16 Kasım 2007 Sayı: 2007/01(44)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenlerin “ümit kırmak” dışında
bir çözümü yok!
  Sosyal yıkım saldırısında perde yeniden açılıyor...
2008-2010 arası özelleştirme yağması açıklandı...
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
“Düşük yoğunluklu” sıkıyönetim (mi?)
Yüksel Akkaya
  Kızıl Bayrak hakkında toplatma ve yayın yasağı!..
  “Aydınlığın en yakın olduğu an, karanlığın en koyu olduğu andır...”
Haluk Gerger
  “İnsanlık tarihine sahip çıkmak, kapitalizme karşı çıkmaktan geçiyor!”
Yüksel Akkaya
  Şanlı Ekim Devrimi’nin 90., Komünist Hareket’in 20. yılı coşkuyla kutlandı...
  Ankara’da Ekim Devrimi ve Parti etkinliği...
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Yönetim Kurulu üyesi Cahit Atalay ile 2. Tersane İşçileri
Kurultayı üzerine konuştuk…
  Dünyadan...
  Irkçı-siyonistlerin Filistin topraklarını
gaspetme pervasızlığı sürüyor!
  Alman Devrimi ve Rosa Luxemburg
Volkan Yaraşır
  Neden birleşik mücadele?
M. Can Yüce
  Ekim Devrimi ve kadın sorunu
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Neden birleşik mücadele?

M. Can Yüce

Birleşik mücadele çok önemi ve günün yakıcı konularından biri… Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketlerinin hem ilkesel ve stratejik, hem de güncel gereklilik ve zorunluluklardan dolayı neden birleşik bir mücadele sürecine yönelmeleri gerektiğini ana çizgileriyle de olsa ortaya koymak durumundayız.

Bilindiği gibi, özel savaş aygıtı, Güney’e savaş hazırlıkları eşliğinde psikolojik savaşı akıl almaz boyutlara tırmandırdı. Bu, salt bir psikolojik savaş değil, aynı zamanda kitlesel kırım provası, yeni türden “Kürt 6-7 Eylül Olayları”nın provası niteliğindedir. Güney’e savaş, Kuzey ve Türkiye’de Kürt kırımı, böyle bir gelişmeyi “akıl almaz”, “intihar” olarak değerlendirenler, “TC’nin sonu” gibi görenler var. Kuşkusuz bir “iç savaşla” “Kürtler’in defterini nihai olarak dürme” sevdasında olanlar için bu, bir çözüm, bir “son şans” olarak görülüyor. Bu yaklaşımın yapamayacağı bir çılgınlık, girişemeyeceği bir akıl dışılık olamaz! Kürt kırımı, bir Kürt 6-7 Eylül’ü, gözardı edilmemesi gereken ciddi bir tehlikedir ve bunu bütün boyutlarıyla kavramak, bunu önleyecek, bunun karşısında ciddi bir barikat örecek ciddi bir çalışmaya yönelmek gerekiyor; bunu ertelemeden hemen yapmak yaşamsal önemdedir.

Kürt düşmanlığı ve kırımı, aslında, Türkiye emekçilerine, onların devrimci-demokrat mücadelelerine ölümcül bir darbe niteliğindedir. TC’nin tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Birkaç örnek: 1925 tarihinde Şeyh Sait Ayaklanması’nı bastırmak amacıyla çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu, aynı zamanda Türkiye’deki en sıradan burjuva liberal muhalefeti de vurdu, her türlü muhalefet bu yasa ile susturuldu. 12 Mart Muhtırası Türkiye devrimci hareketini bastırmak için gündeme gelmiş, Kürdistan halkı da bundan fazlasıyla “nasibini” almıştı! Sadece Kürt yurtseverler, demokratlar, devrimci öğrenciler değil, sıradan halk, köylüler sıkıyönetim postalları altında ezdirilmişti… 12 Eylül’ün hedefinde Kürdistan ve Türkiye devrimci hareketleri vardı ve uygulamaları bugüne kadar çeşitli şiddetlerde devam etmektedir. 1984 15 Ağustos’undan bu yana uygulanan OHAL’ler, Sansür-Sürgün Kararnameleri, Terörle Mücadele Kanunları, F tipi zindanlar, halklarımızı ve emekçileri, onların devrimci, demokrat, sosyalist öğelerini hedeflemiş, tanımsız acılar tattırmıştır…

Günümüzde şaha kaldırılan ırkçı şovenizm, linç kampanyaları, Kürtler’i hedefleyen katliam provaları, aynı zamanda Türkiye devrimci hareketlerini, onların her düzeyden mücadelelerini de vuruyor, onun önünde ciddi bir duvar olarak yükseliyor… Devrimcilere karşı geliştirilen linç girişimlerini hatırlamak ve hatırlatmak yeterlidir…

Özel savaş aygıtı ırkçı şoven ve Kürt düşmanı kampanyayı her açıdan kışkırtıyor, bunu gizleme gereğini dahi duymuyor. Genelkurmay’ın açıklamaları bunun en somut kanıtı niteliğinde… Topyekûn bir Kürt kırımının kendilerinin sonlarını da hazırlayacağını bilmelerine rağmen bu hareketi Kürtler’i bastırmada, teslim almada ve diplomaside bir silahı olarak kullanmayı ve bunu yaparlarken, kontrolü elden kaçırmamayı planlıyorlar. Ya da kontrol konusunda kendilerine ve kurdukları mekanizmalara güveniyorlar. Ama bu tür hareketlerin içinde taşıdığı kontrol dışı dinamiklerin yıkıcı etkilerinin nereye varabileceğini bugünden hesaplamaları mümkün değildir, yani hesaplarının tutmama olasılığı da çok yüksektir!

Gelinen noktada ne yapmalı, hangi mücadele araçlarını geliştirmeli? Can alıcı soru budur!

Tabii mücadele araçlarından önce, mücadele ilkeleri, stratejisi ve programı önemli… İdeolojik ve politik çizgide doğru bir rota tutturulmadan mücadele araçları konusunda söylenecek her sözün havada kalacağı açıktır. Bu noktada Türkiye devrimci hareketlerinin, emekçilerin, sınıf temsilcilerinin ideolojik ve politik duruşu çok önemlidir. Irkçı şoven histeriye, Kürtler’i linç kampanyalarına karşı net, açık ve dolaysız bir tutum almaları gerekir. “Kürt düşmanlığına karşıyız, Kürtler’i kırmayı hedefleyen bir iç savaş hepimizin sonunu getirir” gibi bir söylem, elbette önemlidir, ama yeterli olmadığı çok açıktır. Irkçı-şoven çizgiye, Kürt düşmanlığına, özel savaş uygulamalarına karşı en net ve dolaysız devrimci demokrat tavır, Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma hakkı dâhil kendi kaderini belirleme hakkını tanımaktan, bu hakkı meşru görmekten, bu uğurda verilen mücadeleleri desteklemekten, en azından buna saygı göstermekten geçer. Bunun somut ifadesi, Güney Kürdistan’daki halkımızın kazanımlarına saygı ve destek, buna yönelik her türlü saldırıyı gayrı meşru ve haksız olarak değerlendirmek güncel bir görev olduğu gibi, halklarımızın birleşik mücadelesini geliştirmenin de yapı taşlarından biridir. Bu yaklaşımı Kuzey Kürdistan halkının 30 yılı aşan mücadelesine, tüm eleştirel noktalara rağmen, saygı ve destekle birleştirmek önemlidir. Kısacası birleşik mücadelenin her iki ayağını sağlam oluşturmak için Kürt halkını, onun bütün demokratik hak ve özgürlüklerini tanımak, bunların kazanılması uğrunda verilen mücadeleleri desteklemek kaçınılmazdır, demokrat olmanın da vazgeçilmez koşulu budur! Bunun dışında düzene, özel savaşa, resmi çizgiye ve ırkçı şovenizme karşı her tereddütlü yaklaşım, Kürtler’in kendi kaderlerini tayin hakkını savsaklayan her yaklaşım, birleşik mücadeleye değil, ırkçı şoven çizgiye su taşır…

Öte yandan Kürt emekçileri ve onların devrimci temsilcileri, ulusal dar görüşlülüğe mahkûm olmadan Türkiye emekçileriyle birleşik mücadele gerekliliğini kavramak ve bu uğurda etkin bir çaba sergilemek durumundadırlar. Unutulmamalıdır ki, milyonlarca Kürt emekçi Türkiye metropollerinde çalışıyor ve yaşam kavgasını veriyor. Bu Kürt emekçilerinin tek başlarına emek mücadelesinde, demokratik ve haklar mücadelesinde başarılı olmaları mümkün değildir. Aynı durum, ırkçı şoven saldırılara, yeni Kürt 6-7 Eylüller’in karşı verilecek mücadele açısından da geçerlidir. Kürt egemen ve orta sınıflarının tercihi düzenle, TC ile bütünleşmektir. Bunu, daha önce düzen partileri içinde ve kendi kimliklerinden soyunarak, her türlü hakaret ve aşağılanmayı göze alarak yapıyorlardı. Bunu yapanlar yine var. Şimdi bunların dışında başka bir grup, bunu kimliklerinden soyunarak değil, aşağılanmadan ve kimi kültürel kırıntılar elde ederek yapmak istiyor. Kürt egemen ve orta sınıflarından bu iki grubun ne ciddi anlamda bir Kürt programları var, ne de ırkçı-şoven dalgaya, özel savaşa karşı elle tutulur mücadele perspektifleri ve güçleri… Düzen içi bir “reform”, Kürdistan özgürlük ve bağımsızlık sorununu çözemeyeceği gibi, yeni saldırı ve kırım politikalarına karşı da bir cevap olamaz. Aynı şekilde ulusal dar görüşlülüğün, kendini tecridin veya burjuva milliyetçi bir yaklaşım ve çizginin de başarılı olma şansı yoktur. Ortak çıkarlar ve yaşanan ortak sorunlar Türkiye emekçileri ve halklarıyla birleşik bir mücadeleyi gerekli kılmaktadır. Bunun çimentosu ise devrimci yurtseverlik ve bağımsızlıkçı çizgiyi kendine içermiş devrimci enternasyonalist çizgiden başkası değildir.

Bu, güncel zorunluluklardan değil, emekçi halkımızın ulusal ve toplumsal kurtuluş ihtiyaçlarından, bunun ilkesel ifadesinden kaynaklanıyor.

Birleşik mücadelenin, hiç kuşkusuz, iki temel ayağı vardır. Biri, Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi; diğeri, Türkiye Devrimci Hareketi’dir. Bu, bu ikisinin varlığı ve stratejik bir platformda buluşmalarıyla, bu doğrultuda verilecek günlük çabalarla başarılabilir.