28 Nisan'01
Sayı: 06


  Kızıl Bayrak'tan
  Devletin oyunları bedeli arğırlaştırır fakat sonucu değiştirmez
  1 Mayıs'ta mücadele alanlarına!
  Son sözü direnenler söyleyecek!
  Zafer yakındır yoldaşlar!
  "Yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçinin haklı davasını savunmak için direniyoruz!.."
  Devrim şehitleri ölümsüzdür!
  Hatice Yürekli Yoldaş ölümsüzdür!
  Kapitalist ölüm düzenine boyun eğmeyeceğiz! Hücreleri şehitlerimizle parçalayacağız!
  Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz!
  Şimdi sıra 1 Mayıs'a kitlesel katılımdadır!
  Türk burjuvazisinin kaçınılmaz yükselişi ve düşüşünün resmi...
  Kamu TİS'leri tıkandı... Hesap sokakta görülecek!
  Devrim davası yenilmez!
  Herşey parti ve devrim davası için!"
  Ölüm Orucu şehidi Hatice Yürekli'nin Ankara DGM'deki ilk sorgusunda yaptığı savunma...
  Ölüm Orucu Direnişi 28. haftasında
  Ölüm Orucu Direnişi'yle dayanışma eylemleri...
  Basında Ölüm Orucu Direnişi..
  Uluslararası hareket
  Mücadele Postası


Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Devlet tredmanda diretiyor...

Kapitalist ölüm düzenine boyun eğmeyeceğiz!
Hücreleri şehitlerimizle parçalayacağız!


Ölüm Orucu Direnişi’nde 19 can bedeli ödenmişken ve daha onlarca devrimci ölümle yaşam arasında gidip gelmekteyken, hızla kan kaybeden toplum vicdanını seslendirenlere devletin yanıtı, devrimcileri “topluma kazandırmak” için gerekli yasal düzenlemelere girişildiği oldu. Buna F tipi hücre protokolünde “tredman” diyorlar. Suçluyu ıslah ve terbiye etme, genelde sistemin, özelde o cezaevinde görevli devlet temsilcilerinin emirlerine uysalca boyun eğme olarak türkçeleştirebileceğimiz tredmanla, acaba devrimciler üzerinden hedeflenen ne olabilir?

Onları, toplumsal ilerleme ve gelişmenin, insanlığın kurtuluşunun zorunlu koşulu gördükleri “devrim” düşünce ve eyleminden caydırmak. Bir gençlik hatası yaptık, pişmanız, akıllandık dedirtmek. Kendileri gibi, ABD’nin yeni dünya düzenine kölece boyun eğen satılmış uşaklar haline getirmek. Devrimcileri kazandırmak istedikleri toplum, ülkemizin milyonlarca işçi-emekçiden oluşan büyük çoğunluğu değil kuşkusuz. Çünkü devrimciler, bu çoğunluğun çıkarları ve geleceği için başlarını ortaya koymuşlar, gözlerini kırpmadan ölmeyi bildiklerini defalarca ispat etmişlerdir. Yokoluşa sürüklenen insanlığın tek gerçek ve kaçınılmaz kurtuluş yoludur devrimler. Kaçınılmaz olduğu kadar da onurlu, saygın ve yüce...

Genelde devrimci düşünce, özelde de işçi sınıfı devrimciliği anlamında sosyalizm, insanlığın geleceğine ilişkin, eşitlikçi, özgür, insancıl ve ilerlemeci bir ütopyanın bilimsel temellerde hayata kavuşturulması projesidir. Dünyadan açlık ve yoksulluğu, savaş ve zulmü, kin ve düşmanlığı kaldırma yüksek idealidir. Bu ideal, dünyanın tüm ezilenlerinde bulunmakla birlikte, onların bilinçli ve örgütlü öncüleri konumundaki devrimcilerin elinde bir savaş kılavuzu, bir yeni toplum projesine dönüşmüş durumdadır. Tredmanla yokedilmeye çalışılan işte bu projedir. Özgür ve eşitlikçi toplum ideali, demek oluyor ki, işçi sınıfı ve tüm ezilenlerin geleceği, devrimciler teslim alınarak, hücrelere gömülmeye çalışılmaktadır.

Demek ki, tredmanla kastedilen “toplum” küçük bir azınlığın oluşturduğu seçkinler klübü ve kanlı uşaklarından ibaret bir oligarşidir. İşçi sınıfı ve emekçilerin gönüllü neferleri, devrimciler, işçi sınıfı ve emekçilere ihanete, bu oligarşinin elinde kendileri gibi aşağılık birer kukla olmaya davet edilmektedirler “tredman” dedikleriyle...

Ne büyük ve ne boş bir hayal!..

Tıpkı Hitler’in 1000 yıllık iktidar düşü gibi...

Ne sanıyorlar onlar?..

Ölüm hücrelerine devrimcilerle birlikte işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş umudunu da gömebileceklerini mi?

Oysa, tonlarca para harcayarak Amerikalar’da okutup eğittikleri toplumbilim uzmanları, bu açlık, bu zulüm sürdükçe “sosyal patlama”nın kaçınılmaz olduğunu, kapitalist-emperyalist soygun ve sömürü altındaki bir sınıfın, devrimin gür kaynağını oluşturmaya devam edeceğini anlatıyor olmalı onlara.

Öyleyse, ölümler karşısındaki bu katılıkları, bu kanlı-katil dayatmaları hiç de boş hayallere dayanıyor olamaz.

Bu, ölümcül bir sınıf kininin dışa vurumudur.

Bir devrimci kuşağı biçme pahasına sınıf ve kitle hareketini bir nebze olsun dizginleyebilme umudu, bu yolla soygun düzeninin ömrünü uzatabilme beklentisidir.

Bu, ölüm düzeni kapitalizmin, işçi ve emekçi sınıfların genç devrimcilerinin bedenleriyle beslenerek yaşamını sürdürme hesabıdır.

Bu hesabı boşa çıkarmak boynumuzun borcudur.

Bedelimiz büyüktür, hesabımız da büyük olacak!..



Devrimci tutsakların talepleri hepimizin talepleridir...

Onlar işçilerin ve emekçilerin geleceği için
ölümün üstüne yürüyorlar


İlerici, devrimci, demokrat olduğunu iddia edenler!

Ölümler durdurulsun diye uğraşanlar, uğraşmayanlar!

Devrimciler de biraz geri adım atsın diye düşünenler!..

10’u Ulucanlar’da, 28’i “hayata dönüş” katliamında, 19’u Ölüm Oruçları’nda yitirilenler ve bundan sonra yitireceklerimiz... Onların bir hiç uğruna, bir inatlaşma yoluna ölüp gittiğini mi düşünüyorsunuz?

İsteklerinin aslında üç vazgeçilebilir şey olduğunu mu?

Ya da onlara dokunanın size dokunmayacağını mı?..

1402’likler de böyle düşünüyorlardı kuşkusuz.

Faşist darbenin kanlı tırpanı bir devrimci kuşağı biçerken; sendikacılardan işyeri temsilcilerine, hatta direnişlerde öne çıkmış işçilere kadar binlerce muhalif hapse atılıp işkencelerden geçirilirken; dahası, kendi çalıştıkları üniversitelerde, liselerde, ilkokullarda binlerce emekçi kıyıma uğratılırken sustuklarına göre, onlara dokunulmayabileceğini düşünüyor/umuyordular kuşkusuz...

Ancak öyle olmadığını gördüler, hepimiz gördük.

Bugün Terörle Mücadele Yasası ağırlıklı olarak devrimcileri hedefliyor; DGM’lerin karşısına çoğunlukla devrimciler çıkarılıyor; hücrelere devrimciler kapatılıyor olabilir...

Fakat böyle olması yarın size de yönelmeyeceğinin güvencesi değildir.

İsmail Beşikçi, Eşber Yağmurdereli, Tuzla Deri işçileri yeterince emsal oluşturmuyor mu?

Yazarlar, çizerler, öğretim görevlileri, sinama ve tiyatro yönetmenleri, hatta oyuncuları; hücrelerde tredmanın sizin için anlamını hiç düşündünüz mü? Bir gün sizi de “topluma kazandırmak”tan bahsedebileceklerini hesapladınız mı? Yoksa yazıp-çizdiğiniz, söylediğiniz, resmettiğiniz, sahnelediğiniz fikirlerin halk düşmanı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Hala “bilimsel öğretim”den yana olduğunu iddia eden öğretim görevlileri! Dinci-gerici-faşist eğitimin mimarları sizlere nasıl bir tredman uygulayabilir dersiniz?

Nasıl kazandırılacaksınız acaba topluma, hiç düşündünüz mü?

Sendikacıların 12 Eylül zindanlarında tredmandan geçirildiğini biliyoruz ve büyük oranda “topluma kazandırıldıkları” icraatlarıyla ortada. Örgütlü işçi sayısı kat kat düşürülürken, işsizlikte dünya birinciliğine yükselinirken, asgari ücret yoksulluk sınırının 6 kat altına çekilirken sesleri çıkmadığına göre, onlar için vakit çoktan geçmiş demektir.

Ama işçiler, emekçiler!..

Bir grevden, direnişten, mitingden alınıp götürüldüğünüzde, yargılanıp kapatıldığınızda, nasıl bir tredman bekliyor sizleri dersiniz? Nedamet getirmeniz gereken “suç” neyse onun üzerinden tabii ki. Bir daha herhangi bir hak alma eylemine karışmayacağınıza ikna etmeniz gerekiyor toplumun “efendilerini”... Spor salonunu kullanabilmeniz, ailenizle görüşebilmeniz bile buna bağlı olacak.

“Tredman”, “terbiye etme”, “ıslah etme”, “topluma kazandırma” saldırısının hedefi salt devrimci tutsaklar değil, işçiler, emekçiler, gençler, tüm muhalif güçlerdir. Kişiliksizleştirme, sindirme, boyun eğdirme, onursuzlaştırma saldırısının adıdır. Bugün devrimci tutsaklar bu iğrenç saldırıya karşı sadece kendileri için değil tüm toplum için direniyorlar, bunun için tereddütsüzce ölüyorlar. Ödenen bedelin daha da büyümemesi için gerekeni yapmak, insanca bir yaşam mücadelesi veren, çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak isteyen herkes için ertelenemez bir sorumluluktur.