İçindekiler:

18 Ekim 2022
Sayı: KB 2022/31

Haklar ve özgürlükler mücadelesini büyütelim!
Saray rejiminin "anayasa oyunu"
Sansür yasası
Cinayet mahallinde suç itirafı
Bartın'da yaşanan kaza değil, katliam!
Ankaralı emekçilerden katliama tepki!
Sokağa, eyleme, hesap sormaya!
Kartal'da İşçi-Emekçi Mitingi!
Gerici kuşatma sokakta kırılır!
"Tasarruf önerileri" üzerine...
Bilinçli ve örgütlü bir işçi hareketi için ileri!
Marlboro'da direniş sürüyor...
Sarayın soygun ve yolsuzluk çetelerinin borsa vurgunu
İran'da "bu kez her şey çok farklı"
Siyonist işgale karşı bitmeyen direniş
İtalya'da "faşizmin yükselişi"
Ukrayna savaşı alevlendi
NATO nükleer tatbikata hazırlanıyor
Almanya'da "Dayanışma Sonbaharı"na çağrı
İran'da kadınlar-emekçiler ayakta!
Frankfurt'ta Mahsa Amini eylemi
Üçüncü Dünya Kadın Konferansı'ndan gözlem
Yurtdışında yeniden merkezi gece
Saray rejiminin dezenformasyonlarına karşı
Katliamcı devletten hesap sormak için...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Gerici kuşatma sokakta kırılır!

D. İnci

 

Son günlerde İran’da umut verici toplumsal eylemler yaşanıyor. Mahsa Emini’nin “kıyafet kurallarına uymadığı” gerekçesiyle ‘ahlak polisi’ tarafından katledilmesi üzerine başta kadınlar olmak üzere İran’ın muhalif kesimleri haklı öfkeleriyle sokağa taştı. Eylemlerin 80’den fazla kent ve kasabaya yayıldığı belirtiliyor. İslami rejimi hedef alan ve giderek geniş yankı bulan bu eylemlere rejim de bildik despotik yöntemleriyle saldırıyor. İran İnsan Hakları, katledilenlerin sayının 40’ın üzerinde olduğunu açıkladı. Ancak bu, kitleleri sokak eylemlerinden vazgeçiremiyor. Halkın öfke ve tepkisi gerici rejimin kendisini hedef alarak devam ediyor, başörtüler yırtılıp yakılıyor. Dinci gericiliğe tepkilerin her zamankinden daha güçlü dillendirildiği gözleniyor.

O sırada Türkiye…

İran gibi şeriat rejiminin örneği olan bir ülkede bu gelişmeler yaşanırken “laik” Türkiye’de ise farklı bir rota zorlanıyor. Gelinen yerde AKP iktidarı ile bir hayli yol alan dinsel gericilik adımlarını hızlandırıyor. İktidarda olmanın tüm avantajlarıyla palazlanan bu gerici odak, eğitimden toplumsal yaşama çeşitli dayatmalarda bulunuyor. Gerici vakıfların istemiyle konserler yasaklanıyor, toplumun tanıdığı sanatçılar hedefe konuyor, sembolik tutuklamalarla, Gülşen örneğinde olduğu gibi, gözdağı veriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor. Bu yetmiyor 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun hedef konuyor. Son olarak LBGT+ bireyleri hedef alan bir miting düzenleyerek sokaklara indiler. Yürüyüşün tanıtım videosu RTÜK tarafından “kamu yararına yönelik spot film” olarak önerilmesiyle de devlet desteği açıkça gösterilmiş oldu. Bu mitinde LGBT+ bireyleri için cezai yaptırımlar dile getirilerek, şeriat rejimlerinde olduğu gibi, gerici politikalar hukuksal kılıflarla yerleşik hale getirilmek isteniyor. Hak ve özgürlük adına her istemin baskı ve zorbalıkla karşılandığı AKP Türkiye’sinde katledilen Mahsa Emini için yapılmak istenen Taksim’deki eylem bile polis zoruyla engelleniyor.

Bu gericilik gücünü rant, yolsuzluk ve sömürü üzerine kurulu bu sistemden alıyor, korunuyor, kollanıyor. Toplumları yönetmek adına işlevsel yöntemleriyle dinsel gericilik her daim egemenlerin kullandığı bir araç olmuştur. Korku ve biat toplumu hedeflenirken işçi ve emekçiler tarafında üretilen artı değere ve diğer toplumsal zenginliklere el koymak daha kolay olmaktadır. 

Gericiliğin etkisi kadın hak ve özgürlükler alanıyla sınırlı kalmıyor. AKP iktidarıyla yaşam tarzından toplumsal yaşamın her alanında dair Diyanet’in bir açıklaması duyulur oldu. Artık Diyanet, ticaret ve ekonomi alanından da fetvalar vermektedir. Hatırlanırsa geçtiğimiz günlerde Din İşleri Yüksek Kurulu fetvasında, “fiyatları tayin eden Allah’tır” diyerek gericilikle bilinçlerini bulandırdığı kitlelerin algılarına ayar vermeye kalkmıştı. Bu şekilde fakirliğin, yoksulluğun sınanma olduğu vaaz ediliyor. Diyanet yine bir hutbede şöyle buyurdu: “Nitekim Cenâb-ı Hak bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: ‘Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!’” Ekonomik krizin, işsizliği, yoksulluğu “ilahi takdir” olarak görülmesini ve “tevekkülle karşılanmasını” istiyor. İran’da ya da Afganistan’dan alışık olduğumuz bu gerici fetvalar, politikalar ve yöntemler artık AKP Türkiye›sinin olağan halidir. 

Örgütlü mücadele gericiliği yenecektir!

AKP iktidarına ve tahayyül ettikleri Türkiye hayaline itiraz edenlerin daha örgütlü bir şekilde bir araya geldiği, sesini daha fazla yükselttiği ve sokakta ilerici değerleri savunduğu zaman işler değişecektir. Toplumun bu gerici kuşatmayı yarmasının tek yolu örgütlü mücadeledir. İşçi ve emekçilerin iktidarın gerici politikalarından kurtulması için düzen siyasetinin manipüle edici muhalefetinden de beklentisini kesmesi gerekmektedir. Zira dinsel gericiliğin politikalarına yanıt vermeyi seçimden sonraya erteleyen bu düzen solu ve sadece AKP karşıtı muhalif temsilcilerinin gericilikle hesaplaşmak gibi bir derdi olmadığı ortadadır. Bu nedenle başta, özel hedef haline getirilen kadınlar ve ötekileştirilen tüm kimlikler, sömürülen ve ezilen işçi ve emekçilerin devrimci sınıf mücadelesinin bir parçası olması gerekmektedir.

 

 

 

Gericilerin şatafat düşkünlüğü

 

Lüks, şatafat, israf, kibir, görgüsüzlük abideleri olarak yükselen saraylar, din istismarcısı gericilerin alameti-farikalarından biridir. Ancak bu zevat iş lafa gelince ahiretten söz eder, dünya malını hor gördüklerini söyler, Diyanet’in şefine vaaz verdirip, “açlığa sabretmenin yüceliğini” anlattırır, daha iyi bir yaşam isteyenleri ise ‘süfli’ olmakla itham ederler.

Daha iyi yaşam isteyenlere ‘süfli’ diyen zatın Ankara’da 1100 odalı sarayı var. Osmanlı döneminden kalan bütün saraylara el koymuş; bir tarafta yazlık saray, öte tarafta kışlık saray inşa ettiriyor. Rezillik bundan ibaret de değil. Zira ‘büyük şefin’ saray düşkünlüğü tüm müritlerine de sirayet etmiş görünüyor. Büyük şefin büyük sarayları olur da küçük şeflerin küçük sarayları olmaz mı? “Her dinci-gerici şefin gönlünde bir saray yatar” dense yeridir. Sarayların büyüklüğü şeflerin mertebelerine göre değişişe de “sefalet döneminin sarayları” ülkenin dört bir yanına mantar gibi yayılıyor. En tepedeki adamın sarayında 1100 oda varken, daha düşük rütbeli şefler ise birkaç yüz odalık saraylar inşa ettiriyorlar. 

BirGün’den Mustafa Bildircin’in haberine göre krizin giderek derinleştiği 2022 yılında AKP-MHP koalisyonu inşa edilmekte olan 23 hükümet konağı (yavru saray) için 1 milyar 71 milyon TL harcama yapmış.

Sivas, Siirt, Antep, Erzurum, Giresun, İzmir Tire, Trabzon Sürmene, Bingöl Solhan, Muş Varto, Siirt Şirvan ve daha birçok yerde yapılan bu hükümet konakları, saray rejiminin yereldeki temsilcilerinin de tepedekiler gibi şatafat düşkünü olduklarını gözler önüne seriyor.  

Şatafat için yapılan bu israflar, AKP-MHP rejiminin her zamanki küstah/kibirli tutumuyla tüm emekçilerle alay etmeye devam ettiğini gösteriyor. Vurgulamak gerekiyor ki, bu kadar kolayından parayı har vurup harman savurmaları, yapılan tüm masrafların halkın sırtına yıkılmasından kaynaklanıyor. Yani dinci-faşist rejim, sefalete mahkum ettiği emekçilerin sırtına bir de ‘yavru saraylar inşaatı’ faturası ekliyor.

Halkın en az yarısını sefalete mahkum edenlerin ‘saraylar zinciri’ inşa ettirmesi ancak faşist tek adam rejimlerinde rastlanır. Böylelerini sarsıp hesap sormak ise, ancak işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadeleyi yükseltmeleriyle mümkün olacaktır.