İçindekiler:

10 Şubat 2023
Sayı: KB 2023/03

Çöken kapitalizm ve sermaye devletinin enkazıdır!
Utanmazlar halen propaganda halinde!
Yardımlara ve gazetecilere OHAL engeli
EİB: Her türlü önlem alınmalıdır!
Deprem bölgelerinden gözlemler...
Sermaye kodamanları ve demokrasi talebi
HDP'yi kapatma davası
Sermaye iktidarı yolsuzluk batağına gömüldü
Metal fabrikalarındaki hareketlilik
Kavel'den Greif'e kazanmak için ileri!
İşçi sınıfı sendika hakkından yoksun!
LC Waikiki direnişi üzerine
Greif Direnişi işçi sınıfı hareketinin devrimci geleceğidir!
Çin hezeyanı ve "casus balonu"
"Çin'le savaşmaya hazır ol!"
"Ukrayna ABD'nin jeopolitik çıkarları"...
"Peru'nun açık damarları!"
NATO ve müttefiklerinin Rammstein Zirvesi
Hitler'in iktidara gelişinin 90. Yılı
"Ukrayna savaşı ve işçi sınıfı" gündemli toplantı
BİR-KAR'ın deprem açıklaması
İEKK'nin 8 Mart çağrısı
Erdoğan neden bu kadar korkuyor?
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Sermaye kodamanları ve demokrasi talebi

 

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, 1 Şubat’ta Cumhuriyet Gazetesi’nden Şehriban Kıraç’a verdiği röportajda temsil ettiği sermaye kodamanlarının “beklenti ve taleplerini” dile getirdi. Buna göre TÜSİAD üyelerinin bazı konularda ‘reform’ yapılası yönünde talepleri var. Turan, görüşlerini Saray rejimini rahatsız etmeyecek bir şekilde dile getiriyor. Üslubun yumuşaması değişimden mi, AKP şefinin gazabından duyulan korkudan mı kaynaklanıyor bilinmez; ama 1970’li yıllarda gazete ilanları verip hükümet düşüren bu kodamanlar örgütünün üslubunun geçmişe göre farklılaştığı açıktır.

TÜSİAD Başkanı’nın ‘kibar’ üslubu, iktidarın tepesindekini rahatsız etmese de işçiler için durum faklı. Sömürücü kodaman takımının işçilere dayattıkları “yoğun çalışma/düşük ücret” politikası, Saray’a kibarlık yapanların işçi sınıfı söz konusu olduğunda nasıl birer zorba kesildiklerini anlatmaya yeter.

“TÜSİAD dört sorunun cevabını arıyor!”

Orhan Turan röportajda farklı konulara değiniyor. Bunlar arasında dikkat çekici olanı ‘demokrasi’, ‘adil bölüşüm’ gibi taleplerden söz etmesidir. “Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında refahın adil biçimde dağıtıldığı, insani kalkınmasını sağlamış bir Türkiye hayal ediyoruz” diyen TÜSİAD şefi, Cumhuriyet’in kuruluşundaki yerel kongrelerden ilham aldıklarını ve bu hayalin gerçekleşmesine katkı sağlamak için, yüzüncü yılda yeni bir proje başlatacaklarını söylüyor.

“Türkiye’nin farklı bölgelerinde düzenleyeceğimiz toplantılarda şu dört soruya hep birlikte cevap arayacağız” diyen Turan, soruları şöyle sıralıyor: “Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz? Küresel dönüşümlerde ulusal stratejimizi nasıl konumlandıracağız? Çevreyi koruyan bir kalkınma nasıl olmalı? Refahı artırırken bölüşümü daha adil nasıl yaparız?”

Despot rejimin sınıfsal dayanağı kapitalistlerdir!

Türkiye’deki sermaye kodamanlarının örgütünün başkanının bu lafları etmesi, olaylara sınıfsal açıdan bakmayanları umutlandırabilir. Askeri darbelere destek veren, 12 Eylül faşist darbesinden sonra “şimdiye kadar işçiler güldü. Şimdi sıra bizde” diyen kapitalistlerin artık ‘demokrat’ olduklarını sanabilirler. Oysa gerçek hayatta sermaye kodamanlarının siyasal tutumlarında bir değişiklik olduğuna dair bir veri olmadığı gibi, bu sınıf çağımızın her türden gericiliğin bizzat kaynağıdır. Demokratik hak ve özgürlükler ancak bu sınıfa ve onun temsilcisi olan gerici iktidarlara karşı mücadele edilerek kazanılabilir. Bu TÜSİAD kurulmadan önce de öyleydi şimdi de.

Gelinen yerde sermeye kodamanlarının, Saray rejiminin sistemi bu derece yozlaştırmış olmasından rahatsız oldukları bir sır değil. Ancak AKP’yi iktidara taşıyanlar güçlerden birinin TÜSİAD ve onun medyası olduğu unutulmamalı. AKP-Fethullah Cemaati ittifakı da AKP-MHP koalisyonu da bu kodamanlar tarafından desteklenmiş ya da onaylanmıştır. Bunların demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesine karşı kayda bir değer bir tutum aldıkları görülmemiştir. İşçi ve emekçilerin temel demokratik haklarının olmazsa olmazlarından biri hak arama mücadelesinde grev silahını kullanmaktır. Oysa AKP şefinin büyük fabrikalarda ilan edilen bütün grevleri yasaklaması, bu sömürücü asalak takımını hep memnun etmiştir. Belli ki, demokratikleşmeden farklı bir şey anlıyorlar. Zira işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinde demokratik haklarını kullanmasının ilk koşullarından biri grev silahını hiçbir baskıya maruz kalmadan kullanabilmeleridir.

Demokratik hakların kullanımının temel alanlarından biri de örgütlenme özgürlüğüdür. Bunun olmasa olmazlarından biri ise işçilerin özgür iradeleriyle sendikalarda örgütlenmesidir. Oysa bunun önündeki dolaysız engel de bizzat kapitalistlerdir. Çünkü işçiler hangi fabrikada örgütlenip hak arama mücadelesine girişirse, bu asalak kapitalistlerin saldırına maruz kalıyorlar. Bunu öncü işçileri işten atarak yaptıkları gibi, polisi/jandarmayı işçilere saldırtarak da yapıyorlar. Yani bu sınıf, işçilerin anayasal hakkı olan sendikalaşmayı bile zorbalıkla engelliyor. Sendikal bürokrasi bu kadar yozlaşmışken Saray rejiminin pervasızlığı ve kapitalistlerin küstahlığı sendikal örgütlülüğün dibe vurmasının temel sebepleridir. Hal böyleyken bu kodaman takımının işçi ve emekçilerin ifade, örgütlenme, eylem yapma özgürlüğüne imkan tanıyacak bir demokratikleşmeden yana olması mümkün değil.

Kapitalistler “adil bölüşüm” meselesinin neresinde?

TÜSİAD şefinin “Refahı artırırken bölüşümü daha adil nasıl yaparız?” sorusunu sorması abesle iştigaldir. Çünkü refahın değil ama sefaletin ülke sathında kol gezmesinin de bölüşümde sınıflar arasındaki uçurumun bu kadar derin olmasının da esas sorumlularından biri TÜSİAD’dır.

Son 10 yılda ücretli/maaşlı işçi ve emekçilerin milli gelirden aldıkları pay sürekli düşerken bankaların, şirketlerin ve sermaye kodamanlarının payı ise durmadan yükseliyor. Üretilen toplumsal servetten işçi ve emekçilerin payına düşeni gasp edip kapitalistlere aktarma suçunun vebali AKP-MHP iktidarının omuzlarında olsa da bundan memnun olan ve bu ekonomik zorbalığın şiddetlenmesine tam destek veren kapitalistlerdir. O halde gelir dağılımındaki bölüşüm adaletsizliğinin bu kadar derin olması bizzat TÜSİAD, MÜSİAD, TİSK, TOBB ve diğer kapitalist örgütlerin talepleri ve desteği ile mümkün olmuştur. Gelinen yerde Türkiye’de sosyal yardım talebinde bulunanların sayısı 60 milyonu geçmişken, şirketlerin, bankaların, işletmelerin ise kârlarını kat kat artırmaları, gelir dağılımındaki bozukluktan kimlerin nemalandığını ayan-beyan ortaya koyuyor.

Vurgulamak gerekiyor ki, kapitalist olan birinin gerçekten ‘adil bölüşüm’ talep etmesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü işçi ve emekçilerin toplam toplumsal gelirden daha çok pay alabilmelerinin yolu, kapitalistlerin payını küçültmekten geçiyor. Oysa kapitalistin “canını al kârını azaltma…”

Demokratik hak ve özgürlükler alanının genişletilmesi de milli gelirden işçi ve emekçilere ayrılan payın insanca yaşamaya yetecek şekilde düzenlenmesi de acil talepleridir. Ancak bunlar ne seçim vaatlerine endeksli nutuklarla ne sermaye kodamanlarının talep ettiği reformlarla sağlanabilir. Bunun tek yolu işçi sınıfının örgütlü, fiili-meşru mücadeleyi yükseltmesidir.