Türk burjuvazisinin
kaçınılmaz yükselişi ve düşüşünün resmi...
23 Nisan 1920: Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir!
Bu aynı günde, bu ülkenin binlerce çocuğu o seçkinlerin
pis atölyelerinde sömürülmeye devam ediyordu. Eğitimden yoksun, tatilden
yoksun, hatta insanlıktan yoksun bırakılmış binlerce, onbinlerce çocuk...
Çünkü bu atölyelerin sahipleri tatil bilmez, bayram tanımazdı. Kendileri
için değil, atölyelerinin çocuk köleleri için tabii. Bu aynı günde binlerce
evsiz-barksız, ailesiz-insansız çocuk sokak köşelerinde tiner koklamaya
devam ediyordu. Ve kimbilir kaç tanesi karakollarda falakayla, taciz
ve tecavüzle örselenmeye maruz kalıyordu... Ve bu aynı günde, DBli Dervişin ulusal
programı doğrultusunda, burjuva meclis ulusal onurun ırzına
geçiyor, bir zamanlar, siyasal bağımsızlığın temeli ve garantisi
iktisadi bağımsızlıktır propagandasıyla KİTlerin kuruluşuna
ilişkin yasa taslaklarını onaylayan aynı TBMM, bir 23 Nisan yıldönümünde,
özelleştirme yasalarını ivedilikle çıkarma telaşıyla hızlandırıyordu
çalışmalarını. Ve o meclisin çıkardığı yürütme organı, 57. hükümet
adındaki uşaklar ve katiller güruhu, bu aynı günde, emperyalizme uşaklıkta
sınır tanımamaya, ulusal onuru paspas yapmaya devam ediyordu. Türkiyenin burjuva cumhuriyeti bunlar gibi
nice uşak çalıştırdı, ama ABD büyükelçisi tarafından kabul edilme
şerefsizliğine ilk kez bu hükümetin başı sayesinde erişti. Bu burjuva
ahırında çok hırsız, çok katil barındı; ancak bugünküler dünkülere rahmet
okutacak bir yüzsüzlükle, hem kendileri için çalıp-çırpıyorlar, hem
efendileri için... Hatta kendilerinden fazla efendileri için çalanlar
revaçta. Bu hükümetin başı, dürüst siyaset yaftasıyla çıkarılmıştı
seçim pazarına. Yemez-içmez dürüstlüğünün altındaki yedirir-içirir hainliği
çok geçmeden ortaya çıktı ama. Göreve başlar başlamaz ilk işi, İMFye
söz verdiği, memura buçuk fazla veremeyeceği açıklamasını yapmak oldu.
Bütün bir icratı boyunca da, İMF ve ABDnin sözünden çıkmadı. Efendilerine
verdiği sözleri tutabilmek için ülkeyi kan gölüne çevirmekten kaçınmadı.
İşçilerin, emekçilerin çocuklarını açlıktan öldürme pahasına, uluslararası
tekellerin kasalarına giden para musluklarını sonuna kadar açmak için
tüm enerjisini harcadı. 23 Nisan 2001e ulaştığında, artık ne harcayacak
bir enerjisi, ne satacak bir ulusal onuru kalmıştı. Şimdi, yerine atanmış
fiili başbakanın gölgesinde, efendilerine son referanslarını ve son
armağanlarını sunuyor. Eskitilmiş de olsa, çöpe de atılsa gocunmuyor,
köle ruhunun huzuru ve mutluluğuyla yapıyor bunları. Yeni fiilli başbakanın ulusal onuru üzerinde durmaya
ise gerek yok! Bu konuda işçi ve emekçiler gerekeni alanlarda söylediler;
Derviş evine! sloganı herşeyi anlatmaya yetiyor. O Dünya
Bankasının elemanı, ABDnin sömürge valisidir. Zaten globalizm propagandası kapsamında açıkça
ifade de ettiler. Ulusallık, bağımsızlık gibi kavramlar burjuvazi için
çoktan modası geçmiş, anlamsız birer söz kalıbına dönüşmüştür. Egemeni
oldukları ülkenin ekonomisini İMFye, yönetimini Beyaz Saraya
havale etmek, TÜSİAD kodamanları için bir onur sorunu değil, tersine,
çağa ayak uydurmak, gelişmiş demokrasilerin seviyesine ulaşmak vb.,
vb. için zorunlu bir adımdır. Bu da gösteriyor ki, ülkenin onuru da, bağımsızlığı
da artık işçi ve emekçilerden sorulacaktır. Türkiyenin işçi sınıfı
ve emekçileri çok geç olmadan, daha da pekiştirilmeden, bu kölelik zincirlerini
parçalamak zorundadırlar. Eğer onlar ülkenin köleleştirilmesini engelleyemezlerse,
emperyalizm onların ücretli kölelik zincirlerini daha da pekiştirecektir.
Kriz, kriz, kriz...
Eylem orta kantinde alkışlarla başladı, daha sonra
yemekhaneye gidildi. Ardından mimarlık fakültesi önünde toplanıp sloganlarla
çevredekiler eyleme çağrıldı. Şu sloganlar atıldı. İMF değil üretenler
yönetsin!, İMF defol bu ülke bu halk satılık değil! Eyleme başlandıktan sonra ilk olarak üzerinde ortaklaşılan
metin okundu. Ardından bir arkadaşımız Dervişi canlandırdı. Bu
ufak skeçle de süslenen eylem okulda hayli ilgi çekti. En sonunda çekilen
halaylarla eylemimiz bitirildi. Bitiriliş konuşmasında, 19 Nisan 2001
tarihli üniversite buluşması adlı öğrenci eylemine kadar
her gün saat 12:30 da alkış eyleminin yapılacağı duyuruldu. Tabii polis her zamanki gibi iş başındaydı. Adeta
bütün Beşiktaş terörle mücadele polisleri okula yığılmıştı.
Böyle bir ortamda kamera çekimleri, fotoğraf çekimleri ve soruşturma
korkusu nedeniyle birçok insan uzaktan eylemi izlemekle yetindi. Eylemin gerek örgütlenmesinde, gerek eylem içi
etkinliklerde sermayeye yönetemiyorsunuz, yönetemeyeceksiniz
demek istedik. Bunun ötesinde bir program önerisi ya da savunusu bu
eylem üzerinden olmadı. Fakat Evrensel gazetesinin konuyla ilgili haberinde
aynen şunlara yer verilmiş. Yaklaşık 150 öğrencinin katıldığı
YTÜdeki krize ve İMF politikalarına karşı yapılan eylemde öğrenciler
emek platformunun programını sahiplendiklerini söylediler. Bunun bir iletişim kopukluğundan ya da yanlış bilgilendirilmeden
kaynaklı olduğunu düşünüyoruz. Zira eylemi örgütleyenler olarak sendika
bürokrasisinin ne olduğunu, neler getirdiğini neler götürdüğünü çok
iyi biliyoruz. Bu noktada da EPnun programına bu tarzdan sahip
çıkmamız anlamsızdır. Zaten herkesin krize karşı kendi programı bir
alternatiftir. Bizim bu noktada emek platformunun programını alternatif
olarak gösterme gibi bir çabamız olamaz. Ekim Gençliği/YTÜ
Soruşturmalar, baskılar, tutuklamalar
bizi yıldıramaz!
Üniversiteler, bilimin ve muhalefetin doğallığında
olması gereken yerler. Öğrencileri her gün baskı altında tutmak için,
koyun gibi öğrenci istedikleri için, en ufak bir muhalefet örneğinde
dahi buna soruşturmalarla karşılık veriyorlar. İstanbul Üniversitesinde
bu, muhalif düşünceler açıklayan profesörlerden memurlara veya herhangi
bir hak arama eylemine girişen öğrenciye kadar, okulun içinde herkesin
karşılaşacağı bir tehdit. Örneğin Yıldız Teknikteki yemek boykotuna
destek verdiği için kültür daire başkanlığında çalışan bir memur da
bu soruşturmalardan payını aldı. Üniversite bitirip profesör olmuş bilimden yana
olduğunu söyleyen insanlar, kendi akademik kimliklerini hiçe sayarak,
sırf polisin dayatmasıyla yaptıkları ve kesinlikle baştan savma yürüttükleri
bu soruşturmalarla gün gelecek kendileri de karşılaşacaklar. 12 Eylül artığı bir YÖK ve bunun başında kendini
kurtarıcı sanan ve militan demokrasi diye tabir edilen şeyi
savunduklarını söyleyen askerden farksız robotlara dönüşmüş rektörler,
dekanlar, profesörler ve öğretim üyeleri... Üniversiteli ve liseli gençlik bunlara karşı mücadele
etme zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Biz de bu perspektifle hakkımızda
açılan soruşturmalarda okulu ve soruşturanları mahkum etme yönünde bir
karar aldık. Soruşturmaya uğrayan herkes yaptığı eylemi sahiplenerek
soruşturulduğu konuda kendisi karşı tarafı soruşturacak. İfadelerin
verilmesinde en yoğun gün 24 Nisan olacak ve o gün biz ifade vermeye
giden arkadaşlarımızı alkışlarla uğurlayıp sloganlarla karşılayacağız. Ekim Gençliği/YTÜ |
|||||