İçindekiler:

7 Eylül 2022
Sayı: KB 2022/29

Bu pisliği devrim temizler
Mafyatik rejimde tedirginlik başladı
20 yıllık gemi batıyor!
"Yandaşların gemisi" kimleri taşıyor?
"Sarayın yargısı"tın "adli yılı" açılışı
Suriye ile "normalleşme"mi başlıyor?
Suriye itirafları...
Yıkımların altından çıkmak için...
Kapitalistlere vergi affı
Petrol-İş İzmir Şubesi Genel Kurulu
SUNNY'de saldırılar sürüyor!
LM işçilerinin mücadele arayışı
Cumhuriyet, laiklik ve dinsel gericilik
AB'nin "liberal değerler" efsanesi
Kolombiya'da yeni dönem...
Nükleer kıtlık araştırması
Kıtlık ticareti
Şili'de referandumun reddi
Gorbaçov: Lekeli bir figür
Uluslarası Kadın Konferansı sürüyor
"Örgütlenmekten başka çaremiz yok"
6-7 Eylül saldırılarının 67. yılı
Anlattıkça insan...
İnsanca yaşamaya yetecek...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Yıkımların altından çıkmak için...

S. Gül

 

Kırların çözülmesiyle kentlere akan kitleler beraberinde barınma sorununu da getirmişlerdir. Sermayenin umurunda olmayan bu soruna emekçiler yine kendi emekleriyle el atmış ve gecekondular kentlerin farklı noktalarına serpilmiştir. Bu emekçi mahallerinden Fetihtepe, Tokatköy, Hacıhüsrev mahalleleri, Tozkoparan bir bir yıkılmakta...

İnsanın hayatta kalması için zorunlu olan barınma, kâr yasalarına dayanan kapitalizmde “hak” konumunda değil bir meta olma gerçekliğini/geçerliliğini koruyor neticede. Çitlenip özel mülk edinilen toprakları elinde tutanlarla, bundan mahrum olanların eşitsizliği her geçen gün daha da derinleşiyor. Kapitalizmin olağan işleyişinin ürünü olan bu sorunlar günümüzde yoksulluğun, yolsuzluğun, baskı ve yasakların ifadesi olan AKP’li yıllarda, hele de devirdiği yirmi yılın ardından daha da katmerlendi.

Şehirler, AKP’nin yönetiminde ve sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda tarihi, kültürel, doğal değerler hiçe sayılarak rant temelinde yeniden ve yeniden dönüştürülüyor. Kanun hükmünde kararnameler, özel imar izinleri, Toplu Konut İdaresi’nin (TOKİ) tekelleşmesi, Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) muafiyetleri gibi bir dizi kanun ve yönetmelik üzerinden projeler ortaya konan AKP, bu alanı oldukça semirdi. Yapılan bir araştırmaya göre AKP dönemindeki büyük ölçekli 130 inşaat projesi üzerinden toplam 1 trilyon 486 milyar 900 milyon TL rant elde edilmiş. Sermayenin, yandaş şirketlerin eli de AKP sayesinde bir hayli rahat. Aynı araştırma imar mevzuatına aykırı olarak ek inşaat üreten 30 kaçak imalat projesinden 48 milyarı cebe indirenler olduğunu ortaya koymuş bulunuyor. AKP iktidarında rant, yolsuzluk, usulsüzlük ve kayırmacılık tüm hızıyla sürüyor.

Şimdilerde Fetihtepe’de, Tokatköy’de, Hacıhüsrev mahallesi ve Tozkoparan’da devlet “kentsel dönüşüm” adı altında emekçilerin ellerinden evlerini, birikimlerini alıp yandaş şirketlere aktarmayla yoğun bir şekilde meşgul. Evler boşaltılıp kapılar mühürleniyor. Dönüşüm için imza vermeyenlerin elektrik-su-doğalgazları devlet tarafından kesilerek emekçiler evlerinden çıkmaya mecbur ediliyor. Yoksul emekçilerin bütün birikimleri, yıllarca belediye ödedikleri vergiler yok sayılıyor, verilen sözler tutulmuyor.

Depreme riskli alan bahanesiyle evler hazineye devrediliyor, emekçilere ise karşılıklı anlaşma sunulmuyor. Evleri kentsel dönüşüme alınanlar için verilen kira yardımı, en riskli alanlarda dahi ev tutmaya yetmeyecek bir meblağ olan 1950 TL veriliyor.

Kentsel dönüşüm konusunda rızası alınmayan emekçiler, bu dönüşümün hiçbir aşamasında muhatap görülmüyorlar. İtiraz edenler TOMA’lar, çevik kuvvet, sivil polisler eşliğinde belediyenin yıkım ekipleriyle karşı karşıyalar. Yeni güne şafak baskınlarıyla uyanıyorlar, gözaltına alınıyorlar. Her yeni gün hayatlarından çalarak güç bela meydana getirdikleri dört duvar bir çatının holdingler, holdinglerin arkasındaki devlet gücüyle yerle bir edildiğini görüyorlar.

Bu emekçi mahallerinde oturanların çok daha yakıcı bir şekilde hissettiği barınma ihtiyacı, rantsal dönüşüm projeleriyle, hayat pahalılığı, düşük ücretler, gelir kayıpları ve ev kiralarına gelen astronomik rakamlarla bugün milyonlarca işçi, emekçi için temel bir problemdir. Bu nedenlere ek olarak devlet yurtlarının az olması, üniversite gençliği için de barınamama meselesini çok yakıcı bir gündem yapmıştır. Bu ortak sorun haliyle ortak bir mücadelenin konusu yapılabilmelidir. En temel insani ihtiyaçlarımızın karşısında karşımızda holdingler, valiler-kaymakamlıklar, belediyeler, kolluk kuvvetleri seferber oluyorken, bizler de işçisi, emekçisi, genciyle haklarımız için el ele vermeliyiz. Kaldı ki AKP iktidarı ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel her alanda bizler için çok yönlü yıkım dayatmaktadır. Tüm bu yaratılan yıkımın altından çıkabilmek için bu harami saltanatını yıkmaya cüret etmeliyiz.

 

 

Diyanet’in maskesi düşüyor

 

Çöküşe doğru yol alan mafyatik AKP-MHP rejiminin en popüler kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’dır. Bu kurumun şefi Ali Erbaş başta olmak üzere birtakım imamlar, vaizler, müftüler tarafından yapılan açıklamalar, verilen fetvalar neredeyse her gün medyada yer alıyor. Bunun temel nedeni, çöküş korkusuyla sarsılan saray rejiminin din istismarını son sınırına vardıran pervasızlığıdır.

Gericiliğin karanlık kuyularından biri haline getirilen Diyanet’in şeflerinin politikaya bu kadar batmaları, misyonları ile pratikleri arasında geniş bir açı yarattı. Elbette bunu ilk defa yapmıyorlar. Yine de ahiret işleriyle ilgilendiği iddia edilen Diyanet’in bu kadar politize edilmesine daha önce rastlanmamıştı. Bu arada DİB’in şefi başta olmak üzere, meczup kılıklı bazı imam ya da vaizlerin ‘ünlü’ olmanın ‘müstehcenliğine’ kapıldığını söylemek de mümkün.

DİB gibi bir kurumun içine atıldığı çukur, politikayla yatıp politikayla kalkması, saraydan aldığı direktiflere göre hareket etmesi, saray rejiminin lüks/şatafat düşkünlüğünden payına düşeni alması, milyonlarca insan sefalet içine atılırken Diyanet şeflerinin israfta sınır tanımamaları vb… Tüm bunlar uzun süre toplumdan saklanamazdı. Nitekim Diyanet denen bu kurumun her şeyiyle dünyevi, her şeyiyle siyasetin içinde olduğu, sarayın aparatı olmayı kabul ettiği geniş kitleler tarafından da anlaşılmış görünüyor. Karanlığı topluma empoze eden bu kurumun kitleler nezdinde teşhir olması önemli bir gelişmedir. Zira bu, din istismarının artık eskisi kadar etkili olmadığına işaret ediyor.

Metropol Araştırma’nın ‘Türkiye’nin Nabzı’ adıyla gerçekleştirdiği araştırma, Diyanet’in imajının da hizmet ettiği saray rejimi gibi yerlerde süründüğünü ortaya koydu. 

Türkiye’nin Nabzı anketinin ağustos ayı sonuçlarına göre halkın yüzde 70’i Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarına güvenmiyor. 28 ilde yapılan anket kapsamında, 13-17 Ağustos tarihleri arasında 1717 kişiyle görüşüldüğü açıklandı. Katılımcılara, “Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklamalarına güveniyor musunuz?” sorusu yöneltildi. Katılımcıların yüzde 70,4’ü “hayır” yanıtını verirken, yüzde 24,9’u “evet” dedi. Dikkat çeken bir diğer sonuç ise, AKP’ye oy verenlerin yüzde 35,2’si ile MHP’ye oy verenlerin yüzde 58’inin de Diyanet’in açıklamalarına artık inanmamasıdır.

Diyanet gibi güya topluma doğruları, iyiliği, ahlakı, yardımlaşmayı anlatan bir kurumun saygınlığının bu kadar düşmesi tesadüf değil. ‘Olağan’ misyonu gereği topluma vaaz ettiği şeylerin neyi temsil ettiğinden bağımsız olarak belirtmek gerekiyor ki, DİB’in açıklamalarına inananların toplumun çeyreğinden daha az bir orana düşmesi, tam bir iflastır.

Diyanet’in mafyatik saray rejiminin aparatı durumuna getirildiği, her tür yolsuzluğu, çeteciliği, sahtekarlığı, yalan, talanı, zulmü destekleyen bir konumda olması, bu kurumun geniş kitleler nezdinde teşhir olmasına vesile olmuş görünüyor. Anketlerden çıkan sonucun olumlu olduğunu vurgulamak gerekiyor. Zira bu, toplumun geniş kesimlerinin din istismarı üzerinden icra edilen politikalara, yani saray rejimine artık inanmadıklarını gözler önüne sermektedir.