İçindekiler:

3 Temmuz 2022
Sayı: KB 2022/24

NATO'nun "yeni" savaş konsepti ve Türkiye
NATO'daki kirli pazarlıkta anlaşma...
Saray rejiminin sahte vaatleri
Dinci-gericiler arası kapışma
Altı ayın sonunda uyanma vakti
Gerici rejimin trol gerçeği
Tek adam rejiminin kaybedeni işçiler
Sefalet ücreti açıklandı!
Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış!
Gemi sökümde ahlaksızlık
Emperyalist zirvelerin savaş çığırtkanlığı
NATO gücünü 300 bine çıkartacak!
G7 Çin ile rekabeti...
Sri Lanka iflas ilan etti!
Zürih'te inşaat işçileri yürüdü
Köln Ford'da Pressan'la dayanışma!
İktidar ve aparatları meydan okuyor
DGB: Barınma haktır!
Meslek liselerinde yeni sömürü hamlesi
Sivas Katliamı 29. yılında...
Çorum Katliamı 42. yılında...
Ahlaki çöküntü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saray rejiminin sahte vaatleri

 

Ekonomik, sosyal, siyasal krizler toplumun geniş kesimlerinin yaşamını zehir ederken, AKP-MHP rejiminin erken seçime dönük hazırlıkları da belirginleşmeye başladı. Ülkeyi uçuruma sürükleyenler, tam bir utanmazlıkla yeni bir seçime hazırlanıyorlar. Pişkin pişkin halkın karşısına çıkıp bir de oy isteyecekler.

20 yıldan beri işbaşında olan dinci-ırkçı rejim birçok alanda ülkeyi çöküşe sürüklemiş durumda. Toplumun geniş kesimleri, sistem olarak kapitalizmin, siyasal iktidar olarak dinci-ırkçı rejimin yarattığı enkazın altında yaşam mücadelesi veriyor. Hal böyleyken, sayısız suçun faili olan AKP-MHP şefleri seçimlere hazırlık bağlamında vaatlerde bulunmaya başladılar.

Zorbalık ve pişkinlik!

Bir topluma karşı bu kadar ağır suç işleyenler, olağan koşullarda insan içine çıkamaz, kaçacak delik arardı. Oysa bunlar kaba bir küstahlık, tiksinti verici bir pişkinlikle vaazlar veriyor, toplumun geniş kesimlerinin kendilerinden nefret ettiğini bilmelerine rağmen, “iktidarı ele geçirdik. Heveslenmeyin. Bundan böyle kimseye bırakmayız. Kabusunuz olmaya devam edeceğiz” diyorlar.

Toplumsal meşruiyetlerini yitirdikleri için ancak zorbalıkla rejimlerini ayakta tutabilen iktidar sahipleri milyonlarca işçiye, emekçiye, kadına, gence kısacası toplumun ezici çoğunluğuna “sizi kale almıyoruz, tepenizde boza pişirmeye devam edeceğiz” mesajı verecek kadar pervasızlar.

Burjuva siyaset dünyasının ölçülerine göre bile vasat altı olan bu iktidarın davranış ve icraatları dinci-ırkçı zihin dünyalarının ‘fıtratından’ kaynaklanıyor olsa gerek. Ancak bundan da önemli olanı, tepelerinde boza pişirdikleri kitlelerin henüz bu zevatın yakasına yapışıp hesap sorabilecek bilinç ve örgütlülük düzeyine ulaşamamış olmasıdır.

Sermayenin siyasi alandaki bu en gerici, en bağnaz temsilcilerinin yaptıkları iğrenç olsa da şaşırtıcı değil. Zira yağma, talan, yalan üzerine inşa edilmiş bir rejimin ‘değerler dünyası’ da ancak zorbalık, pişkinlik ve riyakarlığın toplamından oluşan bir karışım olabilirdi. Düzen muhalefetini kendi meşreplerine göre dizayn ettikleri için, bu zevattan ancak kitlelerin örgütlü mücadelesi geliştiğinde hesap sorulabilir.

‘Demokrasi ve refah’ vadettiler ‘enkaz ve sefalet’ yarattılar

Dinci-gericiler ve onlarla ittifak halinde olan şoven-ırkçılar ‘yerli/milli’ olduklarını, ‘milleti temsil ettiklerini’ öne sürer, başkalarını ‘kökü dışarıda’ olmakla itham ederler. Oysa ülkenin yakın tarihine bakıldığında, kendi aralarında geçirgen olan bu iki gerici akımın emperyalistlerle ‘yerli’ işbirlikçilerinin düzlediği zeminde siyaset sahnesine çıktığı görülür. Her iki akım da emperyalistler ve sermayenin çıkarları için tetikçilik yapma konusunda deneyimlidir.

Bir Amerikan projesi olarak AKP, 2002’de iktidara taşındığında zemin düzleyenlerden biri MHP’nin şefiydi. Dönemin koalisyon hükümetini yıkıp erken seçimin yolunu açan faşist partini şefi Devlet Bahçeli, o günden bu yana düzenin kendisine yüklediği bu rezil misyonu oynuyor.

İktidar dümeninin başına yerleştirilen AKP’nin ise ‘büyük vaatleri’ vardı; güya ülkeye demokrasi getirecek, vesayeti kaldıracak, toplumu refaha kavuşacak ve daha birçok şey yapacaklardı. Elbette çok şey yaptılar, ancak vade ettiklerinin tam tersini! 20 yıl boyunca emperyalistlere, kapitalistlere hizmet ettiler, kendilerini ve yandaş kapitalistlerini besleyen bir yağma/talan/yalan rejimi kurdular. Ülkenin kentlerini, ormanlarını, derelerini, ovalarını talan ettiler. Yüzbinlerce hektar tarım ve ormanlık alanı yok ettiler. Bütün derelere HES kurdular. Ülkeyi şantiyeye çevirip bu sayede dolar milyarderi oldular. Ülke kaynakları azalınca da mafya babaları ile uyuşturucu ticaretini organize etmeye başladılar. Siyasi alanda anlaşamadıkları kapitalistlerin, tüccarların ‘mallarına çöktüler’ vb…

Yağma ve talandan beslenen rejim, tepeden-tırnağa ve iliklerine kadar çeteleşti/mafyalaştı/tarikatlaştı. Ülkenin birikimlerini talan ettikleri gibi devlet kurumlarını da parsellediler. Sarayın etrafında toplanan siyaset, tarikat, sermaye, mafya, çete karışımında oluşan ucube/mafyatik bir rejim kurdular. Bu rejim ise 20 yıllık bir enkaz yarattı. Faturayı ödeyen/ödemeye devam eden toplumun çoğunluğu, bu dinci-ırkçı rejim tarafından ‘korku, umutsuzluk, çaresizlik, sefalet’ girdabının içine atıldı. 

Enkazda cennet vaadi

Seçim çalışmalarına başlayan saray rejiminin şefleri, yarattıkları enkazın üstüne çıkarak vaazlar vermeye başladılar. Erdoğan her zamanki gibi sahtekarlıkta hiçbir sınır tanımıyor. 20 yıl başta kalıp ülkeyi bir enkaza çeviren bu iktidar utanmadan, sıkılmadan, pişkin pişkin vaatler sıralıyor.

Erdoğan, “20 yılda ülke zenginliğini talan ettik. Büyük bir enkaz yarattık. Dolar milyarderi olduk. Yandaş kapitalistler sınıfı yarattık. Bütün ihaleleri onlara veriyoruz. Sizi sefalete mahkum ettik. Ama dişinizi biraz daha sıkın düze çıkmaya az kaldı. Bir kez daha bizi seçin 2023 yılında size ‘cennet vatan’ vaat ediyorum” demeye getiriyor.

Sermaye iktidarı elbette AKP’den önce de çirkef içindeydi. Nitekim AKP gibi bir partinin kolayca iktidar dümenine yerleştirilmesi ve 20 yıl boyunca orayı terk etmemesi, tam da o çirkef sayesinde mümkün oldu. Buna rağmen 20 yıllık bir enkaz yaratan, sorunları derinleştirip içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olan rejimin başındakiler, bu saatten sonra vaatler verip oy isteyebiliyor.

İşçilere, memurlara, emeklilere, öğrencilere ve toplumun diğer kesimlerine vaatlerde bulunan iktidar, Cumhuriyet’in 100. Yılı’nda ‘genel af’ olabileceği söylentisini de yayıyor. Bunları tam da dikta rejimi tahkim eden birçok yasa ve icraata imza atarken yapıyor. 

Hal böyle olunca “ülkeyi talan etmiş, enkaza çevirmiş, milyonları sefalete sürüklemiş bir rejimin tepesindekiler bu cüreti nereden buluyor?” sorusu doğal olarak gündeme geliyor. Zira işçi sınıfı ve emekçilerin bu zorba/hırsız takımından halen hesap soracak bir mücadele ortaya koyamamış olmaları, iktidardakilere böyle şeyler yapma zemini hazırlıyor. Durum bu kadar vahimken, artık bu pişkin zorbalara oy vermek değil, yakalarına yapışıp işledikleri suçların hesabını sorma zamanıdır.