İçindekiler:

3 Temmuz 2022
Sayı: KB 2022/24

NATO'nun "yeni" savaş konsepti ve Türkiye
NATO'daki kirli pazarlıkta anlaşma...
Saray rejiminin sahte vaatleri
Dinci-gericiler arası kapışma
Altı ayın sonunda uyanma vakti
Gerici rejimin trol gerçeği
Tek adam rejiminin kaybedeni işçiler
Sefalet ücreti açıklandı!
Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış!
Gemi sökümde ahlaksızlık
Emperyalist zirvelerin savaş çığırtkanlığı
NATO gücünü 300 bine çıkartacak!
G7 Çin ile rekabeti...
Sri Lanka iflas ilan etti!
Zürih'te inşaat işçileri yürüdü
Köln Ford'da Pressan'la dayanışma!
İktidar ve aparatları meydan okuyor
DGB: Barınma haktır!
Meslek liselerinde yeni sömürü hamlesi
Sivas Katliamı 29. yılında...
Çorum Katliamı 42. yılında...
Ahlaki çöküntü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Altı ayın sonunda uyanma vakti!

 

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), 24 Haziran Cuma günü piyasalar kapandıktan sonra bir karar açıkladı. “Koordineli makro ihtiyati adımlar” olarak ifade edilen karara göre, şirketlerin bulundurduğu döviz 15 milyon TL’yi aşması ve bunun bir yıllık satış hasılatının yüzde 10’unu geçmesi halinde bankalardan ticari kredi alamayacaklar.

Kararla birlikte şirketler eğer kredi almak istiyorlarsa ellerindeki dövizi satmak zorunda kalacaklar. Türkiye’de kredi almayan şirketin çok az olduğu da düşündüğünde pek çok şirket elindeki dövizi satmak durumunda kalacak. Ardından yapılan yeni açıklamada bağımsız denetime tabi bir şirket statüsünde olmaması durumunda söz konusu şirketin karar kapsamına girmeyeceği duyuruldu.

Karar sonrası dolar kısa süreli olarak 16,80’e geriledi. Çoğu ekonomist, bu yeni düzenlemenin yaşanan mali kriz karşısında etkili olmayacağını, kurdaki düşüşün MB tarafından piyasaya sürülen dövizden kaynaklı olduğunu belirtti.

Gerici-faşist rejimin “yerli-milli” ekonomi politikasının işçi ve emekçiler için olumlu bir karşılığı bulunmuyor. Sermaye ve yabancı yatırımcı odaklı atılan adımlarda ise fatura işçi ve emekçilerin sırtına yükleniyor. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikası gereği faiz artırımına gitmeyen sermaye iktidarı, sermayedarlara döviz sattırarak kurları düşürmeyi hedefliyor. Bu tür adımlarla ekonomide büyüme verileri sabitlenmiş olacak.

Seçimlere kadar büyümenin belli bir seviyede tutulması hedefi ile AKP-MHP iktidarının enflasyonla birlikte büyüme konusunda ısrar edeceği görülmektedir. İktidarın ekonomideki her adımının günü kurtarmaya dönük bir muhtevası bulunmaktadır. BDDK kararı sonrasındaki ilk etkilenen kur dolar oldu ancak bunun devam etmeyeceği ortada.

KKM ile döviz getirisi garanti eden sermaye iktidarı Hazine rezervlerini kullandı. Gelire endeksli senet (GES) hamlesi tutmadı, şimdi ise kısıtlamalarla şirketlerin döviz tutmalarını engellemeye çalışmaktadır. Bazı iktisatçılar bu adımların ihracatı yavaşlatacağını ifade etti. “Makro ihtiyati önlem” adı altında atılan adımla krediden vazgeçmek istemeyen şirketlerin döviz satışına geçmesi ve kurun bir “istikrar” kazanması bekleniyor.

“Sermaye kontrolü” anlamına gelen bu kısıtlamaların ekonomik gerekçelerden çok siyasal kaygılarla yapıldığı pek çok iktisatçının ortak yorumu. Keza Bakan Nebati’nin Bloomberg’de soruları yanıtlarken söyledikleri bir itiraf niteliği taşıyor:

 “Aldığımız bütün kararlar daimi kararlar değil. Hepsi geçici. Dövizle işiniz yok, TL ile iş yapın diyoruz…

… Etkisini gördük. Burada firma sayısından ve belirlenen rakamdan ziyade etkisi ve verdiği mesaj önemli. Biz, piyasada ne oluyor ne bitiyor her şeyin farkındayız ve diyoruz ki, paralarını alıp gidip bu parayla döviz alma.”

***

Kabine sonrası açıklama yapan Erdoğan, “ek bütçe”yi yama ile ayakta tutmaya çalışıyor. Cari açığın giderek arttığı ve Merkez Bankası’ndaki rezervlerin eridiği bir durumda taşıma suyla değirmenin döndürülemeyeceği açık olmalı. Ekonomi alanında yama ve sopayla yol yürümeye çalışan Erdoğan, kendi maaşına yapılması planlanan %40 zamma karşı kamuoyunda yükselen tepkiler üzerine büyük bir şovla bundan vazgeçti.

Saray rejiminin bakanı Nebati’nin ekonomideki düzelme için biçtiği altı ay geride kaldı. AKP’nin tek adam rejiminin inşasına başladığı günlerde Erdoğan’ın “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” demesi üzerinden ise dört yıl geçti. Bu süre içinde üç büyük döviz şoku yaşayan ekonomi ile tırmanışı durdurulamayan enflasyon gerçeği, sermayeye teşvik, emekçilere yoksulluk olarak geri döndü. Saray rejimi bir gün daha ayakta durmak için faturayı işçi ve emekçilerin sırtına yüklenmeye devam etmektedir…

 

 

 

 

 

 

Hak-İş’in şefi işçiden değil saraydan yana!

 

Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Hak-İş) şefleri, sendikaları AKP-saray rejiminin aparatı gibi kullanıyor. Zira işçi sınıfının sorunları, hakları ya da talepleri onları zerre kadar ilgilendirmiyor. Konfederasyon Başkanı Mahmut Arslan’ın asgari ücretle ilgili aldığı tutum, bu rezaleti bir kez daha teyit etti.

Hak-İş’in şefi, asgari ücret zammı tartışılırken, enflasyon oranının üzerinde artış yapılması gerektiğini söylemişti. Sarayın ‘yalan üretme aparatı’ TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranı %73 civarında. Gerçek enflasyon ise, en az iki katıdır. Buna rağmen Mahmut Arslan kendi çapında bir ‘çıkış’ yaparak güya asgari ücrete enflasyon oranı üzerinde zam yapılmasını istedi.

Müritleriyle birlikte saraylarda sefahat süren Erdoğan, asgari ücrete %30 artışı yeterli gördü. Buna göre 1 Temmuz’dan itibaren asgari ücret 5 bin 500 lira olacak. Türk-İş’in yayımladığı açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasının sonuçlarına göre ise, haziran ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 6 bin 391 TL’ye yükseldi. Yani ücret yürürlüğe girmeden 891 lira açlık sınırının altında kaldı. Bu arada dört kişilik ailenin yoksulluk sınırı da 20 bin 818 TL’ye yükseldi. 

Asgari ücrete enflasyonun üzerinde zam talep eden Hak-İş’in şefi, yüzü kızarmadan tam bir utanmazlıkla çark etti. Laf kalabalığı uzun bir açıklama yapan Mahmut Arslan, “Hak-İş olarak, asgari ücrette yapılan yüzde 30’luk zammı son derece önemli buluyor ve memnuniyetle karşılıyoruz…” diyor. Ancak hızını alamayan sendika ağası burada durmuyor; “Bu süreçte Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Prof. Dr. Vedat Bilgin’e teşekkürlerimizi iletiyoruz” diye devam ediyor.

Bu işçi satıcısı, işçi konfederasyonun başkanı, ama milyonlarca işçiye açlık sınırının altında bir ücreti reva gören işçi düşmanı saray rejiminin tepesindekine teşekkür ediyor. Bu zihniyeti taşıyan birinin böyle bir görevde bulunması başta Hak-İş üyeleri olmak üzere işçi sınıfı için züldür. Yazık ki, işçi sınıfı sermayenin bu Truva atlarını başında atmadan, sendikaların gerçek misyonunu oynaması mümkün olmayacaktır.