İçindekiler:

23 Ocak 2023
Sayı: KB 2023/02

Seçim yılı ve sınıf hareketi
"Milletin iradesine" çökme düzeni
HDP'ye "Hazine yardımı" saldırısı
Servet-sefalet kutuplaşması derinleşiyor
Sefalet dayatmasına karşı mücadeleye!
Anayasa değişikliği önerisi
Türkiye'nin Suriye ile normalleşme süreci
Devrimci ve ilerici basın susmadı!
Güç kimdeyse yasa odur!
Metal işçileri sendikal bürokrasiyi aşmalıdır
Kazanım EYT'lilerindir!
İşçi sınıfı olmadan kimse var olamaz
Belgelerin ışığında katliama varan süreç
Oxfam: Servet ve sefalet makası hızla açılıyor
Dünyada "belirsiz ve çalkantılı on yıl"
Savaşa benzin dökme pervasızlığı sürüyor
Borbet işçileriyle devrimci sınıf dayanışması
Rheinmetall
Berlin'de LLL yürüyüşü
28. Rosa Lüxenburg Konferansı'nın ardından
Gülistan Doku nerede?
Büyük Madenci Yürüyüşü
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Belgelerin ışığında katliama varan süreç

Ahmet Kardam

 

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinin 102. yıldönümü vesilesiyle daha önce Kızıl Bayrak’ta yayınlanan Ahmet Kardam’ın yazısını ve Kızıl Bayrak’ın giriş metnini okurlarımıza sunuyoruz...

“Onbeşlerin katledilmesinin 100. Yılı... 28 Kanunisani’yi unutma!”

Tarihsel TKP’nin kurucu lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilişlerinin 100. yılındayız. Acısı ve öfkesi yüzyıldır dinmeyen, devrim ve sosyalizm davası bu topraklarda yaşadığı sürece de dinmeyecek olan bu alçakça ve hunharca cinayete götüren süreç bugün artık hemen tümüyle aydınlanmış bulunmaktadır. Katliamın gerçek sorumluları tarafından izleri silmek üzere, çok geçmeden aynı kirli yöntemlerle yokedilen uygulayıcı piyonların bir önemi yoktu. Önemli olan, tarihe ve dolayısıyla bugüne kalan; modern Türkiye tarihinin sonuçları bakımından apayrı bir yerde duran bu en alçakça siyasal katliamın kimler, hangi güçler tarafından inceden inceye düşünülmüş olduğu ve hazırlığı haftaları bulan kirli bir tezgahla uygulamaya geçirildiğidir. Katliamı izleyen onyıllar boyunca tüm iz silme, saptırma, yanıltma çabalarına ve solun bazı kesimlerinden buna verilen utanç verici desteğe rağmen, tarihsel gerçek bugün tüm yönleriyle ve tüm açıklığı ile ortaya çıkmış bulunmaktadır. Karar yüze gülen sinsilikle perdelenerek Ankara’da alınmış, aynı yüze gülen sinsilikle Kars’ta planlanmış, Erzurum’da iğrenç bir ilk uygulaması sergilenmiş ve nihayet Trabzon’da hunharca bir katliamla sonuçlandırılmıştır.

Bugün yüzyıl sonra bu konuda artık hiçbir belirsizlik yoktur ve çok şey artık belgelidir. Öte yandan, bugün araştırmaların tartışmasız biçimde ortaya koyduğu gerçek, aslında açık bir kanaat olarak daha en baştan da biliniyordu. Nazım Hikmet’in cinayetin ikinci yılında (1923) kaleme aldığı şu dizeler bunun bir anlatımıdır:

“...Trabzon’dan bir motor ac?ılıyor, 

sa-hil-de-ka-la-ba-lık! 

motoru taşlıyorlar, 

son perdeye başlıyorlar. 

burjuva kemalin omzuna binmiş 

kemal kumandanın kordonuna. 

kumandan kahyanın cebine inmiş 

kahya adamlarının donuna 

uluyorlar, 

hav...hav... hak tu?... 

go?rdu?n mu? ikinci motoru.”

Burada katliama götüren süreç üzerinde durmamız gerekli değildir. Son yirmi yıl içinde bir dizi değerli araştırmacı, olayların seyrini ve dolayısıyla katliamın gerçek sorumlularını yeterli açıklıkta gözler önüne sermiş bulunmaktadır. Bu konuda Hamit Erdem’in çalışması (Mustafa Suphi, Sel Yayıncılık, 2010) ile çok yakın bir zamanda çıkan (dolayısıyla konuya ilişkin en son inceleme olmanın üstünlüklerini taşıyan) Ahmet Kardam’ın çalışmasını özellikle anıyor ve herkese öneriyoruz (Mustafa Suphi Karanlıktan Aydınlığa, İletişim Yayınları, 2020).

Mustafa Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinin 100. yılında tüm devrimciler bu emek ürünü araştırmaları özel bir dikkatle incelemelidirler. Türkiye devriminin aynı zamanda ilk şehitleri de olan komünist önderlerini anılarına yaraşır biçimde anmanın en temel gereklerinden biridir bu. Dahası, modern Türkiye tarihini, cumhuriyet biçimine büründüğü başlangıç aşaması üzerinden anlamanın, böylece burjuva sosyalizminin kemalist sol versiyonu tarafından son yıllarda devrimci hareketimize “cumhuriyetçilik” ambalajı içinde yeniden şırınga edilmeye çalışılan Kemalizm’e karşı sağlam bir bağışıklık kazanmanın da en emin yollarından biridir bu.

Ekte sunduğumuz nispeten uzun metin, Ahmet Kardam’ın andığımız kitabının Mustafa Suphi ve yoldaşlarının yokedilmesi sürecine ayrılmış bölümüdür.

Kızıl Bayrak”

(...)

Muhalefeti tasfiye planı devreye sokuluyor

Açtığımız parantezi kapatıp, Mustafa Kemal’in, TKP heyetinin Ankara’ya gönderilmemesi emrini niye verdiği meselesine dönerek, kaldığımız yerden devam edelim.

Yukarıda belirttiğimiz gibi Kazım Karabekir, 25 Aralık günü, Kars’a gelmek üzere olan TKP heyetini doğruca Ankara’ya göndereceğini Milli Savunma Vekaleti’ne bildirirken, bunu TKP’nin, resmi TKF içinde faaliyet göstermeye zorlanması yönünde daha önce alınmış karar uyarınca yapıyordu.

Fakat resmi TKF’nin kurulmasının üzerinden iki aydan fazla zaman geçmiş, o arada koşullar değişmiştir. Birincisi, Ankara’daki illegal komünist partisi (TBKP) ile Tokat mebusu Nazım Bey’in başını çektiği Halk Zümresi’nin tamamını -bir önceki bölümde sözünü ettiğimiz gibi- resmi TKF içine sokmak mümkün olmamıştır. İkincisi, Çerkez Ethem ve ona bağlı Kuva-yı Seyyare kuvvetleri düzenli bir ordu içinde eritilmeye karşı direnmekte, hatta isyan işaretleri vermektedir.

Kazım Karabekir’in 25 Aralık tarihli yazısından iki gün önce, BMM içinden bir grup mebus, Mustafa Kemal’in de onayını alarak, Çerkez Ethem’i yatıştırma amaçlı bir “nasihat heyeti” oluşturarak Kütahya’ya hareket ederler. Bu heyet 26 Aralık günü Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik Bey’le görüşür. İki kardeş, özellikle Refet Paşa’ya güvenmediklerini söyleyerek kendisinin cepheden uzaklaştırılmasını isterler. Nasihat heyetinin bu koşulu makul bulduğu mesajını alan Mustafa Kemal, “Heyet ya aldatılmış ya da Ethem’in elinde esirdir” sonucuna vararak, 27 Aralık günü Batı ve Güney Cephesi komutanlarına şu telgrafı çeker:

“Kütahya’daki kurulun cevabı, Kuva-yı Seyyare işinin artık barış yoluyla ve siyasetle çözümünün mümkün olmayacağını ispat etmiş ve sorunun kuvvet zoruyla çözülmesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Bunun son safhasını şimdiden Meclis’e bildirmeye ihtiyaç yoktur. Başarı ile sonuçlandırırsak, Meclis’in yaptıklarımızı onaylayacağı kuşkusuzdur.” (Cemal Şener, 2000, Çerkes Ethem Olayı, cilt II, s.14)

Bu telgrafı alan Batı Cephesi Komutanlığı, 22 Aralık günü Çerkez Ethem kuvvetlerine karşı operasyon başlatır. Nasihat heyetiyle yaptığı görüşmeyle sorunun halledildiğini sanan Çerkez Ethem, operasyonun başlaması üzerine 29 Aralık günü BMM’ye şu telgrafı çeker:

“Bir yıldan beri devamlı toplantı halinde bulunduğunuz halde, bu süre içinde yaptığınız en büyük iş, kendi maaşlarınızı 300- 400 liraya çıkarmak olmuştur. Herhalde aylardan beri ordu arasına sokulan fitneden haberdar edildiğiniz halde, bir gizli oturum ile bunları giderme ve önleme yürekliliğini gösteremediniz. (...) Hükümet üyelerinin her birine dalkavukluk ederek kutsal görevinizi kişisel çıkarlarınıza feda etmiş görünüyorsunuz.” (Şener, s.15-16)

Mustafa Kemal, Çerkez Ethem’in bu telgrafını “BMM’nin meşruiyetine karşı ayaklanma ve vatan hainliği” ilan eder. BMM’nin 29 Aralık günü yapılan gizli oturumunda, Kuva-yı Seyyare’ye karşı meclisin onayı olmadan askeri operasyon başlatılmasının gerekçesini, Ethem’in bu “ihanet mektubu”na bağlayarak şöyle açıklar:

“Eğer onları ikna etmek, takip etmek imkanını görse idik, zaten bunların hepsine ihtiyaç kalmazdı. Muvaffak olamadığımızdan, ordunun kuvvetini bunlara karşı sevk ihtiyacı hasıl oldu. İhtimal ki, yapacak bazı teklifleri vardı ve neticeye vasıl olunurdu. Ancak resmen ve alenen Millet Meclisi’ne karşı tecavüz ve taarruz etmiştir ve bundan dolayı derhal kumandanlıktan azledilerek kanuni tatbikata tevessül edilmiştir. (... ) Hükümetçe yapılacak başka bir şey yoktur efendim.” (T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 1999, s.299)

Oysa Kuva-yı Seyyare’ye karşı operasyon, Çerkez Ethem’in bu mektubu üzerine değil, daha önce, “nasihat heyeti”nin Çerkez Ethem’le uzlaşmanın mümkün olabileceğini bildiren mesajı üzerine başlatılmıştır.

Meclis’in gizli oturumunda bu konuşmayı yapan Mustafa Kemal, aynı gün (29 Aralık 1920), Kazım Karabekir’e gönderdiği şifreyle, Mustafa Suphi’nin Ankara’ya gönderilmemesini emreder:

“Ankara’da komünist cereyanları arzu hilafınadır (istenmemektedir). Bakü Türk Komünist Fırkası Reisi Mustafa Suphi’nin bu cereyanları körüklemesi mahzuru varid-i hatırdır (sakıncalı olacağı düşünülmektedir). Bir defa kendisini gördükten sonra, mütalaa-i devletlerinin işar buyrulmasını (düşüncenizi bildirmenizi) rica ederim.” (Yavuz Aslan, 1997, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s.300)

Mustafa Kemal’in Karabekir’e gönderdiği bu şifreyi yazmasından bir gün önce (28 Aralık) Mustafa Suphi ve beraberindekiler de Kars’a gelmişlerdir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki Mustafa Kemal, Çerkez Ethem’e karşı operasyon başlatırken, 1920 Eylül’ünden beri tasarlayıp ilk adımlannı attığı ama arzuladığı sonucu henüz elde edemediği, “tüm muhalefeti tasfiye operasyonu”nu nihai sonucuna ulaştırma kararını vermiştir. Çerkez Ethem’le birlikte resmi TKF, Ankara’daki TBKP kadroları, Yeşil Ordu ve Halk Zümresi’nin muhalefet etmeye devam eden kadroları; hepsi hedef tahtasındadır.

Tam da böyle geniş bir operasyon başlatılmak üzereyken, bir de Mustafa Suphi’nin TKP’sinin Ankara’ya gelmesinin yaratacağı sorunlarla uğraşmak istenmemekte; Mustafa Suphi sorununun, kendisi daha Ankara’ya varmadan çözülmesi hedeflenmektedir. Ama nasıl?

Mustafa Kemal, “Bir defa kendisini gördükten sonra düşüncenizi bildiriniz,” diyerek bunun nasıl yapılacağı konusunda Kazım Karabekir’den öneri istemekte, bu çok riskli işin bütün sorumluluğunu Kazım Karabekir’e havale etmekte, uygulamaya geçilmeden önce de kendisinden onay alınmasını emretmektedir! Kazım Karabekir tarafından hazırlanan plandan Mustafa Kemal’in haberdar olmadığını iddia eden araştırmacıların ısrarla görmezden geldikleri noktalardan biri de budur.

Mustafa Suphi’den kurtulma planı

Mustafa Kemal’in bu emri üzerine Kazım Karabekir, derhal Erzurum Valisi Hamit Bey’le temasa geçerek bu plan üzerinde çalışmaya başlar. Planın hazırlanması ve Mustafa Kemal’in onayının alınıp uygulamaya geçilmesi yaklaşık 20 gün sürer ve Mustafa Suphi ve beraberindeki heyet, bu süre boyunca (18 Ocak’a kadar) Kars’ta bekletilir.

Kazım Karabekir, Mustafa Kemal’den gelen şifreden üç gün sonra, 2 Ocak 1921’de, Erzurum Valisi Hamit Bey’e şu telgrafı çeker:

“Bakü’de kurulmuş olan Türkiye Komünist Fırkası Merkez Komitesi, Anadolu dahilinde fiilen faaliyete geçmek üzere Mustafa Suphi Yoldaş ile Ethem Nejat ve diğer üç arkadaşlarıyla şu anda Kars’ta bulunmakta ve bu heyete ait ikinci kafile de Bakü’den gelmektedir. Taupse’den de sahilimize 13 kişinin gelmek üzere bulunduğu haber alındı. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Ankara’ya gönderilmemesi arzusu Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’ndan ve Hariciye Vekaleti’nden makamıma tebliğ buyurulmuştur. Hükümetimizin arzusu dahilinde gereği yapılacağı tabii bulunmakla beraber, Mustafa Suphi ve teşkilatının şu zamanda memleket dahilinde göz altındaki bir mıntıkada bulundurulması veya büsbütün harice gönderilmesi ve bu iki hale nazaran bu teşkilat hakkında ne yolda hareket olunmasının uygun olacağına dair kıymetli düşüncenizi sormak ve bu vesileyle Albayrak gazetesinin ve bilhassa son yayınları ve halkçılığa karşı Erzurum’daki düşünce akımlarının derece ve mahiyeti hakkındaki yüksek düşüncelerinizi rica eylemeyi uygun buldum.” (Aslan, s.306-307)

Özetle, Karabekir Erzurum valisine kafasındaki planın ana hatlarını aktarmakta ve şunları sormaktadır:

• Mustafa Suphi’yi ve beraberindekileri ülkenin göz altındaki bir yerinde alıkoymak veya hepsini sınır dışı etmek gibi iki seçenek var. Sizce bu iki seçenekten hangisi uygundur?

• Komünist partisine yakın olan Erzurum’daki Albayrak gazetesinin son zamanlardaki tutumu ve Erzurum’daki fikir hareketlerinin durumu nedir?

Kazım Karabekir, TKP heyetinin ister tutuklanıp bir yerde hapsedilmesi olsun, ister sınır dışı edilmesi olsun, her iki şıkkın da Erzurum üzerinden yapılmasını düşünmektedir.

Vali Hamit Bey, Karabekir’in bu yazısını hemen ertesi gün, 3 Ocak’ta yanıtlar. Bu yanıt özetle ve mealen şöyledir:

“Bendenizin fikrince memlekette dayanışmayı ve uyumu bozmaya çalışan bu kişilerin sınır dışına çıkarılması zorunludur. Ama bu çıkarılmanın Kars’ta, Rusların gözleri önünde yapılması sakıncalı olacağından, bu işin bize havale edilmesi daha sağlam bir yoldur. Burada halk komünizme şiddetle karşıdır. Halkçılık akımı hükümetin meclise sunduğu programla [Mustafa Kemal’in Halkçılık programıyla] belirlenmiş ve halk da onun sınırları dışına çıkartılmayacağı için bundan bir sakınca doğması beklenmez.” (Aslan, s.307)

Sınır dışı etme işini Vali Hamit’in üstlenmek istediğini gören Kazım Karabekir o gün veya ertesi gün verdiği yanıtta, bu öneriyi hararetle destekler ve böylece, Mustafa Suphi’nin Türkiye’de hiçbir değerinin ve nüfuzunun bulunmadığının Ruslara gösterilmiş olacağını ve ülke dışındaki faaliyetinin etki ve saygınlığının tamamıyla darbelenmiş olacağını söyler. Bununla birlikte, komünist dünyası ile bağlantıları olan Mustafa Suphi ile beraberindekiler sınır dışı edilirken, özellikle Ruslar nezdinde kötü izlenim ve yorumlara neden olmamak için, örgütlenecek gösterilerin, halkın komünizme değil, Mustafa Suphi ve beraberindekilerin şahıslarına tepki gösterdikleri anlamına gelecek şekilde olması gerektiğinin önemini özellikle vurgulayarak, “Mustafa Suphi’den kurtulma planı”nın ayrıntılarına girer: (Aslan, s.308)

• Erzurum’a vardıkları günden başlayarak gerek gazetelerde çıkacak yazılarla ve gerekse halkın uygun gösterileriyle ve baskılarıyla Ankara’ya gitmelerinin ve memlekette kalarak faaliyet göstermelerinin mümkün olmadığını anlamaları sağlanmalıdır.

• Böylelikle hem halkın bu tepkileri nedeniyle, hem de ülkenin birlik ve huzurunu koruyabilmek için sınır dışı edilmelerinin gerekli olduğu kendilerine bildirilmeli, gerekiyorsa bu “resmi takibat” ile yapılmalı ve bunun için Trabzon’a gitmelerinin gerektiği söylenmelidir.

• Trabzon’a kadarki yol boyunca ve Trabzon’da da halkın benzer tepkiler göstermesi sağlanmalıdır. Özellikle Trabzon’da, Bolşeviklerin gözü önünde yapılacak gösteriler istenilen şekilde gerçekleşmeli, Bolşevikliğe değil, bu kişilere karşı olduğu belirgin olmalıdır.

• Sınır dışı eyleminin komünist dünyasında gücenmelere ve eleştirilere yol açmaması için sınır dışı edilmelerinin nedeninin halkın onlan suçlu sayması ve ülkede huzur ve birliğin sağlanmasını istemelerinin yarattığı bir zorunluluk olduğu resmi bir açıklama olarak yayımlanmalıdır. (1)

Kazım Karabekir’in bu planına göre, Mustafa Suphi ve beraberindekilere, Erzurum’a varıncaya kadar sınır dışı edilecekleri hiç söylenmeyecek, o zamana kadar Ankara’ya gitmekte olduklarını sanacaklar, ancak orada karşılaştıkları “halk tepkisi” nedeniyle, mecburen sınır dışı edildiklerini düşüneceklerdir.

Böylece, 5 Ocak 1921 tarihi itibariyle, Mustafa Suphi’den nasıl kurtulacaklarına dair plan ortaya çıkmış olur ama TKP heyeti buna rağmen 18 Ocak’a kadar, 13 gün daha Kars’ta tutulur. Bunun nedeni muhtemelen, hazırlanan bu planın Mustafa Kemal tarafından onaylanarak kesinleşmesinin ve Erzurum ile Trabzon’daki hazırlıkların tamamlanmasının beklenmesidir.

Mustafa Suphi’den ve beraberindeki TKP heyetinden kurtulma amaçlı bu planın yol haritası ve bu güzergahta kendisine kilit rol verilmiş olan Erzurum Valisi Hamit Bey’in geçmişi özellikle dikkat çekicidir.

Hamit Bey, 1919’dan itibaren Sovyet Rusya’yla ittifak yapılmasına karşı çıkmaktadır ve İstanbul’daki İttihatçı Karakol Cemiyeti’yle sıkı temas halindedir. İstanbul hükümetiyle de ilişkileri vardır. İngilizlerin isteğiyle bu hükümet tarafından 27 Ocak 1920’de Trabzon Valiliğine atanmıştır. Bu görevi sırasında, hem 1915 Ermeni soykırımında, hem de Giresun ve civarındaki Pontus Rumlarının yok edilmesinde rol oynamış, Topal Osman’la ve gerici mebuslardan Mustafa Durak ve Teşkilatı Mahsusacı Süleyman Necati’yle yakın ilişki içinde olmuştur. Trabzon’da “Teşkilat-ı Mahsusa” adıyla anti-komünist bir komite kurmuş; kentte Bolşevizmle ittifak kurulmasını savunan görüşleri bastırmış, Trabzon’un İttihatçıların kalesi haline gelmesinde önemli payı olmuştur.

Erzurum’da “halk hükümeti” kurulmasını savunan bir hareketin ortaya çıkması üzerine bu hareketi bastırma göreviyle Ekim 1920’de Erzurum’a vali olarak atanmış, Trabzon’u nasıl Bolşevizm düşmanı bir kent haline getirdiyse, aynı gayreti Erzurum’da da göstermiştir. (Hamit Bey hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Akal, 2013, s. 354-365) Sınırdışı edilme eyleminin, Hamit Bey’in, Mustafa Durak’ın ve Muhafaza-i Mukaddesat ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin egemenliği altındaki Erzurum’dan, Barutçuzade Hacı Ahmet’in ve Yahya Kaptan’ın egemenliği altındaki İttihatçıların kalesi Trabzon’a uzanan yol güzergahından yapılmasının ne gibi sonuçlar doğurabileceği, bu planı hazırlayan Kazım Karabekir ile planı onaylayan Mustafa Kemal tarafından bilinmiyor olabilir miydi?

Kazım Karabekir ile Hamit Bey’in hazırladıkları planın Mustafa Kemal’e ne zaman sunulduğu ve onaylandığına dair bir belgeye ulaşmak mümkün olmadı. Erzurum Valisi Hamit Bey, 16 Ocak günü Mustafa Kemal’e, Mustafa Suphi’nin oraya geleceğinin duyulması üzerine, kentte yapılan hazırlıklar hakkında bilgi veren ve TKP heyetinin Erzurum’dan Trabzon’a sevk edilerek oradan sınır dışı edileceğini bildiren, Karabekir’le birlikte hazırladıkları planı özetleyen bir şifre gönderir ve bu konuda başka bir emir ve düşünce varsa kendisine bildirilmesini diler. (Aslan, s.312-313)

Mustafa Kemal, Hamit Bey’in bu şifresine verdiği 18 Ocak tarihli yanıtta, “Aldığınız önlemler yerindedir,” diyerek yapılmış olan planı onayladığını bildirir. (Aslan, s.315)

Ama bu planın ayrıntıları konusunda Kazım Karabekir tarafından zaten daha önceden bilgilendirilmiş ve onayını daha o zaman bildirmiş olmalıdır. Vali Hamit Bey’e verdiği bu yanıtla sadece, planı onaylamış olduğunu Hamit Bey’e de bildirerek teyit etmektedir.

Mustafa Kemal, yapılmış olan planı önceden bildiğini ve onayladığını, TKP heyetinin Erzurum’a vardığını ve önceden tertiplenmiş yoğun protestolarla karşılandığını, 22 Ocak 1921 günü BMM’nin gizli oturumunda yaptığı konuşmada da açıklar. Ama planın yapılması emrinin kendisi tarafından verildiğinden hiç söz etmeden, mimarının Kazım Karabekir olduğunu, kendisinin bu planı Erzurum halkının gösterdiği tepki üzerine onaylamak zorunda kaldığını söyleyerek, bütün sorumluluğu Karabekir ile Hamit Bey’in üstüne atar:

“(...) vaktiyle (...) Mustafa Suphi başkanlığında bir heyetin memlekete gelmek isteğinde bulunduklarından (...) bizi haberdar etmişlerdi. Bu Mustafa Suphi’nin ahlakı hakkında maulmat sahibi olan birçok arkadaşımız var. Erzurum’un muhterem ahalisi bunu en yakından tanıyanlardır. (...) (2)[Mustafa Suphi’nin gelmekte olduğunu] haber alan Erzurumlular böyle bir adamın memleket dahiline girmesinden son derece müteheyyiç olmuşlar [heyecanlanmışlar] ve memlekete sokulmaması için teşebbüslerde bulundular. Resmi makamlara müracaat ettiler. Bu adam memlekete girerse parçalarız...”

“[Erzurum valisi] bendenize mahrem olarak müracaat etmiş idi ve diyordu ki ... ahalinin tezahüratı karşısında mümkün değildir. [Mustafa Suphi) bilahare bu hudut haricine çıkarılmak üzere mahfuzen hudut haricine... Benim de mütalaamı (görüşümü) soruyordu. (...) Muvafık (uygun) buldum ve kendilerine yazdım. (...)

“[Mustafa Suphi ve beraberindekiler] benim kanaatimce belki kendilerine para veren, kendilerini himaye eden (...) Moskova’daki(lere) yaranmak için birtakım teşebbüsat-ı serseriyanede (serseri girişimlerde) bulunmuşlardır. Bunların yaptıkları teşebbüs, Rus Bolşevizmini muhtelif kanallardan memleket dahiline sokmak olmuştur. (...)

“Mustafa Suphi geliyor. (...) Bu adamın memlekete girmesinin muzır (zararlı) olacağını takdir eden Kazım Karabekir Paşa’dır ve bunun memleket haricine, hudut haricine tard edilmesi (çıkarılması) lazım geleceğini bilen de Kazım Karabekir Paşa’dır.

Bunun planını da yapan Kazım Karabekir Paşa’dır. Yoksa Erzurum Valiliği değildir. Biz değiliz efendiler. (3) Fatinane bir surette (zekice) yapmış olduğu plana, herkesten evvel icap edenlere faaliyet veren Kazım Karabekir Paşa’dır.” (T.B.M.M. Gizli Celse Zabıtları, 1999, s.326, 333, 336)

Bu konuşmasından üç gün sonra (25 Ocak 1921) Erzurum mebusu Mustafa Durak’a gönderdiği telgrafta da aynı fikri tekrarlar:

“Erzurum’da Mustafa Suphi hakkındaki milli gösterinin planına daha evvel Kazım Karabekir (...) ve daha sonra da Hamit Beyefendi’nin yazılarıyla vakıf olmuş ve tasvip etmiş idim. (4) 

Herhalde Doğu’dan gelecek tahripkâr (yıkıcı) bir cereyana karşı Erzurum ve Trabzon’un ve bütün memleketin bir Sedd-i Kebir (Çin Seddi) vaziyetinde bulunacağına eminim.” (5) (Emel Akal, 2013, Moskova-Ankara-Londra Üçgeninde lştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, s.400-401)

Mustafa Kemal, bu telgrafıyla Kazım Karabekir’in hazırladığı planı kendisine sunduğunu ve kendisinin onayladığını açıkça ifade etmektedir.

Bu sunma ve onaylama işlemi ancak yazışmalarla gerçekleşmiş olabilir ama devlet arşivlerinde bu belgeler yoktur. Suphilerin “ölüm yolculuğu”na ilişkin, arşivlere girmemiş veya sonradan yok edilmiş acaba daha kaç belge vardır?

Erzurum’dan Kars’a ulaşan söylentiler

Kararlaştırılan plan doğrultusunda halkı kışkırtmaya yönelik çalışmalar yapıldığına, gelecek TKP heyetinin Erzurum’da onur kırıcı muamelelere maruz bırakılacaklarına dair söylentilerin Kars’a kadar ulaştığı anlaşılıyor. Bunun üzerine Mustafa Suphi ile Ethem Nejat, 11 Ocak 1921 günü Kazım Karabekir’le bir görüşme yaparak kendilerine ulaşan bu söylentileri aktarıp aldıkları kararı bildirirler. Kazım Karabekir anılarında bu görüşmeyi ve sonucunu şöyle aktarır:

“Türk komünistlerinden Mustafa Suphi ve Ethem Nejat ziyaretime geldiler. Erzurum’da kendilerine sü-i kasd veya hakaret edileceğinden, arkadaşlarının Erzurum üzerinden, kendilerinin birkaç arkadaşı ile -Tiflis- yoluyla Ankara’ya gitmeyi düşündüklerini söylediler. ‘Ya hepiniz Erzurum üzerinden giderek halkın hissiyatını görürsünüz veyahut Ankara seyahatinden vazgeçerek Bakü’ye avdet edersiniz. Zaten ordumuzda Bolşevik teşkilatı yaptığınız hakkında dedikodular başladı. Kol kol ayrılarak seyahatiniz aleyhinize daha büyük dedikodulara sebep olacaktır.’ Toptan Erzurum yoluyla gitmeyi tercih ettiler, seyahatten vazgeçmek doğru olmaz dediler. Kendilerinin seyahatleri hususunda kolaylık göstereceğimi ve esasen Ankara hükümeti de bundan haberdar olduğundan ora ile haberleşmelerini de kendilerine söyledim.” (Karabekir, 2000, İstiklal Harbimiz, s.1910-1911)

Yaptıkları planın bu gibi söylentiler yüzünden bozulabileceği ihtimalinden endişelenen Karabekir, bu görüşmeden hemen sonra Erzurum valisine bir telgraf çekerek, heyetin Erzurum’da kötü muameleye maruz kalmayacağına dair kendisinden teminat istediklerini bildirir. Bunun üzerine Hamit Bey’in, “Erzurum’da fiili bir tecavüze mahal verilmeyeceğine” dair teminat verdiği ve Karabekir’in bu teminatı Mustafa Suphi ile Ethem Nejat’a ilettiği anlaşılıyor. (Aslan, s.309)

Şark Şurası: “Biz Ankara’ya kimseyi göndermedik”

Aralık ayının son günlerinde Çerkez Ethem’in Kuva-yı Seyyare kuvvetlerinin dağıtılmasına karar verilip harekete geçilmesiyle, Çerkez Ethem’in isyanı başlar. Aynı tarihlerde, resmi TKF’nin yayın organı haline getirilmiş olan Yeni Dünya gazetesinde, Eskişehir işçilerine hitaben, Nizamettin Nazif tarafından kaleme alınmış, işçileri Bolşevizme sahip çıkıp harekete geçmeye çağıran bir bildirinin basılmak üzere olduğuna dair gelen bir ihbarla, fırkanın sekreteri Hakkı Behiç’e haber dahi verilmeden, gazete binası basılır, yazarları tutuklanır. Çerkez Ethem’in resmi TKF adına ihtilal yapmaya kalkıştığına, Kuva-yı Seyyare’nin resmi TKF tarafından yönlendirildiğine, bu işin içinde parti sekreteri Hakkı Behiç’in de olduğuna dair söylentiler dolaşmaya başlar. (Akbulut ve Tuncay, 2007, s.64)

Birkaç gün içinde, Çerkez Ethem’e karşı başlatılan operasyon, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı (THİF) da kapsayacak şekilde genişletilir. Arif Oruç’un evrakı arasında, Yeni Dünya’nın yayınlanmaya başlamasından dolayı Çerkez Ethem’e gönderdiği kutlama mektubu bulunan Salih Hacıoğlu, Çerkez Ethem’le bağlantı halinde olduğu iddiasıyla, 11 Ocak 1921 günü İstiklal Mahkemesi tarafından tutuklanır. Hemen ardından, takibat THİF’in diğer komünist yöneticilerini kapsayacak şekilde genişletilir; THİF içinde yer almış Halk Zümresi mebuslarının dokunulmazlıkları kaldırılarak haklarında dava açılır.

Tutuklamalar başlayınca, Ankara’daki Sovyet temsilcisi Upmal Angarski, Kars’ta bulunan Mdivani’ye bir telgraf çekerek onu durumdan haberdar eder:

“Batılı emperyalistlerin izinden yürüyerek örgütlediği başarısız ayaklanmanın ardından (Çerkez) Ethem, Yunanlılara kaçmıştır. Hükümet, onun yandaşlarıyla birlikte devrimci örgütleri de tepelemek istemektedir. Salih Hacıoğlu başta olmak üzere TKP üyeleri tutuklanmıştır. Başlangıçta tepkiyi yumuşatmak amacıyla, tutuklanan kişilerin ayaklanmaya çağrı yaparak Ethem’i destekleyen Yeni Dünya gazetesiyle ilgili bilgi almak için gözaltına alındıkları söylendi. Şimdi İstiklal Mahkemesi, Salih’e [Hacıoğlu] gizli örgüt üyesi olmak, [Çerkez] Ethem’le yazışmış bulunmak, Batı Anadolu’yu işgal eden Yunanlılarla ilişki kurmuş olmak suçlamasıyla dava açtı. Öte yandan Rus paralarıyla çalışmak ithamı da ortaya çıktı.” (Akbulut ve Tunçay, s.144-145)

Mdivani aldığı bu telgrafı “çok gizli” kaydıyla Dışişleri Komiseri Çiçerin’e, bir kopyasını da Stalin ile Orjonikidze’ye gönderir. (Akbulut ve Tuncay, s.144) Bu haberin hiç değilse Stalin ile Orjonikidze arasında görüşülüp görüşülmediği ve Mdivani’ye bu durumda ne yapması gerektiğine dair bir mesaj gönderilip gönderilmediği bilinmiyor. Upmal Angarski’den gelen telgrafı almasından, TKP heyetinin Erzurum’a doğru yola çıktıkları 18 Ocak’a kadar geçen süre içinde Mdivani’nin konuya ilişkin hiçbir şey yapmamış olmasından ve Mustafa Suphi’ye bu konuda hiçbir bilgi vermemesinden anlaşılıyor ki, Stalin veya Orjonikidze’den kendisine verilen yanıt, büyük ihtimalle, “Sen bu işlere hiç karışma,” olmuştur. Eğer herhangi bir yanıt vermedilerse, bu suskunluk bile aynı anlama gelen bir mesaj olmuştur.

Birkaç gün sonra daha da ilginç ve önemli bir gelişme olur.

Muhtemelen, Mustafa Suphi’nin Kars’tan Bakü’deki İsmail Hakkı’ya (Kayserili) gönderdiği 5 Ocak 1921 tarihli mektubundaki, “Buraya geleli bir haftaya yaklaştığı halde (...) daha ileriye gidemiyoruz” şeklindeki satırları, Bakü’de yayımlanan Azerbaycan Fukarası adlı gazete sütunlarında, “Şark Şurası temsilcilerinin Ankara’ya gitmelerine izin verilmiyor” şeklinde haberleştirilince, Stasova’nın başında bulunduğu Şark Şurası, bu haberi aynı gazetenin 20 Ocak 1921 tarihli sayısında tekzip eder:

“Ankara hükümetinin Doğu Halkları Propaganda ve Hareket Şurası temsilcilerinin Ankara’ya gelmelerini reddetmesi hakkında basına verilen haber asılsızdır. Propaganda Şurası [Şark Şurası] Ankara’ya hiçbir temsilci göndermemiştir.” (Aslan, s.334)

Oysa daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, Stalin’in 7 Kasım 1920 günü Bakü’de TKP Merkez Komitesi’yle ve Şark Şurası’yla birlikte yaptığı toplantıda, Türkiye’ye dönülmesi konusu karara bağlanmış; TKP, Komünist Enternasyonal üyesi olduğu ve kabul edilmiş olan bütçenin orası tarafından onaylanması gerektiği için, Stalin bu onaylatma işini Moskova’da kendisinin halledeceğini belirtmişti. (Dönüş Belgeleri-1, 2004, s.150) Türkiye’ye dönüşün ana planı 22 Kasım 1920 günü Stasova (Dönüş Belgeleri-1, 2004, s.219) ile birlikte hazırlanmış; Stasova, Türkiye’ye dönüş sırasında TKP heyetine yol boyunca gereken yardımların verilmesi konusunda yetkili Sovyet kurumlarına hitaben kaleme aldığı 12 Aralık 1920 tarihli emirnamesinin ilk paragrafını şöyle formüle etmişti:

“Doğu Halkları Propaganda ve Eylem Şurası’ndan yoldaş Suphi Mustafa, Türk Komünist Fırkası Merkez Komitesi’nin sefer (ekspedisyon) başkanıdır ve Ermenistan üzerinden Türkiye’ye gönderilmektedir.” (Akal, s.340)

Aslında Kafkas Bürosu demek olan Şark Şurası, 20 Ocak 1921 tarihli bu tekzibiyle, Kars’tan Erzurum’a doğru hareket etmiş olan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Türkiye’ye dönmeyi Komünist Enternasyonal ve Şark Şurası’nın kararı ve onayı olmadan, kendi başlarına yapmış olduklarını, onlara karşı hiçbir sorumluluk taşımadıklarını resmen ilan etmekte, onları çıktıkları bu yolculukta kaderleriyle baş başa bırakmış olmaktadır.

Hem Bolşevik Partisi ile Komünist Enternasyonal yönetimlerinin, hem Sovyet Rusya’nın (özellikle Dışişleri Komiserliği’nin), TKP yönetiminin Türkiye’ye dönüşüne sahip çıkmayıp Ankara hükümeti nezdinde sergiledikleri bu kayıtsızlık ve suskunluk, hem de Şark Şurası’nın (Kafkas Bürosu’nun) bu tavrı, “Suphi’den kurtulma planı”nın hayata geçirilmesini olağanüstü kolaylaştırmış olsa gerektir. Örneğin, katliamın gerçekleşmesinden iki hafta sonra Trabzon’daki Sovyet Rusya Konsolosu Bagirov’un Trabzon valisine gönderdiği, “Komünist Enternasyonal Heyeti olan Mustafa Suphi ve arkadaşlarının nereye gönderildiklerini” soran yazısına, Trabzon Valisi Sabri’nin, Şark Şurası’nın tekzibini anımsatan şu yanıtı verebilmesi bunun en çarpıcı göstergelerinden biridir:

“Komünist Enternasyonal Heyeti’nden hiç kimse buraya gelmedi ve hiç kimse de buradan gitmedi. Bu konuda bizde hiçbir bilgi yoktur.” (Aslan, s.333)

Erzurum’dan Trabzon’a...

Mustafa Suphi ve yoldaşları 18 Ocak 1921 günü Kars’tan trenle hareket ederek Erzurum’a doğru yola çıkarlar. Hala Kars’ta bulunan Sovyet Rusya elçisi Mdivani, TKP heyetine veda ziyareti yaparak onları uğurlar. (Karabekir, s.191l)

TKP heyetini taşıyan tren Erzurum’a 22 Ocak 1921 günü varır. Plan uyarınca, önceden örgütlenmiş “halk” treni protestolarla karşılar ama herhangi bir fıziksel saldırıya uğramazlar. Tren bekletilmeden Erzurum’un yaklaşık 20 kilometre kuzeybatısındaki Ilıca’ya sevk edilir. Heyet, Ankara yerine, sınır dışı edilmek üzere Trabzon’a gönderilmekte olduğunu bu aşamada öğrenir. Mustafa Suphi, Ankara’ya gitmekte her ne kadar ısrar etse de “halkın kendilerine karşı gösterdiği tepki” gerekçesiyle Trabzon’a gitmeye mecbur edilir. Erzurum Valisi Hamit Bey aynı gün Mustafa Kemal’e, Mustafa Suphi’nin beraberindeki 17 arkadaşıyla birlikte Erzurum’a geldiğini, istasyonda toplanan “binlerce halk tarafından tahkir ve tard olunduğunu” ve bekletilmeden yoluna devam etmeye mecbur edildiğini, yol boyunca “ahalinin kendilerine konak ve yiyecek vermediğini” bildirir. (Aslan, s.316) Erzurum’dan Trabzon’a ağır kış koşullarında yapılan yolculuk altı gün sürer. Kars’tan ayrıldıkları 18 Ocak’tan Trabzon’a vardıkları 28 Ocak gecesine kadarki 10 gün boyunca Ankara-Kars-Erzurum-Trabzon arasında yoğun bir telgraf trafiği yaşanmış olsa gerektir ama bu konuya ilişkin ulaşılabilen belge sayısı çok azdır. Mustafa Kemal’in “Mustafa Suphi’den kurtulma planı”nı sadece onaylamakla kalmayıp, ölüm yolculuğunun özellikle Erzurum-Trabzon etabını telgraf başında izlediği ve devlet arşivlerinde bunu kanıtlayan en az üç belge olduğu anlaşılıyor. Bunlardan biri Hamit Bey’den Mustafa Kemal’e gönderilen, yukarıda sözünü ettiğimiz, TKP heyetinin Erzurum’a ulaştığını bildiren 22 Ocak tarihli telgraf; ikincisi Mustafa Kemal’den Hamit Bey’e, heyetin kaç kişi olduğunu ve Trabzon’a sevk edilip edilmediğini soran 25 Ocak tarihli telgraf; (Aslan, s.318) üçüncüsü, Hamit Bey’in Mustafa Kemal’e gönderdiği, “Mustafa Suphi’nin zevcesi de dahil 17 arkadaşıyla beraber gittikleri ve Trabzon’a kadar güzergahta bulunan bütün merkezlerde aynı akıbete duçar oldukları”nı bildiren 29 Ocak tarihli yazısıdır. (Aslan, s.318)

28 Ocak akşamı Trabzon’a varan TKP heyetinin yolu Değirmendere’de çevrilir, onları bekleyen dost ve akrabalarına gösterilmeden, alt yoldan iskeleye yönlendirilir. Orada onları, Trabzon Valisi Sabri, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Barutçuzade Hacı Ahmet ve bu cemiyetin diğer yöneticileri, 3. Fırka Kumandanı Nuri, jandarmalar, polis müdürü ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı’nın sağ kolu, Trabzon kayıkçılar kahyası Yahya ve adamları ve bunların hep birlikte, plan uyarınca kışkırttıkları “halk” karşılar. Küfredilerek ve dayak atılarak hırpalanırlar, eşyalarına ve paralarına el konulur ve iskelede hazır bekleyen tekneye bindirilirler. Bu teknenin arkasından, tebdili kıyafet etmiş jandarmalar ve Yahya Kahya’nın silahlı adamlarıyla dolu ikinci bir tekne daha hareket eder... (Hamit Erdem, 2010, Mustafa Suphi, s.239)

Konuyu araştıran tarihçilerimizin bugüne kadar gün yüzüne çıkarabildikleri belgeler önümüze en azından şöyle bir sorumluluk zinciri koyuyor:

• Mustafa Suphi’nin ve beraberindeki heyetin Ankara’ya gönderilmemesini emreden ve gönderilmeyecek olan bu heyete ne yapılacağına dair bir plan yapılmasını Kazım Karabekir’den isteyen ve yapılan planı onaylayan ve uygulanışını telgraf başında izleyen Mustafa Kemal’dir.

• Planı hazırlayanlar: Kazım Karabekir ve Erzurum Valisi Hamit Bey’dir.

• Hem Erzurum’daki Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti, hem de Trabzon’daki İttihatçı çevrelerle sahip olduğu ilişkiler üzerinden bu planın uygulanmasını sağlayan Erzurum Valisi Hamit Bey’dir.

• Heyetin katledilmesi emrini Yahya Kahya’ya veren Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti içinde örgütlenmiş İttihatçılardır.

• Katliamı adamları aracılığıyla bizzat gerçekleştiren Yahya Kahya’dır.

Katliam sonrasında devlet organlarının sergilediği tutum bu fotoğrafı daha da netleştirir. Emel Akal’ın aşağıdaki satırları bu tutumu çok güzel özetler:

“Katliamı yapanlar hakkında hiçbir soruşturma açılmaması Yahya Kahya’ya emri verenleri saklamak içindir. Suphilerin katledilmesi hakkında Mustafa Kemal, Karabekir, Vali Hamit ve benzerleri arasında pek çok telgraf gidip gelmiş olmalı ama bunlardan bir teki bile açığa çıkmamıştır. Mesela Mustafa Suphilerin öldürüldüğüne ilişkin bilgiler Karabekir’e, Mustafa Kemal’e, İçişleri Bakanlığı’na, BMM’ne nasıl verilmiştir? Hangi kelimeler kullanılmıştır? Bu belgeler nerededir? Katliam karşısında herkes mi susmuştur? (...) Karabekir’in yayımladığı ciltler dolusu belgede, Mustafa Kemal’in Nutkunda, Milli Mücadele dönemi komutanlarının hatıralarında bu katliama ilişkin tek satır bile yoktur. (...) Herkes katliam sonrasında suspus olmuştur. (...) Meclis’te bir tek soru önergesi yok mudur? Yoksa tutanaklar da temizlenmiş midir? Mustafa Suphi öldürüldüğünde eski dostlarından Ahmet Ferit ve Yusuf Kemal hükümet üyesi ve bakandır, bu konuda tek kelime etmemişler midir?” (Akal, s.421)

Ama hikaye burada bitmez. Sonradan Muhafız Alayı Komutanı olan İsmail Hakkı Tekçe, ölümünden sonra yayımlanan anılarında, “aldığı emir üzerine” Topal Osman’ın adamlarını da yanına alıp Yahya Kahya’yı öldürdüklerini itiraf eder. (Mete Tunçay, 1989, “Samim Kocagöz’ün Yazısı Üzerine”, s.49) Mustafa Suphilerin katledilmesi karşısında çıtı çıkmayan Büyük Millet Meclisi, Yahya Kahya’nın öldürülmesi üzerine Trabzon’a bir tahkikat heyeti gönderir. Bu heyet içinde yer alan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey de daha sonra Mustafa Kemal’in muhafızı Topal Osman tarafından öldürülür. Ardından Topal Osman da üzerine sevk edilen askeri birliklerle girdiği çatışmada, yaralanıp sağ olarak ele geçirilmesi mümkün olduğu halde öldürülür.

28/29 Ocak 1921 katliamını izleyen bu “faili meçhul” cinayetler zinciri, Mustafa Suphilerin öldürülmelerinin eksiksiz bir “derin devlet operasyonu” olduğunun ek göstergesidir. Nasıl ki “rüşvetin belgesi” olmazsa, böyle bir “derin devlet operasyonu”nun belgesi hiç olmaz; ama “sır” olan bir şey de yoktur.

Dipnotlar:

(1) Kazım Karabekir, Karadeniz katliamından hemen sonra, böyle bir açıklamayı bizzat hazırlayarak, “gerekli yerlere verilecek bilgi” olarak, Ankara hükümetinin Tiflis temsilcisi Kazım Bey’e gönderir. Bu açıklamada, Mustafa Suphi’nin Türkiye’ye ihtilal çıkarmak üzere İngilizler tarafından gönderildiği, Suphi’nin zaten eskiden İngiliz taraftarı Hürriyet ve İtilaf Fırkası üyesi olduğu, Çerkez Ethem ve kardeşlerinin de Suphi’yle ilişki içinde oldukları gibi mantık sınırlarına sığmayan iddialar öne sürülür. (Aslan, 1997, s.326-327)

(2) Erzurum halkının, Erzurum’da sadece orta öğrenimi sırasında bulunmuş olan Mustafa Suphi’yi tanıyor olması mümkün değildir. Mustafa Kemal bu sözleriyle, Rusya’da savaş esiri olarak bulunup da Erzurum’a dönmüş bazı kişilerin Vali Hamit Bey tarafından özel olarak örgütlenerek, Erzurumlular arasında “Suphi’nin savaş esirlerine ne kadar kötü muamele yaptığına” dair yaydıkları söylentilere atıfta bulunmaktadır.

(3) Mustafa Kemal “biz değiliz,” derken, bir yandan Karabekir’i överken, bir yandan da sorumluluğu tümüyle onun üstüne atıp, kendisinin ve Hamit Bey’in, onu Erzurum Valiliği’ne atamış olan hükümetin ve meclisin de bu işten ve yaratacağı sonuçlardan sorumlu tutulamayacağını söylemiş olmaktadır.

(4) Mustafa Kemal, bu sözleriyle Kazım Karabekir’in hazırladığı planı kendisine sunduğunu ve kendisi tarafından onaylandığını açıkça ifade etmektedir. Bu sunma ve onaylama işlemi ancak yazışmalarla gerçekleşmiş olabilir. Ama devlet arşivlerinde bu belgeler yoktur. Suphilerin “ölüm yolculuğu”na ilişkin arşivlere girmemiş veya sonradan yok edilmiş acaba daha kaç belge vardır?

(5) Mete Tunçay’ın Mustafa Kemal’in bu plandaki yeri konusundaki değerlendirmesi şöyledir: “Ben Suphi‘lerin öldürülmesinin Trabzon [“Erzurum” olması gerekir- A.K) Valisi Deli Hamit ve Şark Cephesi Komutanı Kazım Karabekir arasında, Ankara‘dan bağımsız bir şekilde kotarılmış bir şey olduğunu düşünüyorum. Ankara nihayet kendisine gelen raporlara göre, bunları hudut dışı edin, gerisin geri gönderin diyor.” (Tunçay, 1991, “Mustafa Suphi Öldürülmeseydi Muhtemelen Bakan Olurdu”, Sol Kemalizme Bakıyor, s.17)

Birincisi, Mustafa Kemal Suphilerin sınır dışı edilmesini söylemiyor, Ankara’ya gönderilmemesini emrediyor ve bunun yerine ne yapılacağına dair Kazım Karabekir’in fikrini soruyor. Bunu, “kendisine gelen raporlar” üzerine değil, Çerkez Ethem ve diğer muhalefet kanatlarını tasfiye etmeye karar verdiği için yapıyor. İkincisi, hazırlanan planı, doğurabileceği bütün sonuçları bile bile onaylıyor. Onayladığı plan katliamla sonuçlanınca, sorumluların bulunması konusunda ne Mustafa Kemal ne de herhangi bir başka yetkili herhangi bir girişimde bulunuyor. Herkes üç maymunu oynuyor.

Ahmet Kardam, Mustafa Suphi / Karanlıktan Aydınlığa, 

İletişim Yayınları, 2020, s.365-382