Devletin oyunları bedeli ağırlaştırır
Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrakın bu sayısında
Ölüm Orucu direnişiyle ilgili olarak son iki hafta içerisinde günlük
basında yeralmış çok sayıda köşe yazısının bellirli parçalarından oluşan
bir derleme sunuyoruz. Buna dört sayfamızı ayırdığımız halde, bu haliyle
bu derleme, konuya ilişkin çok sayıdaki görüş ve değerlendirmenin ancak
bir bölümünden belli sınırlı kesitler yansıtabilmektedir. Buna rağmen,
en sağdan ılımlı sola kadar geniş bir siyasal yelpazeden alınmış bu
görüşlerin birarada sunduğu toplam tablo, son derece anlamlı ve açıklayıcıdır.
Konuya ilişkin olarak düşüncelerini kaleme alan
her görüşten yazarlar, altı aydır devam eden ve devletin tüm çabalarına
rağmen kırılamayan direniş karşısında şaşkınlıklarını, sempatilerini,
yer yer hayranlıklarını gizleyememektedirler. İçlerinden bazıları, birçok
durumda yavan ve iğreti kaçan dengeleyici ya da karşıt ifadelerle bunu
gizlemeye, hiç değilse hafifletmeye çalışsalar da bunu başaramamaktadırlar.
Hemen tümünün ortak görüşü, devletin cezaevleri sorununu
çözmek adına bugüne kadar tüm yaptıklarının F tipi hücreleri dayatmaya
yetmediğidir. Dahası, birbirini izleyen ölümlerle kanıtlanan direnme
kararlılığının ezici ağırlığı altında bu çabanın artık iflas ettiğidir.
Devrimciler ve direniş hakkındaki yaklaşımları ne olursa olsun, konuya
ilişkin kalem oynatanların ezici bir bölümü; kanl katliamlara ve aylardır
süren sistematik işkenceye rağmen, devletin bu işten sonuç almak bir
yana eline yüzüne bulaştırdığı, üstüne üstlük bir de ağır bir siyasal
faturayla karşı karşıya kaldığı ortak görüşünde birleşmektedir. Şimdi içerde ve dışarda devletin katliamları, işkenceleri
ve sözüne güvenilmezliği tartışılmaktadır. Genel koşulların tüm elverişsizliğine,
tüm dezavantajlara rağmen, direniş sonuçta bunu başarmıştır. Bu bizi
zerre kadar şaşırtmamaktadır. Zira katliam gününden itibaren yaptığımız
tüm değerlendirmelerde, bu sonuç, berrak bir bilinç ve kesin bir inançla
ortaya konulmuştur. Katliam sayesinde gerçekleştirilen F tipi oldu-bittisinin
ödenecek bedeli öncesiyle kıyaslanmaz ölçüde ağırlaştırdığını, fakat
sonucun değişmeyeceğini, ağırlaşmış biçimde bu bedelin ödeneceğini ve
bu teslim alma saldırısının mutlaka püskürtüleceğini açık biçimde dile
getirmiştik. Bugün sonuç gözler önündedir; oldu-bittiyle sorunu çözdüklerini
zannedenler bunda ne kadar anıldıklarını çoktan anladılar. Devrimcilerin ödemekte olduğu bedel gerçekten ağırdır;
daha şimdiden 19 devrimci hayatını kaybetmiştir. Süreç uzadıkça bu bedelin
daha da ağırlaşacağı, çok sayıda yeni devrimcinin hayatını kaybedeceği,
onlarcasının sakat kalacağı da kesindir. Bu herkesten çok bizzat direnişçi
devrimciler tarafından bilinmektedir. Buna rağmen bu bedel onlar tarafından
tereddütsüzce ödeniyorsa, bunun gerisinde, şu sıralar basında çokça
spekülasyonu yapıldığı gibi, fanatizm ya da sağduyu yoksunluğu değil,
fakat devletin hücre saldırısının hangi amaca dayalı olduğu açık bilinci
yatmaktadır. Devlet bu topraklarda devrimci kimliği kesin bir biçimde
ezmek, devrimcilik adına geride ehlileşmiş bir soldan öte bir şey bırakmamak
istemektedir. Bu hedef devletin gizli ama gerçek anayasası olan Siyaset
Belgesinde açık&ccedl;a dile de getirilmiştir. Ama bu heves kursaklarında kalacaktır. Bu ülkede
devrimci kimlik onyılları bulan bir emekle ve çok ağır bedeller pahasına
yaratılmıştır. Yeni bedeller ödenerek de korunacaktır. Kimsenin bundan
bir kuşkusu olmamalıdır. Gelinen yerde birçok kesimde gizli bir hayranlıkla
karışık açık bir şaşkınlık yaratan direniş, bu tür kuşkulara ağır bir
darbe olmaktadır. Devrimcilerin ne yaptığını, neden bu kadar ağır ve
ürkütücü bedellere bilerek katlandığını hala anlayamayanlar, bunu şaşkınlıkla
karşılayanlar, eğer gerçekten bu tutumlarında samimilerse, hücre saldırısıyla
devletin ne yaptığını, ne yapmak istediğini anlamaya çalışmalıdırlar.
O zaman devrimcileri de, onların akıllara durgunluk veren direnişini
de çok iyi anlayacaklardır. Devlet bir kez daha baltayı taşa vurmuştur. Yıllardır
kanına doymadığı devrimcileri iyi tanıyamadığını, onların dayanma ve
direnme gücünü iyi tartamadığını ortaya koymuştur. Şu günlerde kimi
yandaşları arasında bile tepki ve alay konusu olması da bunu göstermektedir.
Bugün Türkiyeyi yönetenler hala devlet
teröristle pazarlık etmez kabadayılığı ile avunup oyalanıyorlar.
Ama bunun olanakları da giderek tükenmektedir. Devlet istese de istemese
de devrimcilerle görüşmeyi kabul edecek, pazarlığa oturacaktır. Buna
istekli olmaması, bunu itibarını ve otoritesini zedeleyen ya da sarsan
bir davranış sayması, sonucu değiştirmeyecektir. Zira sorun çözümünü
dayatmaktadır ve direnişçi devrimcileri muhatap almaktan başka bir çözüm
yolu da yoktur. Katliamlar, aylar boyu süren suskunluk fesadı, buna
eşlik eden sistematik fiziki ve manevi işkence vb. tüm yollar denenmiş,
hiçbirinden sonuç alınamamış, geriye kala kala direnişçilerle masaya
oturmak kalmıştır. Bunları söylerken şu günlerde 16. madde üzerinden
tezgahlanmak istenen yeni oyunları küçümsüyor değiliz. Ama altı ayı
aşan direniş ve bugüne kadar ödenen ağır bedel sorunu öyle hassas bir
aşamaya getirmiştir ki, bu oyunların ömrü çok sürmeyeceği gibi, herhangi
bir başarı şansı da yoktur. Tecriti kaldırıyoruz adı altında
tecrit ve izolasyonu daha rafine hale getiren manevralarla direnişi
yeniden tecrit etme ve yalnızlaştırma oyunu herkesçe bilinmektedir.
Peki devlet bu tür oyunlarla zaman geçirerek ne kazanmış olacaktır?
19 Aralıkta bunu başardı da ne oldu, sonuç ortada değil mi? Kaldı
ki 19 Aralıkı yeniden yaratmak ve onu izleyen yeni bir dört ay
kazanmak olanağı da yoktur. Bunun olabileceğine inananlar aklını yitirmiş
sayılmalıdır. Böyle hevesler devrimcilerin ödeyeceği bedeli kuşkusuz
çok ağırlaştırır, ama soucu değiştirmez. Burada bir kez daha bir değerlendirme ve hesap
hatası vardır. F tipi hücrelerin emperyalizmin bir projesi olduğunu
ve onun tarafından açık ya da sinsi bir biçimde desteklendiğini devrimciler
bugüne hep kadar söyleyegeldiler. Dolayısıyla daha en başından itibaren
direniş, yalnızca işbirlikçi düzen güçlerine karşı değil, aynı zamanda
onları arkalayan emperyalizme de karşıydı. Bu böyleyken, geçmişten
farklı olarak bugün dış destekleri yok, dolayısıyla başarı şansları
da yok söylemleri, kaba bir demagojiden öte bir anlam taşımaz. İnsan
hakları demagojik silahı, emperyalizmin Türkiyedeki işbirlikçi
takımını hizaya getirmek için başvurduğu araçlardan biridir. Devrimcilerin
hedef olduğu katliamlar ve işkenceler karşısında Avrupa emperyalizminin
yüzündeki maskeyi indirmesi, devrimciler payına zaafiyet oluşturmak
bir yana, bir başkabüyük politik kazanım sayılmalıdır. 16. madde üzerinden oynanan kaba oyunun direnişçi
devrimciler yönünden ciddiye alınmayacağını çok iyi bilmesine rağmen,
hükümetin bu değişiklik üzerinden şu günlerde bir kampanya yürütmesi,
buna dayalı kirli ve karanlık bazı hesapları olduğunu göstermektedir.
Medya üzerinden yansıyan bazı işaretlere bakılırsa,
bu hesaplardan birinin direnişçi cepheyi içenden bölmek olduğu anlaşılıyor.
Bu hesap, bir kesimin direnişi bırakmaya ikna edilmesinin öteki kesimi
hızla yalnızlaştıracağı, başarı umutlarını kendiliğinden kıracağı inancına
oturuyor olmaldır. Fakat 16. madde komedisi, geçtik devrimcileri, reformist
çevrelerde bile ciddiye alınmadığına göre, bu türden bir hesabın bir
karşılığı olamaz. Bu kadar kaba bir oyuna ancak bile bile gelinebilir
ki, böyle bir yolu tutmak siyasal intihar ve iflasla eşanlamlıdır. Bir ikinci hesap, izolasyon ve tecritin yasal ve
mekansal altyapısını ayakta tutarak, geçici pratik tavizler vererek
direnişi bitirmeye çalışmaktır. Kalıcı olacakmış gibi sunulacak bu geçici
tavizler, salt altı aylık bir direnişin hızla ağırlaştırdığı siyasal
faturadan kurtulmak için verilmiş olacaktır. İlk fırsatta ise bugünkü
uygulamaya yeniden dönülecektir. Yasal ve mimari yapı tümüyle
ayakta olduğu için de, mevcut uygulamaya bu yeniden dönüş fazlaca bir
güçlük taşımayacaktır. 6 aylık korkunç bir direnme ve dayanma kapasitesiyle
yaratılan bugünkü duruma yeniden ulaşmak devrimci tutsaklar payına kolay
gerçekleşir bir iş olmayacağı için de, devlet payına istenen sonuca
böylece varılmış olacaktır. Muhtemel hesap bu olabilir. Fakat bu hesabın
tutubilmesi için de, devrimcilerin, ağır bedellere malolmuş 6 aylık
bir direnişi boş s&oum;zlere ve vaatlere kolayca feda edebilecek kadar
budala olmaları gerekir. Son bir hesap ise, ki görünürde öne çıkan budur,
devlet iyiniyetini ortaya koydu izlenimi yaratarak, direnişçileri kamuoyu
önünde uzlaşmaz taraf olarak göstermek ve böylece tecrit etmek olabilir.
19 Aralık ve izleyen süreçteki tutumunun ardından (ki bugün çok kimse
onu verdiği sözleri kaba bir biçimde çiğneyerek güvenilmezliğini göstermekle
suçluyor) devletin iyiniyet oyununun ne kadar inandırıcı olabileceği
ayrı bir sorun. Ama bu hesabın temelden çürük olan bir yanı var. Devrimci
tutsaklar altı aydır direniyorlarsa, bu kamuoyu desteği sayesinde değil
fakat buna rağmendir. Bugün bir parça kamuoyu desteği varsa, bu tam
da katliama, yalnızlığa ve bunu tamamlayan suskunluk fesadına rağmen,
direnişin inatla dayanmayı başarabilmesinden dolayıdır. Ölümlerin kitleselleştiği bir aşamada bu tür hesapların
ve oyunların başarı şansı artık kalmamıştır. Sürecin sonuna gelinmiş
ve günbegün artan ölümler çözümü ertelenemez ve savsaklanamaz hale getirmiştir.
Çözüm de, çözümün muhatapları da bellidir. Yeter ki devlet tecrit ve
izolasyona dayalı kirli ve karanlık emellerini bir yana bırakarak çözüme
yanaşsın. SY Kızıl Bayrak |
|||||