İçindekiler:

18 Ekim 2022
Sayı: KB 2022/31

Haklar ve özgürlükler mücadelesini büyütelim!
Saray rejiminin "anayasa oyunu"
Sansür yasası
Cinayet mahallinde suç itirafı
Bartın'da yaşanan kaza değil, katliam!
Ankaralı emekçilerden katliama tepki!
Sokağa, eyleme, hesap sormaya!
Kartal'da İşçi-Emekçi Mitingi!
Gerici kuşatma sokakta kırılır!
"Tasarruf önerileri" üzerine...
Bilinçli ve örgütlü bir işçi hareketi için ileri!
Marlboro'da direniş sürüyor...
Sarayın soygun ve yolsuzluk çetelerinin borsa vurgunu
İran'da "bu kez her şey çok farklı"
Siyonist işgale karşı bitmeyen direniş
İtalya'da "faşizmin yükselişi"
Ukrayna savaşı alevlendi
NATO nükleer tatbikata hazırlanıyor
Almanya'da "Dayanışma Sonbaharı"na çağrı
İran'da kadınlar-emekçiler ayakta!
Frankfurt'ta Mahsa Amini eylemi
Üçüncü Dünya Kadın Konferansı'ndan gözlem
Yurtdışında yeniden merkezi gece
Saray rejiminin dezenformasyonlarına karşı
Katliamcı devletten hesap sormak için...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Üçüncü Dünya Kadın Konferansı’ndan gözlem ve notlar...

 

Dünya Kadın Konferansı denilince; 8 Mart’ın ‘’Dünya Emekçi Kadınlar Günü’’ olarak Clara Zetkin tarafından önerilmesini anımsamıştım ilk olarak. O zaman da böyle bir konferansta yan yana gelmişti birçok ülkeden sosyalist kadınlar dil, din, ırk ayırt etmeksizin. Özellikle sosyalist bir kadın olmanın verdiği heyecan ve sorumluluk hissiyle devraldığımız bu bayrağı geleceğe taşımak gibi bir sorumluluk duruyordu önümüzde. Dolayısıyla ilk konferansın da Venezuela’da 2011’in 8 Mart’ında yapılması da tesadüf değildi elbette.

Konferansın açılışı için yapılan yürüyüşte dikkatimi ilk olarak katılım çekti. Yürüyüşe 500 civarında katılım olduğunu tahmin ediyordum ki sonrasında açıklanan rakamlar da beni destekledi. Venezuela’daki konferansa 3500 kadının katıldığı biliniyordu, dolayısıyla Tunus’taki bu katılım çok zayıftı. Bu durumunun sebebinin Tunus’un ev sahibi olarak örgütlenme eksikliğinden kaynaklandığı ve 2011’de Güney Amerikalı kadın örgütlerinin çok yoğun bir katılımla yer aldığından dolayı böyle olduğu belirtildi. Ancak konferansta Güney Amerikalı kadın örgütlerinin katılımı neredeyse yok denecek kadar azdı ve bu düşüş tek başına Tunuslu kadın örgütlerinin örgütlenme zayıflığıyla açıklanamazdı. Sonuç itibariyle Tunus’taki toplumsal duyarlık ve örgütlülük düşünülünce katılım belki biraz daha fazla olabilirdi ama fark bu kadar çok olmazdı.

Tunus’taki seçimlerin ardından solun reformist bir tutum içerisinde olduğu görülüyor. Yasal düzenlemelerle yapılan değişiklikler toplumu şu an için memnun ettiği hissediliyor. Ancak sosyalist bir kadın; eğer değişmesini isterlerse yine sokaklara çıkabileceklerini ve gerekirse 2011’den beri yaptıkları gibi hükümeti alaşağı edebileceklerini söylüyor. Ancak her ne kadar da demokratik görünse de bir gazeteci yazdığı bir yazıdan dolayı tutuklanabiliyor.

“Arap Baharı”nın başlangıç ülkesi olan Tunus’ta 2011’den beri çok şeyin değiştiği söyleniyor. Yıllarca Fransız sömürgesinde yaşayan, bağımsızlığın onlar için bir dönüm noktası olduğu görülen ve laik bir sistemde ısrar eden halkın, sokaklara çıkmayı öğrenerek gücünün farkına vardığı ancak daha yapılması ve öğrenilmesi gereken daha çok şey olduğu, kapitalizmle uzlaşılamayacağının farkına varılması gerektiği ve buna göre de mücadele ağları örülmesi ihtiyacı can alıcılığı ile orta yerde durduğu görülüyor.

Konferansta kadın sorunu; sınıf çalışması içerisinde kadın mücadeleleri ve devrimci sendikacılık, ulusal savaş ve direnişlerde kadın mücadeleleri, kadının çifte sömürüsü, ev içi kadının görünmeyen emeği şeklindeki başlıklarda incelendi. Her bir başlık çeşitlendirilerek uzun uzun deneyimler anlatıldı ve tartışmalarla zenginleştiridi. Kadınlar bulundukları her alanda mücadeleyi yükseltmenin yollarını bulduklarını gösterdiler. Bu da bize kapitalist sistemin her ülkedeki farklı yansımalarını ve mücadele etmenin ne kadar elzem olduğunu gösteriyor.

Konferans sürecinde birbirinden ilginç başlıklarla forumlar ve atölyeler gerçekleşti. Eskiden kadınların savaş ganimeti olarak algılandığı ama şu an durumun daha da kötüleştiği ve tecavüzün bir savaş aracı olarak kullanıldığından bahsedildi bir atölyede. Aynı atölyede bir savaş mağduru Ezidi kadının hayatta kalmak için kaç kere tecavüze maruz kaldığı, hamile kalmamak için kendini merdivenlerden attığı, kaç kere satıldığı ve en sonunda fırsatını ilk bulduğunda kaçtığını kendi sesinden dinledik. Ve onun gibi birçok kadının Kürt kadın mücadelesine katılarak mağdurdan mücadelenin öznesine dönüşümüne tanık olduk. Başka bir forumda Afgan kadınların Taliban’a karşı mücadelede Kürt kadınlarını örnek aldığını ve kendileri için mücadelenin öznesi olmalarındaki hevese tanık olduk.

Rojava’da kurulan düzende sendikal çalışmaların olduğu ve aile yaşamında eşlerin kadınlara davranışlarının değişiminde örgütlü bir kadın olmanın ve de bir örgütün denetimindeki aile hayatının farklarını dinledik. Meksika’da devrimcileri tasfiye etmek için NATO’nun devreye girdiğini öğrendik. Bangladeş’ten Türkiye’ye polisin ve devletin sistematik saldırılarının benzerliğini, mücadeleden vazgeçirmek için uyguladığı baskıları ve buna rağmen kadınların ısrarla nasıl mücadele alanları ördüğüne tanık olduk.

Ev içinde kadının toplumsal sorumlukları, çifte sömürüsü ve görünmeyen emeğinin görünür kılınması gerekliliğini hissettik. Tunuslu tarım işçilerinin sorunlarını, Afrikalı kadınların örgütlenmesi gerektiğini ve Tunuslu genç kadınların nasıl örgütleneceklerini bilmediklerini, deneyimli insanların deneyimlerine ihtiyaçlarının olduğunu ve sosyal medyayı kullanılarak propaganda yapılması gerekliliğini bizzat kendilerinden hep beraber dinledik.

Matriarcha (analık hukuku) üzerine yapılan bir atölyede, dikkatimi çeken ilk şey, yerde yeşil ağaç dalları arasında birbirinden farklı objelerin olması idi. Görünce mistik bir oluşumun içerisine girdiğimi zannettim ancak Rosa Lüksemburg’un fotoğrafını görünce sosyalist bir içeriğe sahip olduğuna inancım arttı. Sunumun Almanca olmasına rağmen katılımcı ve sunumu yapan kadın arkadaşlar büyük bir sabırla her cümleyi Fransızca’ya çevirip beni etkinliğe dahil etmek için ellerinden geleni yaptılar. Gösterdikleri birebir sabır ve emek sayesinde, hala var olan ve analık hukuku ile yaşayan kabilelerdeki yaşamı, Engels’in “Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni”inde bahsettiğine benzer klan ve kabilelerin değişik coğrafyalarda hala örneklerinin devam ettiğini, herhangi bir kolluk kuvvetlerinin olmadığını, miras hakkı, aile içi yaşam, evlilik kavramı ve paylaşıma dair bir yaşam sürüldüğünü öğrenmiş oldum.

Bu konferans, bize bir kez daha kadın sorunun ve mücadele şeklinin hala bazı çevreler tarafından doğru kavranmamış olduğunu göstermiştir. Salt cinsiyete dayalı bir devrim algısı ve sınıf içerisindeki kadın mücadelesinin de kavranmaması üzerine yapılan eleştiriler de bunu kanıtlamıştır. Kadın mücadelesinin çevre sorunlarını yeterince gündem haline getirmediğine ve komünistlerin de kadın sorununu devrimden sonraya ertelediklerine dair eleştirilerin de ne kadar yanlış anlaşıldığının göstergesidir.

Tüm atölye ve forumlarda gördüğüm en önemli durum ise; 6 günlük konferansın bile sorunların tartışılması ve kararların alınması konusunda yetersiz olduğuydu. Birçok defa ve birçok konuşmacı da kadınların kendi sorunlarını, nasıl bir devrim istediklerini konuşmaya ve tartışmaya ne kadar ihtiyaçlarının olduğunu vurguladı. Konu başlıkları tartışma konularının ne kadar önemli olduğunu, üzerine konuşulması ve tartışmaların derinlemesine yapılması ihtiyacını da gösterdi. Forum ve atölyelerin birçoğunun çakışması sebebiyle birçok kadın birçok konuya dair tartışmalara katılamamış ve hatta dinleyememiş oldu. Atölye ve forumların iki güne sıkıştırılması çok etkili bir tartışma ortamının yaratılmasına maalesef yetmedi.

Konferansta forum ve atölyelerde çeviri için azami çaba gösterildi. Genel anlamda Almanca olan etkinliklerde, simültane İngilizce, Fransızca, Arapça, İspanyolca, Kürtçe ve Türkçe çeviriler yapıldı. Küçük forum ve atölyelerde çeviri sorunu çok yaşanmazken, delege toplantılarında ise yoğun bir şekilde teknik sorunla karşılandı. Zora adına katılan genç kadınların çeviriler konusundaki çabası ve emeği, farklı dillerin bilinmesindeki ihtiyacı da gözler önüne sermiş oldu.

Paris’ten bir sınıf devrimcisi