16 Kasım 2007 Sayı: 2007/01(44)

  Kızıl Bayrak'tan
   Egemenlerin “ümit kırmak” dışında
bir çözümü yok!
  Sosyal yıkım saldırısında perde yeniden açılıyor...
2008-2010 arası özelleştirme yağması açıklandı...
İşçi ve emekçi eylemlerinden...
Telekom işçileriyle dayanışma eylemlerinden...
“Düşük yoğunluklu” sıkıyönetim (mi?)
Yüksel Akkaya
  6Kızıl Bayrak hakkında toplatma ve yayın yasağı!..
  “Aydınlığın en yakın olduğu an, karanlığın en koyu olduğu andır...”
Haluk Gerger
  “İnsanlık tarihine sahip çıkmak, kapitalizme karşı çıkmaktan geçiyor!”
Yüksel Akkaya
  Şanlı Ekim Devrimi’nin 90., Komünist Hareket’in 20. yılı coşkuyla kutlandı...
  Ankara’da Ekim Devrimi ve Parti etkinliği...
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Yönetim Kurulu üyesi Cahit Atalay ile 2. Tersane İşçileri
Kurultayı üzerine konuştuk…
  Dünyadan...
  Irkçı-siyonistlerin Filistin topraklarını
gaspetme pervasızlığı sürüyor!
  Alman Devrimi ve Rosa Luxemburg
Volkan Yaraşır
  Neden birleşik mücadele?
M. Can Yüce
  Ekim Devrimi ve kadın sorunu
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sosyal yıkım saldırısında perde yeniden açılıyor...

Yıkıma karşı örgütlü militan mücadeleyi yükselt!

Sermayenin son yıllarda önem verdiği konulardan biri de işçi ve emekçilerin iyi kötü faydalandığı sosyal güvenlik sistemini yıkıma uğratmaktır. Bu konuda şimdiye dek ciddi adımlar atılmış, sosyal güvenlik alanındaki kurumsal yapı adeta tümüyle değiştirilmiştir. Başta sağlık hizmetlerinin paralı hale getirilmesi olmak üzere temel önemdeki bir dizi hak ya tamamen ortadan kaldırılmış ya da göstermelik hale sokulmuştur.

Fakat çok istediği halde sermayenin bu alanda işini bitirdiğini, istediği sonuçlara ulaştığını söylemek doğru değildir. Zira kendi içinde belli bir bütünlük oluşturan “sosyal yıkım” yasalarının belkemiği durumundaki “Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu” bundan önceki hükümet döneminde meclisten geçirildiği halde Anayasa Mahkemesi’nin vetosu nedeniyle yürürlüğe sokulamamıştır. Araya seçimlerin girmesiyle de bu yasanın yeniden düzenlenip meclisten geçirilmesi işi bugüne kadar sürüncemede kalmıştır.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun çıkartılmasının bu şekilde sürüncemede kalması hiç de sermaye tarafından önemsenmediği anlamına gelmemektedir. Daha önce de vurguladığımız gibi bu yasa sosyal yıkım saldırısının belkemiği durumundadır. O nedenle başta TÜSİAD olmak üzere sermaye sözcüleri her fırsatta hükümete bu konuda baskı yapmakta, yasanın bir an önce meclisten geçirilmesini ısrarla istemektedirler. Öte yandan benzer bir basınç da İMF cephesinden gelmektedir. Denebilir ki İMF’nin hükümete temel direktifi bu yasanın meclisten bir an evvel geçirilmesi ve sosyal yıkım saldırısının bu sayede ilerletilmesidir. Çünkü şimdilik raflarda tutulan bir dizi tamamlayıcı saldırı politikasının gündeme getirilmesi için bu yasanın uygulamaya girmesi beklenmektedir.

Dolayısıyla geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in kendi bakanlığının bütçesinin görüşüldüğü sırada yaptığı açıklamalar sermaye açısından bir müjdeli haber niteliğindedir. Zira Faruk Çelik, yaptığı konuşmada, söz konusu yasa tasarısının “tarafların görüşlerine açıldığını” hatırlatarak Kasım ayının sonuna kadar tamamlanıp meclis gündemine getirileceğini söylemiştir.

Aynı tas aynı taslak

Anayasa Mahkemesi Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun birçok maddesini iptal etmişti. Öne sürdüğü başlıca gerekçe ise kamu emekçilerinin SSK ve Bağ-Kur üyelerinden daha farklı bir statüde oldukları, bundan dolayı da aynı düzenlemeye tabi tutulamayacakları biçiminde idi.

Basına yansıdığı kadarıyla yeni taslakta da hükümetin meseleye bakışı değişmiş değil. Bunun yerine taslağa Anayasa Mahkemesi’nin itiraz gerekçelerini ortadan kaldırmaya dönük bazı biçimsel düzenlemeler eklenmiş durumda. Örneğin halen “devlet memuru” konumunda olan kamu emekçilerinin “tek çatı” sistemine dahil edilmeyecekleri, ancak yasa yürürlüğe girdikten sonra işe başlayacak olanların “tek çatı”ya dahil olacakları belirtiliyor. Benzer göstermelik düzenleme değişiklikleri başka maddelerde de var.

Yani taslağın özü öncekiyle birebir aynı. Bunun da anlamı şu; bu yasayla ve genel olarak “sosyal güvenlik reformu” ile, çalışanların yararlandığı sosyal hizmetlerin olabildiği kadar daraltılması, bu alanın tamamıyla piyasaya açılması, sosyal güvenliğin bir hak olmaktan çıkartılıp kârlı bir yatırım sektörü haline dönüştürülmesi amaçlanıyor.

İşçi sınıfı cephesinde durum

Sermaye sosyal güvenlik alanındaki bu tarihsel saldırıda perdeyi yeniden açmaya hazırlanırken işçi sınıfı hareketi ve emekçiler cephesinde bunu püskürtmeye dönük bir hazırlıktan şu an için söz etmek yazık ki mümkün değil.

Son dönemde THY ve Telekom işçilerinin ortaya koyduğu kararlı mücadele sınıf hareketi üzerindeki kara bulutların dağılması için yeterli olmuyor. Sermaye ile işçi sınıfı arasındaki mücadele Telekom grevi üzerinden son derece açık bir hal almış olsa da bu çatışma henüz sınıfın geniş kesimlerini mücadelenin görevlerine sahip çıkma konusunda harekete geçirmekte yetersiz kalıyor.

Gerek Telekom grevinde sermayeye geri adım attırılabilmesi, gerekse başta sosyal yıkım olmak üzere diğer saldırılara karşı güçlü bir set oluşturulabilmesi için çok daha örgütlü, çok daha yaygın ve etkili bir mücadele pratiğinin hayata geçirilmesi gerekiyor.

Sendikal ihanet barikatı

Elbette ki sınıfın ve emekçilerin örgütlü olduğu sendikalar böyle bir mücadelenin örgütlenmesi konusunda önemli işlevler yüklenebilirler. Bundan doğal bir şey olamaz. Fakat bugünkü sendikal hareket tablosuna baktığımızda tam tersi bir tablo ile karşı karşıyayız. İhanet çetelerinin denetimindeki sendikal yapıların işçi sınıfının mücadele gündemiyle bir ilgilerinin olmadığını, ilgilendikleri durumlarda ise bunu işçi sınıfının eylemini baltalamak, bölmek, sermaye adına durumu kontrol altına almak için yaptıklarını yaşanmış sayısız örnek üzerinden bilmekteyiz.

Sermayenin perdeyi bir kez daha açmaya hazırlandığı sosyal güvenlik saldırısı konusunda da aynı şey geçerli. Sosyal yıkım saldırısının bundan önceki evrelerinde hiç olmazsa göstermelik bazı toplantılar gerçekleştiren, açıklamalar yapan, eylemler örgütleyen sendikal ihanet çetelerinin bu kez konuyla bu sınırlarda dahi ilgilenmek gibi bir niyetlerinin olmadığı görülüyor. Sermaye göstere göstere saldırmaya hazırlanırken ihanet çeteleri sözkonusu yasa tasarısı konusunda sınıfı aydınlatmak, mücadeleye çağırmak konusunda parmaklarını dahi oynatmıyorlar.

Bu konudaki belki tek istisna Sağlık-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Başoğlu’nun açıklamaları. Kendisi konuyla ilgili bir açıklamasında “Sosyal güvenlik yasası IMF’nin acımasız politikalarına kurban edilmemelidir” şeklinde konuşuyor. Fakat bunu diyen Mustafa Başoğlu aynı açıklamasının devamında hükümetin 2008 yılında başlatmayı vaadettiği istihdam kampanyasını “umut verici bir gelişme” olarak selamlıyor ve bunun “Sosyal Hukuk Devleti ilkesine tamamen uygun bir arayış” olduğunu söyleyerek hükümeti övmeye girişiyor. Dolayısıyla toplamından bakıldığında bu açıklamanın herhangi bir ciddiyeti ve samimiyeti bulunmuyor.

Peki böyle temel bir konuyla da ilgilenmiyorlarsa sendikalar ve sendikacılar örneğin Türk-İş yöneticileri şu süreçte ne yapıyorlar, vakitlerini nasıl “değerlendiriyorlar” acaba?

Son zamanlardaki açıklamalarını alt alta koyduğumuzda anlıyoruz ki, Türk-İş yönetimi şu günlerde kendini sermayenin Kürt halkına düşmanlık ve şovenizm kışkırtıcılığı politikasına tam destek misyonuna adamış durumda. Türk-İş’e ya da diğer konfederasyonlara bağlı pek çok sendikanın temel meşgalesi de aynı. Yani konfederasyonlar, işçi sınıfının sorunlarına karşı oluşturamadıkları birlik ve beraberliği şovenizme destek ve Kürt halkına düşmanlık konusunda neredeyse sağlamış durumdalar.

Türk-İş’in artık rutin bir görev halini alan şovenizme destek dışında ilgilendiği bir başka konu daha var. Telekom grevinden dolayı akıllarına gelmiş olmalı ki, Türk İş yöneticileri yılbaşından sonra “yabancı sermaye düşmanlığına karşı kampanya” örgütlemeye hazırlanıyorlar. Harıl harıl bu kampanyanın örgütlenmesi için çalışıyorlar. 14 Kasım tarihli Milliyet gazetesinin yazdığına göre bu kampanya “Türk işçisinin ürettiği her malın tüketilmesi bilincini oluşturmak için” örgütlenecekmiş. Kampanya süresince, “Türk işçisinin ürettiği mallar tüketilsin, yabancı sermaye düşmanlığı yerleşmesin” fikri her türlü yol ve yöntemle topluma anlatılmaya çalışılacakmış. Söz konusu gazete haberinde görüşlerine yer verilen Türk İş Genel Başkanı Salih Kılıç, “Bu temayı anlatmak için mümkün olan tüm kitle iletişim araçlarını kullanacağız. Bunlar arasında televizyon reklamları da olabilir. Ancak hangi araçların kullanılacağı ve kampanyanın maliyetinin ne olacağı genel kurulda netleşecek” diye konuşmuş.

Petrol-İş Sendikası özelleştirme saldırısını teşhir çalışmaları kapsamında televizyon reklamı türünden araçlardan faydalanmıştır. Onun dışında bugüne kadar Türk-İş’in hazırladığı, işçi sınıfının sorunlarını anlatan, çıkarlarını savunan bir reklam filmi yoktur. Bu türden etkin bir aracı bugüne kadar işçi sınıfının çıkarlarını savunmak, mücadelesini geliştirmek için kullanmayan Türk-İş yönetimi şimdi Türkiye’de yatırım yapan yabancı sermayedarları şirin göstermek için bu tür araçlardan faydalanacağını göğsünü gere gere açıklıyor.

Türk-İş Genel Başkanı’nın “yabancı sermaye düşmanlığına karşı kampanya” açıklaması, sendikaların sosyal yıkıma karşı neden bir hazırlık yürütmedikleri yönündeki soruyu anlamsız bırakmaktadır. Bu da, sınıfın mücadelesini geliştirmek için çaba gösteren öncü işçilerin ve devrimcilerin sendikal ihanet çetelerinden beklenti içinde olma tutumuna karşı daha kararlı, daha etkin bir savaş vermelerinin güncel bir sorumluluk olduğunu göstermektedir.


 

DTP’nin 2. Büyük Olağanüstü Kongresi yapıldı…

DTP’nin 2. Büyük Olağanüstü Kongresi yapıldı. Kongrede, DTP’nin siyasi tutum belgesinde yer alan AB referanslı “merkezi yönetimle iller arasında kademelendirilmiş, katılımcı demokrasiyi esas alan idari yapılanma”, “merkeziyetçi devlet altında bölgesel ve yerel yapılanma” ve “tek bayrak altında özerk birim renkleri sembolleri kullanılması” önerileri çeşitli konuşmalarda öne çıktı.

Kongre oturumunda, partinin Başkanı Ahmet Türk ve Eşbaşkanı Aysel Tuğluk birer veda konuşması yaptılar. Türk, “Eksikliklerimin olduğunu biliyorum. Halkıma bir şeyler vermek istedim. Eksikliklerim varsa partim beni bağışlasın” diye konuştu. Veda konuşmasında başarısızlık vurgusunda bulunan Tuğluk, “ABD’nin Kürtlere karşı politikasının belirsiz olduğunu” söyledi. AB’ye de Kürt sorununda yapıcı bir paye veren Tuğluk, “AB sürecindeki iktidar Kürt sorununa yaratıcı demokratik bir yaklaşım göstermelidir” diye konuştu.

Kongrede söz alan Genel Başkan adayı Nurettin Demirtaş, DTP’ye karşı linç kampanyası yürütüldüğünü belirterek, “Bundan kim zarar görür kim kârlı çıkar bunu kimse kestiremez” dedi. Demirtaş, konuşmasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı eleştirerek, “Başbakan bizim partimizi hedef göstererek ırkçı bir politika güdüyor. Sırf Kürt olduğu için insanlara saldırılıyor. Başbakanın bizi hedef gösteren her demecinin ardından mutlaka bir ilde partimiz saldırıya uğruyor” dedi. Demirtaş, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in “askerlerin dönüşüne sevinemedim” sözünü hatırlatarak, “Bu söz gösteriyor ki, insanlığın bittiği noktadalar” dedi. Demirtaş, CHP ve MHP’nin de şiddet ve linç ikliminden beslendiğini vurguladı.

Demirtaş, ülkedeki sol ve demokrasi güçlerinin de dağınık olduğunu vurgulayarak, bunun sıkıntısının en fazla 22 Temmuz seçimlerinde hissedildiğini belirtti. Herkesin kendi farklılığını ve rengini taşıdığı bir “çatı partisi” kurulması önerisinde de bulunan Demirtaş, DTP olarak böyle bir parti içinde yer alabileceklerini söyledi.

Kongrede söz alan ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ufuk Uras üniter yapı içinde Kürt sorununun çözümünün mümkün olduğunu vurguladı.

Tek aday olarak girdiği genel başkanlık oylamasının ilk iki turunda yeterli oyu alamayan Demirtaş, üçüncü turda genel başkanlığa seçildi. 876 delegenin onayına sunulan siyasi tutum belgesi ise, oybirliğiyle kabul edildi.

Kongreye katılan DTP delegelerinin oybirliğiyle kabul ettiği “siyasi tutum belgesi”nde, ulus devletin yerine “Demokratik Cumhuriyet’in esas alınmasının gerekliliği” ifade edilirken, “Demokratik Cumhuriyet’in sağlanması için” ise, öncelikle “Demokratik Özerkliğin sağlanması gerektiği” belirtildi. Türkiye’nin Savunma, Dış ilişkiler ve Maliye hariç olmak üzere idari yönetiminin yerel yönetimlere devredilmesini de öngören tutum belgesinde, Adalet ve Emniyet’in de bölgelere devri dile getirildi. Belgede,“özerk olarak” tanımlanan bölgelerin isimlerini ise, oradaki en büyük ilden alması önerildi. “‘Bayrak’ ve ‘Resmi Dil’ tüm ‘Türkiye Ulusu’ için geçerli olmakla birlikte her bölge ve özerk birimin kendi renkleri ve sembolleriyle demokratik öz yönetimini oluşturması” da belgede dile getirildi. Ayrıca belgede, “salt ‘etnik’ ve ‘toprak’ temelli özerklik anlayışı yerine, kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği bölgesel ve yerel bir yapılanmayı savunur” ifadelerine yer verildi.

Tutum belgesinde, “adil ve onurlu bir barışın tesisi için geliştirilecek her türlü toplumsal-iktisadi programın bölgedeki yoksulluğun siyasal ve tarihsel nedenleriyle yüzleşmesinin zorunlu olduğuna” dikkat çekilerek, çatışmasızlık hali için de bir “yol haritası” maddeler halinde sıralandı.



Gündem’e 6. kez kapatma!

Daha önce çeşitli gerekçelerle hakkında 5 kez kapatma kararı verilen Gündem gazetesi 12 Kasım günü 30 günlük yayın yasağının ardından yayınına başlamıştı. Yayınına yeni başlayan gazeteye “PKK propagandası yaptığı” gerekçesiyle İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bir ay süreyle kapatma cezası verildi.

Gazete hakkında 6 Mart 2007 tarihinde 30 gün, 9 Nisan 2007’te 15 gün, 12 Temmuz 2007’te 15 gün, 8 Eylül 2007’de 30 gün, 9 Ekim 2007’de 30 gün ve son olarak 14 Kasım 2007’de 30 gün süreyle yayın durdurma kararı verilmiş oldu.

Gündem gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Yüksel Genç, kapatma kararına ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Kararı şaşkınlıkla karşıladığını belirten Genç, “Gazetemiz karşısında hukuk bitmiştir. Bütün demokratik kamuoyunu tepki göstermeye çağrıyoruz” dedi. “Susturulmak istenenlerin sadece Kürtler değil tüm Türkiye halkları olduğu”nu söyledi ve “Basın özgürlüğü için sansüre hayır!” imza kampanyasına katılım çağrısı yaptı.

Kızıl Bayrak/İstanbul