İçindekiler:

18 Ekim 2022
Sayı: KB 2022/31

Haklar ve özgürlükler mücadelesini büyütelim!
Saray rejiminin "anayasa oyunu"
Sansür yasası
Cinayet mahallinde suç itirafı
Bartın'da yaşanan kaza değil, katliam!
Ankaralı emekçilerden katliama tepki!
Sokağa, eyleme, hesap sormaya!
Kartal'da İşçi-Emekçi Mitingi!
Gerici kuşatma sokakta kırılır!
"Tasarruf önerileri" üzerine...
Bilinçli ve örgütlü bir işçi hareketi için ileri!
Marlboro'da direniş sürüyor...
Sarayın soygun ve yolsuzluk çetelerinin borsa vurgunu
İran'da "bu kez her şey çok farklı"
Siyonist işgale karşı bitmeyen direniş
İtalya'da "faşizmin yükselişi"
Ukrayna savaşı alevlendi
NATO nükleer tatbikata hazırlanıyor
Almanya'da "Dayanışma Sonbaharı"na çağrı
İran'da kadınlar-emekçiler ayakta!
Frankfurt'ta Mahsa Amini eylemi
Üçüncü Dünya Kadın Konferansı'ndan gözlem
Yurtdışında yeniden merkezi gece
Saray rejiminin dezenformasyonlarına karşı
Katliamcı devletten hesap sormak için...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saray’ın soygun ve yolsuzluk çetelerinin borsa vurgunu

Fikri Tomurcuk

 

Mart 2021’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın tantanalı bir şekilde bizzat kendisinin açıkladığı yeni ekonomi reform paketinde, “Şirketlerin halka arz süreçlerinin kolaylaştırılması ve teşvik edilmesi yönünde düzenlemeler yapılacaktır” şeklinde bir madde yer alıyordu. Bunun, kısa sürede unutulan, unutulunca bir yenisi piyasaya sürülen, sayısız ekonomi paketlerinde yer alan yüzlerce madde gibi bir madde olmadığı kısa sürede ortaya çıktı.

Gerçekten de 2021 yılı, halka arzların, yani şirketlerin hisselerini borsaya sokma işlemlerinin birden hızlandığı bir yıl oldu. Hemen öncesinde, 2019 yılında sadece 6, 2020 yılında ise 8 yeni şirket borsaya gelmişti. 2021 yılında bu sayı 52’ye fırladı. Sahibi oldukları şirketlerin hisselerini borsada satan sermaye sahipleri 2019’da bu işten 262 milyon TL, 2020’de ise 1,1 milyar TL para toplamışlardı. Bu miktar 2021’de neredeyse 20’ye katlanarak 21,7 milyar liraya fırladı.

Bu dalga, içinde bulunduğumuz yılda da sürdü. 2022’nin ilk yarısında 27 şirket daha hisse senetlerini borsaya sokarak 11,6 milyar TL topladı.

Kapitalist sistemde borsaların birinci işlevi sermaye sahiplerinin ucuz yoldan kaynak toplayarak, sermayelerini büyütmelerine olanak sağlamaktır. Sermaye sahibi hisselerinin bir kısmını borsada tasarruf sahiplerine satarak, kendi işinden elde edemeyeceği bir sermaye büyüklüğüne erişme imkanına kavuşur. Sermaye sahibi, kapitalist sömürü ile elde ettiği artı-değerin bir bölümünü borsadaki hissedarlara verme karşılığında sermayesini kat kat büyütebilir. Hisselerini başkalarına satmış gibi gözükse de şirket, şirketin sahip olduğu tüm varlıklar ve yönetim yetkisi hala sermaye sahibinin elindedir. Kârının ne kadarını borsadaki hisse sahipleriyle paylaşacağına, ne kadar kâr payı dağıtacağına yine kendi karar verir. Dağıttığı kâr payını da çoğunlukla bedelli sermaye artırımları ile geri alır.

Ancak borsalar sadece sermayenin büyümesine hizmet eden ve işçi sınıfının sömürüsüyle elde edilen artı-değerin paylaşıldığı yerler değildir.

Özellikle günümüz neo-liberal kapitalist sisteminde borsa, daha çok finans kapitalin at koşturduğu ve olağanüstü kârlarla büyüdüğü bir kurtlar sofrasıdır. Bu kurtlar sofrasının yemi de çeşitli yollarla borsaya çekilen küçük tasarruf sahipleridir. Kriz zamanlarında genellikle önce küçük tasarruf sahipleri, hızla yükselen hisse fiyatlarının cazibesine kapılıp baştan çıkartıcı kâr umutlarıyla borsaya çekilir. Bu süreç yeterli doygunluğa gelince büyük fonların başı çektiği bir borsa çöküşü yaşanır ve sonunda küçük tasarruf sahipleri büyük umutlarla geldikleri piyasadan hüsranla ayrılırlar. Kazananlar piyasaya hükmeden büyük fonlar olur.

Türkiye’nin borsa hikayesi de bunun benzeri örneklerle doludur. Ancak Saray rejiminin çekirdeğinde yer alan soygun ve yolsuzluk çetesi buna yeni boyutlar ekledi. Erdoğan’ın bizzat açıkladığı “şirketlerin halka arz süreçlerinin kolaylaştırılması” planı, Saray’ın gözdelerinin vurgunlarını borsaya taşımalarını kolaylaştırmak amacını da taşıyordu.

Rüşvet ve dolandırıcılık çetesi

Öncelikle borsa ile bu piyasayı sözde denetlemekle görevli olan Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) yönetimine Saray ailesine en iyi hizmeti sunacak elemanlar yerleştirildi. İşin başında Saray ailesi içinde borsa, finans alanında en bilgili fert olan damat Berat Albayrak bulunuyordu.

Damat Berat Albayrak’ın tez danışmanı Prof. Erişah Arıcan borsanın yönetim kurulu başkanı yapıldı. Borsa yönetim kurulu Devlet Denetleme Kurulu Başkanı olarak tanıdığımız Yusuf Arıncı ile Metin Kıratlı ve Fahrettin Altun gibi Saray ekibinin çekirdek unsurlarıyla tamamlandı.

Borsa genel müdür yardımcılıklarına Berat Albayrak’ın ifşa olan ünlü maillerinde adları geçen Şenol Duman ile Necdet Kardan getirildi. Necdet Kardan, damat Albayrak’ın Çalık Holding, Enerji Bakanlığı ve Hazine ve Maliye Bakanlığı dönemlerinde yanından ayırmadığı yakın elemanı. Albayrak’ın maillerinde adı geçen diğer kişi olan Şenol Duman ise borsa tarihinin en büyük spekülatif yükseliş hikayelerinden birisine konu olan Gübretaş’tan borsa yönetime getirildi.

Borsada yapılan işlemleri ve şirketlerin hisselerini borsaya sokmalarını denetlemekle görevli Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) başında da Ali Fuat Taşkesenlioğlu vardı. Ali Fuat Taşkesenlioğlu, AKP Erzurum Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun ağabeyi. 15 Temmuz sonrasında bankada mevduatı olanların bile tutuklandığı Bank Asya’nın genel müdürü olmasına rağmen Halkbank’ın başına, oradan da SPK’nın başına getirilmesinden de anlaşılacağı üzere Saray’ın çok işe yarayan bir elemanı.

Suyun başı böyle tutulduktan sonra halka arz operasyonları devreye alındı. Erdoğan’ın kamu imkanlarıyla beslediği sermaye kesiminin şirketleri, kamu bankalarından aldıkları kredileri batıran Saray’dan torpilli inşaat ve enerji şirketleri birbiri ardına borsaya üşüştüler. İktidardan aldıkları maden ruhsatlarıyla ortaya çıkan “çantacı madenciler” de kervana katıldı.

Kitabına uygun bir denetim yapılsa hiçbiri borsanın kapısından içeri sokulmaması gereken batık şirketler, kamu desteğiyle parlatılarak borsaya girerek yüklü miktarlarda para çektiler.

Bunun en göze batan örneklerinden birisi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemşerisi ve AKP milletvekili Asuman Erdoğan’ın kocası Fatih Erdoğan’ın başında bulunduğu Pasifik Gayrımenkul Yatırım Ortaklığı (GYO). Fatih Erdoğan, Tayyip Erdoğan’ın mitinge gelenlerin üzerine saçtığı çay paketlerinin üreticisi olan Of Çay’ın da sahibi. Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı şaibeli Next Level alışveriş merkezi projesini yapan müteahhit de Fatih Erdoğan’dı. TOKİ’nin arsası üzerine inşa edilen Next Level, satılan bölümlerin parası cebe atıldıktan sonra ödenmeyen kamu bankası borçları karşılığı Ziraat Bankası’nın üstüne kalmıştı. TOKİ ve Hazine’nin peşkeş çektiği arazilere yaptığı projeler ile büyüyen Pasifik GYO’nun hisselerinin yüzde 25’ini borsaya sokarak tam 1,1 milyar TL kazandı.

Saray destekli borsa operasyonları sadece hisselerin borsada satılmasıyla sınırlı kalmadı. Halka arzdan elde ettikleri parayla yetinmeyen bu saray beslemesi sermaye sahipleri, daha sonra SPK’nın izniyle yaptıkları bedelli sermaye artışları ile hisse alanlardan bir miktar daha para topladılar.

Soygun borsadaki hisse satış operasyonlarıyla da kalmadı. Şirketlerin sahipleri borsadaki şirketi borçlandırırken, şirketin varlıklarını başka bir şirkete aktararak şirketin içini boşaltılar. Geriye sadece borçlardan ibaret batık bir şirket kaldı. Bu enkaz da tasarruflarını büyütme hayaliyle borsaya çekilen küçük tasarruf sahipleri ile bu dolandırıcılık şebekesinin bir parçası olan banka ve diğer finans şirketlerinin işlettiği yatırım fonlarına yıkıldı.

Şirketin patronu hisse satışıyla cebine koyduğu milyonların üstüne bir de borçlardan kurtularak çifte kârla aradan çekilmiş oldu. Tabii ki tüm bunlar suyun başını tutan SPK ve borsa yöneticilerinin tüm bu usulsüzlük ve yolsuzluklara göz yumması, yol vermesi sayesinde gerçekleşti.

Ancak soygun çarkı bununla da bitmiyor. Borsadaki halka arz, sermaye artırma, hisse senetlerinin borsada farklı statülere sahip piyasalardan hangisinde işlem göreceğine karar verme gibi kritik işlerin hemen hepsi bir haraç toplama alanı haline de getirildi.

Örneğin borsada şirketinin mali durumunu düzelterek hisse senedinin bir üst statüdeki piyasada işlem görmesini isteyen veya bedelli sermaye artışı yaparak hisse sahiplerinden ilave para toplamak isteyen bir şirket, bu iş için SPK’ya başvurduğunda Başkan Ali Fuat Taşkesenlioğlu işi yokuşa sürüyor ve şirketleri başta kardeşi AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu olmak üzere Saray’ın yakın çeperindeki danışmanlara yönlendiriyor. Onlar da şirketlerin işinin görülmesi için önlerine milyonlarca doları bulan rüşvet komisyonu faturasını koyuyorlar.

Bu haraç tezgahının ne boyutlara ulaştığı, Zehra Taşkesenlioğlu rüşvet paralarının paylaşım kavgası yüzünden açtığı boşanma davasında kocası Ünsal Ban’dan 70 milyon TL tazminat isteyince su yüzüne çıkmıştı. Saray ile arası bozulunca itiraflara başlayan mafya şefi Sedat Peker’in son itiraflarında da borsa ve SPK’daki bu rüşvet çarkı çeşitli yönleriyle ortalığa saçıldı ve bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi Korkmaz Karaca, istifa etmek zorunda kalmıştı.

Görev süresi bittiği için şu anda SPK başkanlığından ayrılmış bulunan Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nun da aldığı rüşvetlerle 5 yıldızlı bir otele ve 180 milyon dolarlık bir servete sahip olduğu söyleniyor.

Manipülasyon çetesi

Borsada tezgahlanan son manipülasyon skandalı ise buraya kadar anlatılanlara rahmet okutacak nitelikte.

Bir ayağı spot hisse senedi piyasasında diğer ayağı vadeli işlemler borsasında yürütülen, borsa tarihinin en büyük manipülasyon operasyonunda iktidara yakın iki grup borsa manipülatörünün yanı sıra, Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, Erdoğan’ın borsa işleriyle çok ilgili ekonomi baş danışmanı ile borsa ve SPK yöneticileri, kamu bankaları yöneticileri ve yandaş medya farklı biçimlerde rol aldılar.

Planlanan büyük operasyonun ana hedefi, faizleri enflasyonun çok altında tutarken döviz kurlarının tekrar atak yapmasını önlemek için tasarruf sahiplerine cazip bir alternatif olarak borsayı pazarlamaktı. Bu arada borsaya gelen müşteri sayısı artınca, oradaki başka operasyon olanakları da artacaktı.

Bunun için birbirini besleyen iki ayaklı bir operasyon tezgahlandı. Operasyon için kamu bankalarının hisseleri seçildi. Bu hisseler, Takasbank’ta yine kamu bankalarının takas hesabında tutulduğu için operasyonu kontrol etmek daha kolay olacaktı.

İki ayaklı operasyonun birinci ayağı hisse senetlerinin spot olarak alınıp satıldığı ana hisse senedi piyasası, ikinci ayağı ise vadeli işlemler piyasasındaki bankacılık endeksine dayalı vadeli işlem kontratları olacaktı.

Bir tarafta spot piyasada banka hisseleri toplanarak fiyatlar yukarı çekiliyor, diğer yanda da vadeli işlemler piyasasında da alım yapılarak, vadeli işlem fiyatları da yukarı çekiliyordu. Vadeli işlem piyasasında yaptığınız işlemle hisse senedini doğrudan almıyor ya da satmıyorsunuz. Sadece belirlenen vade sonunda alma ya da satma hakkını alıyorsunuz. Bunun için de hisse senedini almak için gerekli paranın tamamını ödemeniz gerekmiyor. Alma bedelinin belirli bir oranı kadar teminat yatırmanız bu işlemi yapmanız için yeterli.

Örneğin fiyatı 100 TL olan bir hisse senedinin vadeli işlem kontratını 10 TL teminat yatırarak alabiliyorsunuz. Hisse senedinin fiyatı 10 TL artarsa, siz 10 TL teminat yatırarak 10 TL kazanmış oluyorsunuz. Ancak tersi olduğunda da teminat olarak yatırdığınız 10 TL’yi tamamen kaybetmiş oluyorsunuz. Bu durumda kontratı elinizde tutmak için yeniden teminat yatırmanız gerekiyor.

Borsada hem spot piyasada hem de vadeli piyasada alışa geçen manipülatörler iki piyasada da fiyatların yükselme eğilimine girmesini sağladı. Spot piyasada fiyatlar arttıkça, vadeli piyasadaki kârlar katlanarak arttı. Manipülatörler vadeli piyasada kazandıkları parayla spot piyasadan yeni alımlar yaparak fiyatları daha da yükselttiler.

Daha önce yapılan düzenlemelerle spot piyasadan alınan hisselerin de vadeli işlemlerde teminat olarak kullanılmasının yolu açılmıştı. Spot piyasada fiyatları yükseltmek için alınan hisseler vadeli işlemlerde teminat olarak kullanılınca vadeli işlemlerde daha yüksek hacimli alımlar yapmak mümkün oldu. Böylece kendi kendini besleyerek büyüyen çılgın bir çark yaratılmış oldu. Çark döndükçe milyarlarca lirayı bulan kârlar elde ediliyordu. Hem de sadece haftalar içinde.

Bu tezgah borsada böylece işlerken, devreye Hazine ve Maliye Bakanı Nebati girdi ve borsada yatırımın reklamını yapmaya başladı. Borsada işlerin çok iyi gittiğini, oranın en kârlı ve güvenli yatırım alanı olduğunu, yabancıların da ilgisinin arttığını vurgulayan açıklamalar yaptı. Faizlerin düşük, kurların yerinde saydığı bir ortamda borsadaki yükseliş ile Nebati’nin açıklamaları birleşince, yandaş basının da reklam haberleriyle küçük tasarruf sahiplerinin parası da borsaya akmaya başladı. Bu, spot piyasadaki yükselişi besleyen önemli bir kaynak oldu. Küçük tasarruf sahiplerinin gelişiyle spot piyasada gerçekleşen ilave yükseliş, manipülatörlerin vadeli işlemler tarafındaki kârlarının da katlanarak artmasını sağladı.

Ancak bu çark döndükçe vadeli işlemlerdeki fiyatlar, spot piyasadaki fiyatların çok üzerine çıktı. Bu da aradaki farktan kazanç sağlamak isteyen fonların iştahını kabarttı ve onlar da vadeli piyasada satış yönlü işlem yapmaya başladılar. Aynı günlerde banka çalışanlarının emekli sandıkları da ellerindeki hisseleri kârlı buldukları bu fiyattan satmaya yöneldiler. Tam bu sırada ABD Merkez Bankası tarafından faiz artışının süreceğine yönelik kararlılık açıklamaları geldi. Buna bir de Türkiye’deki bankaların Rus Mir kredi kartını kullanmaktan vazgeçtiklerini açıklamaları bankacılık hisselerine ilişkin olumsuz bir hava yarattı.

Hepsi birleşince, zaten çılgın bir yükseliş sergileyerek satış için çok kârlı düzeylere gelen banka hisselerinde satış dalgası başladı. Spot piyasadaki fiyat düşüşü, vadeli işlemlerdeki teminatların sıfırlanmasını getirdi. Vadeli işlem kontratlarını sürdürmek isteyen manipülatörlerin yeni teminat yatırmaları gerekti. Teminatları yatırabilmek için onlar da spot piyasada satış yapmak durumunda kaldılar ve bu durum çarkın bu kez tam tersi yönde hızlanmasına yol açtı. Milyarlarca lira kâr yaratan tezgah tersine döndü ve milyarlarca lira zarar yaratmaya başladı.

Piyasa olağandışı yükselirken durumu kontrol etmek için kılını bile kıpırdatmayan SPK ve borsa yönetimi, işler tersine dönünce hemen devreye girdi ve piyasaları kurtarmak için çare aramaya başladılar. Vadeli işlemlerdeki pozisyonların spot piyasaya taşınması şeklinde bulunan çözüm, vadeli işlemler piyasasının vade bitiş günü olan 30 Eylül’ü atlatmasını sağladı.

Fatura son noktada emekçiye çıkar

Bulunan bu geçici çözüm ortaya çıkan ağır hasarı ortadan kaldırmıyor, geçici olarak donduruyor. Şimdi bu hasarın kimin üzerine yıkılacağının, kimlere paylaştırılacağının hesapları yapılacak.

Ortaya nasıl bir plan çıkacak, şu anda belli değil. Ancak nasıl bir plan çıkarsa çıksın, işin esası değişmeyecek. Bulunacak çözüm sermayenin hizmetindeki borsa sisteminin ve yağmacı Saray düzeninin ruhuna uygun olacak.

Birinci aşamada Bakan Nebati’nin çığırtkanlığı ile borsaya gelip banka hisseleri alan küçük tasarruf sahipleri, banka hisselerindeki hızlı düşüş karşısında varlıklarının önemli bir bölümünü manipülatörlere hediye etmiş oldular.

Şimdiye kadar yaşanan sayısız örnekte gördüğümüz gibi hasarın yıkılacağı ikinci taraf, bankaların yönettiği yatırım fonları olacaktır. Özellikle son yıllarda büyük reklamlar ve kamu desteğiyle teşvik edilen özel emeklilik fonlarının ana hedef olması çok mümkün. Böylece her ay özel emeklilik fonlarına para yatıran yüzbinlerce kişinin gelecekte alacağı emeklilik parası şimdiden tırtıklanmış olacak.

Hasarın yıkılacağı üçüncü taraf ise dolaylı bir yol bulunarak kamu olabilir. Bu da Saray’ın borsa çetesinin yarattığı hasarın faturasının halka çıkartılması anlamına gelecek.

Ancak unutulmaması gereken ana nokta, sermaye piyasalarında paylaşılan rantın ana kaynağının işçi sınıfının emek sömürüsüyle ortaya çıkan artı-değer olduğudur. Sermaye piyasasında büyüyen kârlar, işçi sınıfı için artan sömürü demektir. Borsada yaşanan tüm bu soygunun faturası aslında son noktada sömürü artışıyla işçi sınıfından çıkar.