun gereği olarak ifade vermedim. İşkence
zoruyla onurumu ve devrimci siyasal kimliğimi yadsımam dayatıldı. Bunu
hiçbir koşulda kabul etmedim, etmem de. İşkencecileri muhatap almadım,
çünkü onlar insani değerlerini yitirmiş olarak çürümüş düzenin bütün
kokuşmuşluğunu işkenceleriyle ortaya koyuyorlardı. İşkenceye ve işkencecilere
prim vermemek gerekiyordu, çünkü tarih de göstermiştir ki, hiçbir işkence
yöntemi komünist idealleri teslim alamamıştır. Marksizm-Leninizmin
tarihsel haklılığını bir kez daha ortaya koymak gerekiyordu. En sonu
ölümdü, onu da denediler, infazla tehdit ettiler. Ozanın dediği gibi,
yürü bildiğin yolda, ölümden öte ne var... Bu düşüncelerle,
işkence karşısında insanlığın kurtuluşnun ideallerini savundum. Bu savunmayı
işkence karşısında boyun eğmeyip, ifade vermeyerek ortaya koydum. Bu
arada işkencenin insanlık suçu olduğu basit gerçeğini ise sadece hatırlatmakla
yetiniyorum. Yargılanmamıza yolaçan iddianameyi hazırlayanlar,
kendilerince bizi silahlı çete örgütüne üye olmakla suçluyorlar.
Öncelikle bu iddianın asılsız ve temelsiz olduğunu söylemeliyim. Bana
ilişkin suçlamanın, farklı tarihlerde gözaltına alınmış insanların benim
üzerime işkence zoruyla verdikleri ifadeleri bir kenara koyarsak (asılsızlığı
bir yana), esasta dayandığı yer, itirafçı dediğiniz unsurun üzerimdeki
ifadeleridir. Bunun üzerinden yargılama diye oluşturulan mizansene şaşırmıyorum.
Çünkü; bu düzenin ve bu düzenin devamını sağlamaya çalışan kurumların
devrimcilere ve komünistlere yaklaşımı esasta siyasal-sınıfsaldır. Bu
bakımdan düzenin savunucularının kendi düzenlerini tehdit eden hiçbir
düşünceye ve eyleme tahammülleri yoktur. Neden mi? Kapitalizm eşitsizlik ve baskı üzerine kurulu Kapitalizm eşitsizlik ve baskı üzerine kurulu bir
toplumsal sistemdir. Bu sistemin temelinde ücretli emek sömürüsü vardır.
İşçi sınıfının yarattığı değerlere sermayeyi elinde bulunduran kapitalist
sınıf tarafından artı-değer biçiminde el konulur. İşçilere ise ancak
yaşamlarını devam ettirebilecekleri kadar bir ücret verilir. Kapitalist
sistemdeki temel çelişki, toplumsal üretimle özel mülkiyet arasındaki
çelişkidir. İşçi ve emekçilerin yaşamındaki sefalet daha da artarken
asalak kapitalist sınıf işçilerin kanını emerek sömürür, kârına kâr
katar ve sefahat içinde bir yaşam sürer. Temel bir toplumsal-siyasal
sorun haline gelmiş olan bu çelişki, çözümünü de zorlamaktadır. Kapitalizm toplumsal bir yapı oluşturmakla birlikte,
insanlar bu sistemde bireyler olarak yaşamaktadırlar. Çünkü üretilen
zenginlikler toplumsal olarak paylaşılmamakta, bireyci yaşam esas alınmaktadır.
Oysa insan toplumsal bir varlıktır. Toplumsallık da üretimde olduğu
gibi yaşamın bütün alanlarında ortaklaşmayı ve paylaşımı gerektirir.
Maddi-manevi tüm değerlerin ortaklaştırılabilmesidir. Fakat kapitalizmin
üretim ilişkileri üzerinden ortaya çıkardığı yabancılaşma, insanlar
arasında rekabeti, düşmanlığı esasta benin ihtiyaçlarına
göre ilişkileri körükler. İnsanlar birbirinden uzaklaşır, kopar, bireycileşir.
Bu da insani değerlerin düşürülmesine yol açar. Toplumsal çürüme ve
yozlaşma kaçınılmaz olur. Kapitalizmde tüm toplumsal ilişkiler sermaye
egemenliğinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Burjuva sınıfın asalalığı
ve çürümüşlüğü kapitalizmin genel karakterini verir. Kapitalizm bir sistem olarak çürüdüğü yerde, toplumu
genel bir çöküşe sürüklemektedir. Toplum yukarıdan aşağıya mafyalaşmış
bir ekonomi, siyasi yönetim, hukuki ve idari yapılanma içerisinde olduğu
için, sistem bütün alanlarda bir tıkanıklık ve çürüme içerisinde bulnmaktadır.
Üretmeden tüketen asalak burjuva sınıfın çürümüşlüğü, toplumsal ilişkiler
alanında da kendini göstermektedir. Toplumsal yaşam, ahlaki düşkünlükten
haksız kazanç sağlamaya, başkalarının emekleri üzerinden kendi yaşamlarını
kurmaya; bunun için de hırsızlık, yalan, dolandırıcılık vb. bir dizi
kötülükleri yaşayan bireyler ortaya çıkarmaktadır. Kapitalizm insanları
değersizleştirir. İnsanlıktan çıkarılmış bireyler, sistemin dönen çarkları
içerisinde birer suçluyadönüştürülürler. Kapitalizmin toplumsal yaşamdaki tüm yıkıcı sonuçlarıyla
birlikte ortadan kaldırılması için, bunu gerçekleştirebilecek olan güçlerin
birleşik bir mücadele yürütmesi gerekmektedir. Çünkü kapitalizm kendi
çürümüşlüğünü topluma yayarak barbarlığa doğru gitmektedir. Sermaye egemenliğine karşı duruş Ben insanın insan tarafından sömürülmesine, üreterek
yaşayan ezici çoğunluğun yaşamının bir avuç asalak burjuva tarafından
yıkıma uğratılmasına, sistemin çürümüşlüğünün toplumu bir çöküşe götürmesine
karşı olduğum ve barbarlık içinde çöküşün bir devrimle son bulması ve
insanlığın eşit ve özgür bir toplumsal sistemde yaşaması gerektiğine
inandığım için devrimciyim. Bana göre, kapitalizme karşı alternatif
devrimci duruş, tam da üretim ilişkilerine karşı tutum üzerinden gerçekleşir.
Üretimde tuttuğu yer itibarıyla işçi sınıfı düzene alternatif sistemi
getirecek tek devrimci sınıftır. Çünkü bu sistemin eşitsizlik ve baskısıyla
karşı karşıya gelen esasta işçi sınıfıdır. Bu bakımdan düzene karşı
gerçek devrimci duruşu gösterecek olangüç de odur. Çarlık Rusyasında
Ekim Devrimini gerçekleştiren Rus proletaryası, bu teorinin tarihsel
olarak ispatlanmış örneği durumundadır. Bugün de sermaye sınıfının işçi
ve emekçiler üzerindeki sömürü ve tahakkümü kendisine karşı bir tepkiyi
beslemektedir. Bugün kendini politik düzeyde ifade edemiyor olsa da,
en azında öncü-ilerici işçiler nezdinde bunu görmek mümkünür. Bu durum
gelişecek olan sınıf çatışmalarına da işaret etmektedir. Bugün, işçi sınıfının devrimci temsiliyetini komünistler
ortaya koymaktadırlar. Kapitalizmin ve onun ürünü yabancılaşmanın karşısında,
insanlığın ve insani değerlerin komünist devrimci kimlikte cisimleştiğini
görürüz. Sistemin yarattığı eşitsizliğin ve değersizleştirmenin ancak
bir toplumsal mücadele ile ortadan kaldırılabileceği bilincinin gelişmesidir
bu. Bir karşı duruş ve başkaldırıdır. Toplumun ezici çoğunluğunun ürettiği
kendi değerlerine yabancılaşmasın, üretilen değerlerin özel mülkiyet
biçiminde kendini baskılayan bir sisteme dönüşmesine son vermektir.
Üretimin bir parçası haline getirilen-metalaştırılan bireylerin toplumsal
yaşamın aktif bir öznesi haline getirilme çabasıdır. Gerçekten paylaşan,
tüm güzellikleri doyasıya yaşayan; eğitimde, sosyal, politik ve kült&uul;rel
alanlarda da işçilerin kendilerini üretebilme imkanı bulması için mücadeledir.
Çürüyen sistem ve asalak burjuva sınıfına karşı, toplumsal kurtuluşu
getirecek sistemin -sosyalizmin- ve bu sistemi devrimci mücadele yoluyla
getirecek olan işçi sınıfnının tarihsel-toplumsal eyleminin bilincine
varımıdır. Toplumsal çürüme ve insandışılaşmayı tam da işçi sınıfının
üretici konumuna dayanarak aşma ve yeniyi kurma bilincidir. Özetle, devrimci kimlik düzene bir bütün olarak
alternatif olmaktır. Bunu bir kimlik, kişilik, yaşam biçimi ve mücadele
olarak cisimleştirmektir. Düzenin reddi ve ona karşı duruş; bir sınıfın,
düzeni köklü olarak değiştirecek işçi sınıfının davranışına, eylemine,
yaşam tarzına ve ideolojisine dayandığı yerde güvencelenecektir. Tüm çürümüş yöntemler gibi Kapitalizm bir sistem olarak çürüdüğü yerde insanları
da bu çürümenin kurbanları haline getirmektedir. Çürümenin kendini gösterdiği
alanlardan biri, bu sistemin insani değerlere uzaklaşan-yabancılaşan
bireyler üretmesidir. Üretim süreçlerinden kopuk olmanın sonucu olarak
ortaya çıkan bu çürüme, sistemin kullandığı araçlara dönüşmektedir.
Dikkat edilirse, emeğiyle yaşamını sürdürmeye çalışan insanlarda suç
işleme vb. çok görülmezken, üretmeden yaşayan-üretimden kopuk bireylerin
değer erozyonu yaşamasına daha sık rastlanmaktadır. Bu tip insanlar
sistemden şu veya bu düzeyde hoşnutsuz oldukları yerde, kimi zaman ona
karşı gelme adımını da atarlar. Fakat bu bilimsel-ideolojik bir temele
oturamadığı durumda, baskı ve zorla karşılaştıklarında yeniden düzenin
ç¨rümüşlüğüyle daha ileriden bütünleşmeleri de ortaya çıkabilmektedir.
İtirafçı denilen tipleme, bu durumun karşımızdaki
örneğidir. Kapitalizm insanı değersizleştiriyor ve kullanılabilir bir
araç haline getiriyor. İnsanlıktan çıkarılmış olan bu bireyler, sistemin
dönen çarkları içerisinde birer suçluya dönüşüyorlar. Sistem çürürken,
böyle zayıf ve değersizleşmiş kişilikleri de beraberinde çürütüyor.
İtirafçılık kurumunda ortaya çıkan bu çürümüş kişilikler, yaşamlarını
artık egemen sömürücü sınıfın hizmetine adadıkları için, insanlığın
karşısına dikilmekte, insanlığı yok etmeye aday olmaktadırlar. İtirafçılığın sistemin çürümüşlüğünün ispatı olması,
onun devrimi yargılayabilmek için bu çürümüş kişiliklere dayanma ihtiyacındandır.
İnsanlığa yabancılaşmış biri kimin işine yarayabilir, kimin sorununa
çözüm olabilir ki? Ya da daha açık bir ifadeyle, egemenler böyle çürümüş
unsurlara dayanarak devrimi geriletebileceklerini ve düzenlerini ebedileştireceklerini
mi sanmaktadırlar? Bence bu koca bir yanılgıdır. Kendini aldatmaktan
başka birşey değildir. Doğaldır, çürüyen düzen çürümüş kişiliklere dayanacaktır.
Ama yetiştirdiğiniz kontra çeteler, tetikçiler, ajanlarınız, itirafçılarınız
ve bizim de tezgahlarından geçtiğimiz ve birçok devrimcinin kanını akıtmış
işkencecileriniz, bunların hiçbiri düzeninizin sonunu geciktirmeye yetmeyecektir. Devrimin adaleti hainleri cezasız İfadelerine dayandığınız itirafçı denilen unsur,
daha önce de görülen birçok itirafçı gibi devrimcilerin, işçi ve emekçilerin
kanını akıtmayı bir görev olarak benimsemiş, düşkünleşmiş bir kişiliktir.
Bugün insanlığı temsil eden devrimcilerin katledilmesine veya yıllarca
zindanlarda tutsak edilmesine hizmet eden bu duruş, insanlık tarihi
karşısında suçlu konumdadır ve cezalandırılmayı çoktan haketmiş durumdadır.
Bu cezalandırma, kuşkusuz egemenlerin hizmetinde olan yargı kurumundan
beklenemez. Bu insanlık suçunun cezasını, işçi sınıfı ve emekçilerin
tarihsel haklılığına dayalı devrimci adaleti verecektir. İnsanlık için
ceset durumuna gelmiş, yalnızca biyolojik olarak yaşayan bu çürümüş
kişilik, ölmeyi çoktan haketmiş durumdadır. Varlığı insanlık için gereksizleşmiş
bu kişilik, er ya da geç hakettiği sonu yaşayacaktır. undan kuşku duyulmamalıdır. Sizler sömürücü ve kanemici bir sınıf olan Ve sizler, yargı kurumu olarak, kendinizi sistemin
çürümüşlüğü ve gereksizliğinden muaf mı sanıyorsunuz? İşkenceci polislerin
düşkünleşmiş bir kişilik olan itirafçı denilen unsurun itiraflarına
dayanarak hazırlattığı iddianame üzerinden bizleri yargılarken, gerçekten
kendinizi adil hissediyor musunuz? Bence adil değilsiniz, olamayacaksınız
da! Siz, sermayenin adaleti için varsınız. Sömürücü ve kan emici bir
sınıf olan burjuvazinin çıkarları için varsınız. Niye mi? Yasalarınız
ve yasal düzenlemeleriniz en basit bir hak alma mücadelesini/eylemini
terör kapsamında görüp, ona göre tutum belirlemektedir.
Yani kararlarınız egemen sınıfın çıkarlarından bağımsız değildir. Sermaye
egemenliğine ters düşen herşeyin karşısında siz de varsınız. Sizin kararlarınız her zaman sermayeye hizmet eder.
Sözde adaletiniz her zaman sermayenin yanında, işçi sınıfı ve emekçilerin,
onların sınıfsal çıkarlarının temsilcisi olan biz devrimcilerin ise
karşısındadır. Mahkemelerinizde adaletin Ası okunmaz. Kolluk güçleri, işçi ve emekçilerin eylemlerine
karşı jop ve bomba kullanırken bunun yaratacağı sonuçları hiç hesaplıyor
musunuz? Veya bizi işkenceli sorgulardan geçirirken, sisteminizin bütün
çürümüşlüğünün ve barbarlığının bizim tarafımızdan bir kez daha görüldüğünün,
bu yönüyle sınıf kini ve öfkemizin daha da bilendiğinin farkında mısınız?
Bunları düşenemezsiniz! Tek derdiniz baskı ve zor kullanarak bu sistemi
ayakta tumaya çalışmaktır. Bu nedenle insanca düşünemez, insanca yaşayamazsınız.
Bizi yargılıyorsunuz! Neye dayanarak? İşkenceci
polislerin ve savcının hazırladığı iddianame ile düşkünleşmiş bir kişiliğin
ifadelerine. Tercihiniz kötü. Çünkü siz bunu yaparak tarihsel bir suça
ortak oluyorsunuz. Yargınız bağımsız değil! Çünkü bizim kendi öz irademiz
üzerine ortaya koyduklarımıza bile bakmıyor, aslı olup olmadığını bilmediğiniz
ifadelere dayanarak yargı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Yargılanacak ve
cezalandırılacak birileri varsa, öncelikle işçi ve emekçilerin, devrimcilerin
kanını akıtan kontr-gerilla çeteleri, tetikçiler, işkenceciler, ajan
itirafçılardır. İtirafçılık bu çürümüş sistemin ürettiği çürümüş bir
kurumdur. Bu bakımdan itirafçılığa dayanan bir yargılama da temelsiz
ve ciddiyetten yoksundur. Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm! Kapitalizm topyekûn çürümüş bir sistemdir. Bu çürümüş
düzene bir son verilmezse, toplum da bu çürümeyle barbarlığa sürüklenecektir.
Toplum bir bütün olarak çökmek istemiyorsa, bu çürümeye bir dur demek
ve bu çürümenin temellerine karşı mücadele etmek zorundadır. Tarihin
diyalektik akışı buna dur demeyi getirecektir. Tüm kokuşmuş yöntemler gibi itirafçılık da düzene
çare olamayacaktır. Bu açıdan egemen sınıfın ve onun hizmetindeki tüm
kurumların bu sonu geciktirme çabaları boşunadır. Sınıf mücadelesi tarihi
hükmünü verecektir. İnanıyorum ki, günü gelecek işçi sınıfı ve emekçiler
kapitalizm denilen bu barbar sistemi yerle bir edeceklerdir. Onun yıkıntıları
üzerinde, insanlığın eşitlik ve özgürlük içinde yaşayacağı sınıfsız
bir toplumun yolunu açacak olan sosyalizmi kuracaklardır. Enternasyonal proletaryanın önderlerinden Rosa
Luxemburgun proleter devrim davasına dair sözleriyle bitiriyorum
sözlerimi: Vardım, varım, varolacağım! Hatice Yürekli |
|||||