16 Kasım 2007 Sayı: 2007/01(44)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenlerin “ümit kırmak” dışında
bir çözümü yok!
  Sosyal yıkım saldırısında perde yeniden açılıyor...
2008-2010 arası özelleştirme yağması açıklandı...
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
“Düşük yoğunluklu” sıkıyönetim (mi?)
Yüksel Akkaya
  Kızıl Bayrak hakkında toplatma ve yayın yasağı!..
  “Aydınlığın en yakın olduğu an, karanlığın en koyu olduğu andır...”
Haluk Gerger
  “İnsanlık tarihine sahip çıkmak, kapitalizme karşı çıkmaktan geçiyor!”
Yüksel Akkaya
  Şanlı Ekim Devrimi’nin 90., Komünist Hareket’in 20. yılı coşkuyla kutlandı...
  Ankara’da Ekim Devrimi ve Parti etkinliği...
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Yönetim Kurulu üyesi Cahit Atalay ile 2. Tersane İşçileri
Kurultayı üzerine konuştuk…
  Dünyadan...
  Irkçı-siyonistlerin Filistin topraklarını
gaspetme pervasızlığı sürüyor!
  Alman Devrimi ve Rosa Luxemburg
Volkan Yaraşır
  Neden birleşik mücadele?
M. Can Yüce
  Ekim Devrimi ve kadın sorunu
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Alman Devrimi ve Rosa Luxemburg

Volkan Yaraşır

 

1918-1923 Alman Devrimi, tarihe “gerçekleşmeyen” devrim olarak geçti. 5 yılı kapsayan bu süreçte, Almanya’da aralıklarla yaşanan devrimci durumlara karşın, işçi kitlelerinin mücadelesine nüfuz edecek, bu mücadeleye yön verecek ve şekillendirecek güçlü ve yaygın bir devrimci partinin olmaması, devrimin yenilgisini kaçınılmaz kıldı.

Kasım 1918 ve Ocak 1919 ayaklanmalarında, işçi ve asker konseylerinin kurumsallaştırılamaması, Kapp Darbesi sonrası oluşan koşulların lehte kullanılamaması ve yeterli düzeyde değerlendirilememesi, KPD-Alman Komünist Partisi’nin Mart 1921 ayaklanmasında konjonktürden yararlanılamaması, gücünü abartarak erken müdahale etmesi ve bu olumsuzluğun etkisiyle 1923’te tereddütlü davranması, “gerçekleşmeyen” devrimin zeminlerini ördü.

Alman Devrimi, reformizmin ihanetini, reform ve devrim arasında uzlaşma aramanın kaçınılmaz trajedisini göstermesi açısından derslerle dolu oldu.

Alman devrimci solu, sosyal demokrasiye karşı 1912’den beri ilkeli bir muhalefet sürdürmesine, bunu izleyen süreçte, 1914’te SPD-Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ihanetinin açığa çıkmasına ve 1916’da bir grup -Spartakistler Birliği- oluşturmasına rağmen, SPD içinde kalarak, sosyal demokrasiden gerektiğinde kopamadı, disiplinli, ortak politikalara sahip devrimci bir partiyi zamanında oluşturamadı.

1918-1923 “devrim yılları” arasında, işçi hareketiyle bütünleşmiş reformizmin hegemonyasını parçalayacak, devrimci bir partinin olmamasının sıkıntıları şiddetle hissedildi.

Alman Devrimi, devrimde öznel öğe ve iktidar sorununu yakıcı olarak ortaya koydu.

Alman Devrimi’nin yenilgisi daha büyük bir yenilgiye kapı aralayarak, Hitler faşizmine giden yolu açtı. Bu yenilgi aynı zamanda Ekim Devrimi’nin gelişimini de etkiledi. Dünya devrimi yalıtıldı. Çünkü Ekim Devrimi dünya devriminin bir parçası, bir başlangıç noktasıydı. Ekim Devrimi ulusal sınırlara hapsoldu.

“Gerçekleşmeyen” Alman Devrimi, her şeye rağmen gelişmiş kapitalist bir ülkede devrimin olanaklı olduğunu göstermesi açısından büyük önem taşıdı.

Alman Devrimi’nin en önemli adı Rosa Luxemburg’tu. Onun ideolojik-teorik mimarisi aynı zamanda devrimin yoluydu.

Alman Devrimi’nin her momenti Rosa’nın teorik gücünü geliştirdi. Konsepsiyon yeteneğini artırdı. Devrimci sürecin her momentinde Rosa Luxemburg’u görmek mümkündü. Rosa’nın ideolojik-teorik mimarisi bir yanıyla Alman Devrimi’nin anatomisi, diğer yanıyla Marksist teorinin önemli katmanları oldu.

Rosa Luxemburg: İhtilalin kızı

Rosa Luxemburg’un siyasal kimliğinin oluştuğu ve oturduğu dönem imparatorluklar çağına denk düşer. Hobsbawn açılımıyla bu çağ 1875’lerde başlar 1914’te sona erer.

Bu dönem 20. yüzyılın niteliğini oluşturan bütün olguların köklerinin ortaya çıktığı, 30 yıllık bir kesittir. Rosa Luxemburg bu olağanüstü ve paradokslarla dolu yılların içinde entelektüel gücünü ve o mükemmel politik dehasını inşa etti. Yine aynı süreç, onu asi bir baş haline getirdi, kuşku ve eleştiriyi silaha dönüştürme yeteneği verdi.

Rosa’ya göre, sosyalizm engin bir yenilenme ve zenginleşme kaynağıydı. Gücünü ve derinliğini eleştirinin yıkıcı ve yaratıcılığından almaktaydı. Dogma, sosyalizmi donduruyor ve gericileştiriyordu.

Rosa Luxemburg Marx’ın “varolan her şeyi insafsızca eleştirme” yöntemini benimsedi. Sosyalizm düşüncesi içinde tartışılamayacak hiçbir konunun olmadığını ileri sürdü. Kişisel tarihinde de tüm kavramları, kurumları ve kişileri tartışabilecek ve eleştirebilecek teorik kapasiteye ve cesarete sahip olduğunu gösterdi.

Sosyalizm mücadelesi içinde Rosa Luxemburg kadar eleştiriyi silaha dönüştüren, teorik yenilenmenin bütün risklerini kimliğinde taşıyan ve bunu salt bir teorisyen olarak değil, mükemmel bir pratisyen olarak da gerçekleştiren başka bir kimlik yoktur desek abartmış olmayız. Daha 1900’lerin başlarında, SDP’nin “görkemli” bir yapı olarak görüldüğü, Kautsky ve Bernstein gibi müthiş karizmatik ve teorik etkiye sahip kimliklerin varolduğu şartlarda, partinin niteliğini ilk tespit eden Rosa Luxemburg’tur. Rosa Luxemburg partinin, heybetli görünümünün altındaki hantallığı, bürokratik kastlaşmayı ve sistem tarafından ıslah edilişini teorik sezgileriyle çözümledi ve bütün siyasal riskleri göze alarak ilk ifade eden oldu.

Rosa Luxemburg statüko düşmanıydı. Dönemin tartışılmaz isimlerine karşı aldığı tutum ve teorik tavır bu özelliğinin somut göstergesidir. Rosa Luxemburg, teorinin devrimcileştirilmesinin savaşçısıydı. Aynı zamanda eylemin teorileştirilmesinin savaşçısı olduğu gibi…

Sosyal reform mu, sosyal devrim mi?

1890’ler Almanya’nın toplum ve devlet ilişkilerinde bir dizi değişimin, yaşandığı yıllar oldu. Alman kapitalizmi, 1873 durgunluğunu aşmasıyla birlikte, emperyalist amaçlar doğrultusunda Afrika’dan Büyük Okyanus havzasına, Osmanlı topraklarından Avusturya-Macaristan’a kadar geniş bir coğrafyaya yönelik politikalar geliştirmeye ve adımlar atmaya başladı. Ülke içi politikalar da bu makro plana uygun hale getirilmeye çalışıldı. Bu yönde işçi sınıfı içinde özellikle vasıflı işgücüne farklı ücret politikaları uygulandı. Tekeller bu yöntemle vasıflı işçileri işçi sınıfından kopartarak, işçi aristokrasisi ya da Engels’in ifadesiyle ayrıcalıklı işçiler yaratıp, işçi sınıfının birleşik gücünü parçalamak istiyorlardı.

İşçi sınıfı içinde bir zaman sonra oluşan bu aristokrat kesim, SDP’nin parlamenter çizgisiyle bütünleşti. Siyasal arenada reformcu eğilim giderek güçlenmeye başladı.

Bu eğilimin en önde gelen sözcüsü Bernstein’dı. 1896-1898 arasında Bernstein, Kautsky’nin yönettiği Die Neue Zeit gazetesinde “Sosyalizmin Sorunları”nı içeren yazılarıyla “yeni politik” açılımlar da bulundu. Bernstein, “Evrimci Sosyalizm” diye de tanımlanan temel görüşlerinde, kapitalist toplumun gelişiminin sınıflar arası çelişkiyi yumuşatacağını, kapitalizmi ehlileştireceğini ve sendikal mücadeleyle kapitalist sömürünün ortadan kalkacağını ileri sürmekteydi. (1)

Rosa Luxemburg, Bernstein’ın tezlerine karşı çıkıp, parti yönetiminin de bu revizyonist görüşlere (bütün kuşkusuna rağmen) tavır almasını istedi. Çünkü Rosa, SDP üzerindeki Kautsky’nin ağırlığının farkındaydı. Her ne kadar Kautsky örgütlülüğü korumayı amaçlasa da eylemsizliği savunuyordu. Rosa, Kautsky’nin sosyalizme bakışındaki problematiği daha o günlerde görüyordu.

Rosa Luxemburg 1899’da yayımlanan Sosyal Reform mu Devrim mi? adlı çalışmasıyla Bernstein’ın revizyonist görüşlerine yönelik eleştirilerini dile getirdi. Böylece SDP içinde reformizm ile devrimci çizgi arasında en sert biçimde devam edecek mücadele net olarak taraflarını bulmaktaydı. Luxemburg bu çalışmasında, kapitalizmin çelişkileri, devrimci mücadele içinde sendikaların rolü, parlamentarizm, karma hükümetler, devrimci şiddet, açlık ve devrim gibi konuları inceleyerek işçi sınıfının kurtuluşunun sosyal reformlarla değil, sosyal devrimle mümkün olacağını savundu.

Rosa’nın entelektüel yeteneklerinin konsantre ifadelerinden biri olan bu çalışma, onun çıkarsama gücünü ve eleştiri silahını kullanmadaki cüretini ortaya koydu. Rosa, SDP’nin hızla büyüdüğü ve herkesin bu büyüme karşısında büyülendiği koşullarda, partinin karşılaşacağı sorunları alenen gösteriyordu. Parti içinde sendikalara ve sendikacılara (sendikal bürokrasiye) yönelik eleştiri mahiyetinde hiçbir şeyin söylenemediği bir dönemde Rosa Luxemburg, sendikaları bir emek sisyphos’u olarak değerlendirdi. “Sendikalar, karın saldırısına karşı, emek gücünün savunma örgütü olmaktan başka bir şey değildir. Çalışan sınıfın kapitalist ekonominin baskısına karşı direnişini ifade eder.” Kısaca, Luxemburg sendikaların ancak ücret sistemini etkileyebileceğini, fakat ücretli emek sistemini değiştiremeyeceğini, yıkamayacağını belirtir.

Kitle grevleri

Rosa Luxemburg’un siyasal sistematiğinde kitle hareketi büyük önem taşır. Rosa, bu konuyla 1890’ların sonlarında ilgilenmeye başladı. Özellikle Belçika işçi sınıfının anayasal haklar elde etmek ve seçim sistemini değiştirmek yönünde, önce 1891’de daha sonra 1893’te, gerçekleştirdiği kitlesel grevler uluslararası düzeyde sarsıcı etkiler yaratmıştı. Rosa bu eylemler üzerine eğilerek önemli çözümlemelerde bulundu. Kitle grevlerini, proletaryanın özel savaş silahı olarak değerlendirdi. Kitle inisiyatifine büyük önem verdi. 1905 Rus Devrimi düşüncelerini daha sistematize etmesine yaradı. İşçi sınıfının iktidar mücadelesinin temel yönteminin, siyasal ve ekonomik nedenli kitle grevleri olduğunu belirtti.

Rosa’ya göre, kitlelerin siyasal önderliğinin burjuvazinin elinde olduğu, devrimin kapsamının hükümet değişikliği ile sınırlı tutulduğu geçmiş burjuva devrimlerinde, barikat savaşları belirleyici mücadele biçimiydi. Ama işçi sınıfının, var olan siyasi iktidarı almak ve kapitalist sömürüyü sona erdirmek için yürüttüğü devrimci mücadele de ise temel mücadele biçimi kitle grevleriydi. Rosa için, kitle grevleri, işçi sınıfının kendini örgütleme faaliyetiydi. Aynı zamanda işçi sınıfını harekete geçirme ve şekillendirme anlamında doğal bir işlev görüyordu. Kitle grevleri devrimci hareketin kendiliğinden oluşan biçimiydi.

Rosa, geçmiş burjuva devrimlerinin ana hareket biçimi olan barikat savaşlarını da bu süreçte devrimci mücadele hattının bir anı olduğunu ifade eder. Ayrıca Rosa, Rusya’daki kitle grevlerini değerlendirerek, devrim döneminde işçi sınıfının siyasal mücadelesi ile ekonomik mücadelesinin birbirini etkilediğini ve beslendiğini belirtir. Birinin diğerinin doğuşunu ve yaygınlaşmasını sağladığı gibi, öbürünün de benzer şekilde etkide bulunduğunu ileri sürer. Bu bağın neden ve sonucu arasında sarmal ve değişken bir ilişkinin varlığına vurgu yapar. Bunun yanında Rosa, kitle grevlerinin işçi sınıfının örgütsel kapasitesini arttırdığı gibi, entelektüel gelişmesini de sağlayacağını söyler ve ek olarak kitle grevlerinin hazırlıksız ve zamansız gerçekleşen bir dizi ayaklanma sonucunda, yaşanan kısmi yenilgilerle olgunlaşan, işçi sınıfının devrimci ayağa kalkışını gösteren açık bir ayaklanma olduğunu ifade eder.

Sermaye birikimi

Rosa Luxemburg 1913’te yayımladığı Sermaye Birikimi adlı kuramsal çalışmasıyla Marksist öğretiye önemli katkılarda bulundu. Luxemburg, bu çalışmasında sermaye birikimi üzerine klasik Marksist şemayı inceleyerek, bu şemaya bazı eleştiriler getirdi. Kapitalizmin, sömürge ülke pazarlarına doğru genişlemesinin nedenlerini ortaya koydu. Bu genişlemenin (sermaye ihracının) kapitalist ekonomik sistemin iç çekişmeleri üstüne ne tür etkileri olduğunu çözümledi.

Rosa, Sermaye Birikimi’nde, emperyalizm üzerine en yaratıcı ve en özgün çözümlemelerde bulundu. Kapitalizmin artı-değeri realize etmede kapitalizm dışında kalan üretim biçimlerine gereksinim duyduğunu, realizasyon sorununa çözüm bulmak için bu üretim biçimlerine nüfuz ederek onları dağıttığını, açıkladı.

Rosa, emperyalizmi dışsal bir değişken değil, daha çok biriktirme dürtüsüyle hareket eden kapitalist üretim biçiminin ayrılmaz parçası olarak gördü. Emperyalizmi tanımlamaya yönelik “ekonomik açıklamanın” kapitalizmin işleyiş mekanizması içinde mana kazanacağını belirtti.

Rosa, kapitalizmi ve kapitalizm dışı üretim arasındaki ilişkileri ortaya koyarak, azgelişmişlik ve emperyalizm bağlamını kurdu. Emperyalizm ve militarizm arasındaki içkin ilişkiye de özel vurgu yaptı.

Sermaye Birikimi adlı çalışmaya Marksist düşünürler farklı düzeylerde eleştiriler getirdi. Yine de bu eser “Kapital’in kategorik sistemini, yeni çağın ışığında ve dünya boyutunda yeniden düşünüp geliştirmede, en radikal ve özgün çabayı simgeledi.” (Rosa Luxemburg, Sermaye Birikimi; Belge Yay., 2004, s. 8.)

G. Lukacs’a göre Luxemburg bu çalışmasıyla “… ipliğin ucunu Marx’ın bıraktığı yerden yakalayıp (emperyalizm) sorununu Marx’ın ruhuna uygun bir şekilde çözdü”. (Age., s. 19)

1917 Ekim Devrimi

Ekim Devrimi sırasında tutuklu olan Luxemburg, Bolşevikleri ve Lenin’i yürekten destekledi. Bolşevik Partiyi Rus ihtilalinin motor gücü olarak gördü. “Lenin’in partisi gerçekten devrimci partinin misyonunu ve görevini kavramış tek partiydi; ‘bütün iktidar proletarya ve köylülerin ellerine’ sloganıyla devrimin sürekli ilerlemesini güvenceye alıyordu. Bolşevikler bu sayede, Alman Sosyal Demokrasisi’nin üstüne kabus gibi çöken ‘halkın çoğunluğunu kazanma’ sorununu çözmüşlerdi… Ancak nasıl önderlik edileceğini, yani olayların nasıl ileri götürüleceğini bilen bir parti fırtınalı zamanlarda destek toplar” (Peter Nettl, Rosa Luxemburg; Ataol Yay., cilt 2, 1996, s. 201). Ama kaygılarını belirtmeyi de ihmal etmedi. Hem de Ekim’in o görkemli günlerinde… Öne çıkardığı temel konulardan biri devrimin giderek demokrasiyi devre dışı bırakması ve dejenere etme riskiydi.

Rosa’ya göre, önemli olan devrimin tüm aşamalarında kitlelerin bizzat işin içinde olmaları ve daha önce burjuva iktidarında kullanamadıkları her türlü özgürlüğü sonuna kadar kullanabilmeleriydi.

“Luxemburg, Lenin’den farklı olarak, parti yaşamıyla toplum yaşamını, partiyle devrimden sonraki toplumu ayırmıyordu; onun gözünde sosyalist devrim, sosyalizmin partiden bütün topluma genişlemesinden başka bir şey değildi.” (Age, s. 207)

Luxemburg, bir düzine aydının masa başında sosyalizmi kuramayacağını, sosyalizmin kitlelerin yaratıcı gücüyle inşa edileceğinin altını özellikle çiziyordu.

“Evet, evet: Diktatörlük! Ama bu diktatörlük bir demokrasi uygulama biçiminden ibarettir, onun kaldırılması değil, burjuva toplumunun ekonomik koşulları ve kazanılmış hakları üzerine enerjik ve kararlı elkoymadır ki bu elkoyma olmadan sosyalist değişim gerçekleşemez. Bu diktatorya, sınıfın diktatoryası olmalıdır, sınıf adına yöneten küçük bir azınlığın değil…” (Rosa Luxemburg, 1917 Ekim Devrimi; BDS Yayınları; 1989, s. 33)

Böyle olmaması durumunda devrimin asıl dinamosunu (kitleleri) kaybedeceğini ve toplumun ağır bir “uykuya çekileceğini” belirtti.

Rosa, kitle inisiyatifine son derece önem vermekteydi. Ona göre devrimci işçi hareketinin eylem içinde yaptığı hatalar, en iyi merkez komitesinin yanılmazlığından daha değerliydi.

Rosa’nın bu yaklaşımı kitlelerin gücünü abartma ya da kitle kuyrukçuluğu değildi. O kitlelerin örgütlü bir önderliğe ihtiyacı olduğunu savunuyordu. Ama bu önderliğin kitlelerle bütünleşen, kitlelerle soluk alıp veren ve kaynaşan bir niteliği olması gerektiğini vurguluyordu.

Devrim her ne kadar parti liderliğinin dışında kendiliğinden başlayan bir hareket olsa da, “tüfeğin tetiği çekildikten sonra” başka bir evreye giriyordu. Rosa işte bu noktada “gelecek her yerde Bolşevizmdir” diyordu.

Rosa ile Lenin arasında sınıf ve parti anlayışı üzerine yer yer farklı görüşler, sert tartışmalar olsa da burada dikkat edilecek en önemli nokta, Rusya ile Almanya’nın toplumsal maddi şartlarının farklılığı, Alman işçi hareketinin gelişmişlik düzeyi ve Rosa’nın SDP gibi bürokratik merkeziyetçi bir yapı içinde faaliyet yürütmesinin etkileri vardı.

Rosa ulusal sorun üzerine ilginç tespitlerde bulundu. Polonya merkezli çözümlemelerinde, kapitalizm altında, ulusal bağımsızlık sloganının hiçbir ilerletici değeri olmadığını vurguladı. Ayrıca Bolşeviklerin milliyetler sorunu yaklaşımını da eleştirmekteydi.

Rosa’nın ulusların kendi kaderini tayin hakkı sloganı yerine önerisi şöyleydi: “… Bir devrim alanı olarak Rus İmparatorluğu’nun birliğini dişiyle tırnağıyla savunarak ve her türlü ayrılığa cephe alarak, imparatorluk alanı içindeki devrimci güçlerin sağlam birliği, dayanışma ve Rus Devrimi alemindeki bütün topraklarda yaşayan proleterlerin ayrılmazlığı için çalışmak.” (Tony Cliff, Rosa Luxemburg, Anadolu Yay., 1968, s. 86)

Rosa toprak sorununa ilişkin olarak da önemli açılımlar yaptı. Rusya’da Ekim sonrası toprak sorununa ilişkin düşünceleri şöyleydi: Toprak mülkiyetinin köylüler arasında paylaşılmasının, kırsal alanda özel mülkiyetin gücünü artıracağını ve böylece gelecekte sosyalist dönüşümün önünde büyük engeller oluşabileceğini belirtti.

Fakat Ekim Devrimi’nin ilk on yıllık kesitinde yaşananlar Rosa’nın toprak sorununa ve milliyetler sorununa ilişkin temel açılımlarında yanıldığını gösterdi. Buna rağmen milliyetler sorununa ve toprak sorununa ilişkin geliştirdiği bir çok tezi de hayatın zengin pratiği içinde doğrulandı.

O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi

Rosa Luxemburg mükemmel bir beyindi. Devrimci savaşa üstün entelektüel yeteneklerini ve yüreğini koydu.

İşçi sınıfının mücadelesini itinayla korumaya, geliştirmeye ve yükseltmeye çalıştı. Bu mücadelenin sistem içine çekilerek eritilmesine, sosyalizmin deforme edilerek kapitalizmin restorasyon aracına çevrilmesine karşı eylemin ve kuramın militanı oldu. Reformizme karşı, devrimin savunusu yaptı. Fabrikayla sokak arasındaki diyalektiği kurdu, sokağın ve fabrikanın manifestosunu yazdı. Spartakistler’in devrimi istediğini haykırdı.

Eleştiri ve kuşkuyu silah haline dönüştürdü. Marksizmin dogmatikleştirilmesine karşı, devrimin kartalı gibi hareket etti. Yıktı ve yeniden yaptı.

O, sosyalizm tarihinde bürokratizme, sekterizme ve ikameciliğe karşı en ciddi uyarıları yapandı.

Kitlelerin yaratıcı gücüne inandı ve kitlelerden öğrenmeyi esas aldı. “Sosyalizmin tepeden inme emirlerle” kurulamayacağını ve işçi demokrasisinin yaşamsal önem taşıdığını belirtti.

Tarihi insan eylemin bir sonucu olarak gördü. Rosa’ya göre kapitalizm, sosyalizmin bekleme odası ya da barbarizmin uçurum kenarıydı.

20. yüzyıl tarihi Rosa’nın bu düşüncesini bütünüyle doğruladı.

“Ya sosyalizm ya barbarlık” şiarının bugün dünden daha anlamlı bir yerde durması boşuna değildir.

O hep asi bir baş olarak kaldı.

Burjuvazinin karşısında devrimin yılmaz savunucusu olduğu gibi, “yanılmaz otoriteler”e karşı da hiçbir zaman boğun eğmedi.

Ona devrim yol gösterdi.

O devrimin yolunu izledi. Rosa’nın bu otorite tanımaz tutumu ve eleştiriyi militanlaştıran tavrı, uzun dönem sol çevrelerin kendisine karşı mesafeli olmasına yol açtı. Rosa yok sayıldı.

Rosa’nın sistematiği anlaşılmadan ve bilinmeden, Rosa üzerine spekülasyonlar yapıldı. Rosa’nın savaş açtığı dogmatizm, Rosa’nın düşüncelerinin kavranmasına da engel oldu.

Fakat o, Lenin’in dediği gibi “devrimin kartalıydı”.

Derin bir insan sevgisi, gerçeği bulma isteğinin sınırsız arzusu, cesaret ve özveri, militan mücadele Rosa demekti.

Rosa, arkadaşı Sonia’ya (Karl Liebknecht’in eşine) hapishanede yazdığı mektupta şöyle diyordu: “Her şeye rağmen görev başında, bir sokak çatışmasında ya da dar ağacında can vermek isterim”. Öyle de oldu. 1918 Aralığındaki Spartakist ayaklanma bastırıldı. Sosyal demokrat hükümet kazanmıştı. Bütün ısrarlara rağmen Rosa, Berlin’i terk etmedi. Spartakist kıyım başlamıştı. Rosa ve Karl Liebknecht bir müddet sonra tutuklandı. Cezaevine götürülürken askerler tarafından dipçik darbeleriyle katledildiler. Alman devriminin önderleri sosyal demokrasinin kurbanı olmuşlardı. Rosa yine haklı çıkmıştı. O, sosyal demokrasinin ihanetle sonuçlanan yönelimlerini yıllar önce tespit etmişti.

Rosa’nın yakın arkadaşı Clara Zetkin’in onun ölümü üzerine yazdıkları hala manasını korumaktadır: “Rosa Luxemburg’ta sosyalist fikir, hem kalbin, hem beynin hiçbir zaman sönmeden yanan güçlü ve egemen bir ihtirasıydı. Bu şaşırtıcı kadının büyük amacı sosyal devrim yolunu hazırlamak, sosyalizme giden tarih patikasını temizlemekti. Devrim denemesi, devrim için çarpışmak onun en büyük mutluluğuydu. Bütün hayatını ve varlığını sosyalizme vakfetti… O, keskin bir kılıç, canlı bir devrim aleviydi.”

Dipnotlar:

(1)   Bernstein “Evrimsel Sosyalizm” adlı açılımları bir pratik vurguyu içermektedir. Bu, SPD’nin sistemle iç içe geçen, hantal ve statükocu, durgun “devrimi bekleyen” tavrına yönelik bir anlamda “eleştiridir”. Aslında Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin yaptığını tanımlamakta, sistemle uyumunu açıkça ifade etmektedir. Bernstein son derece pragmatik olarak kapitalizmi yıkmayı değil, kapitalizmi ehlileştirmeyi hedef alır. Ona göre “işçi sınıfını kalkındıracak ve devleti demokrasi anlamında dönüştürebilecek reformlar (için) mücadele” esas alınmalıdır. Bernstein’in teorileri özünde, işçi sınıfının devrimci gücünün nötrleştirilmesini ifade eder. Bu teori, sınıfın nesneler yığını haline getirilmesinin teorisidir.