İçindekiler:

8 Ağustos 2022
Sayı: KB 2022/27

Örgütlü, kitlesel, birleşik direniş!
Savaş histerisi dinmiyor
Sao Paulo gemisi ölüm saçmaya geliyor!
Yayılmacı dış politika duvara tosluyor
Saray rejimi, kapitalistler, çeteler...
TÜSİAD şefi de saray rejiminden yakınıyor
Rejimin irini KPSS'de patladı
"Bırakınız kirletsinler"...
Kazanmayı yeniden hatırlamak!
TPI'daki fiili grev üzerine...
"İkinci kemandan da öte"
Asalak bir burjuvanın hezeyanları...
MİB'den metal işçilerine çağrı
Gençlik ve gençlik hareketinin sorunları
DGB'den KPSS üzerine açıklama
Enerji krizi ...
IMF dünya ekonomisi için karamsar
Almanya'da emek-sermaye çelişkisi
Şükrü Akçadağ yoldaş yaşamını yitirdi
Zeliha yoldaş kavgamızda yaşıyor!
"Bir kitap okudum hayatım değişti"*
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

TÜSİAD şefi de saray rejiminden yakınıyor

 

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Orhan Turan, Sözcü gazetesine verdiği röportajda, ekonominin durumuyla ilgili yaptığı değerlendirmede, düşük faiz politikası tercihinin başladığı 2021 Eylül ayından bu yana enflasyon ve kurda rekorları gören ekonomide maliyetin ağırlaştığını, yavaşlamanın şiddetlendiğini kaydetti.

AKP şefinin izlediği “düşük faiz” politikasından yakınan TÜSİAD şefi, “Türkiye dinamik bir ekonomi. Reel kesim bilançosu, banka bilançosu esnek ve sağlam. Hatalı politikalar sonucunda yıpranma mevcut; bu iki bilançoyu daha fazla yormamalıyız...” diyor ve Tayyip Erdoğan inadından vazgeçerse ekonomi toparlanacak iddiasını ortaya atıyor. 

“Enflasyonla doğru yöntemlerle mücadele etmiyoruz” diyen TÜSİAD şefi, saraya şunu soruyor:

“…Bu politikalarda ısrar ettikçe zaman kaybediyoruz. Her kaybedilen zamanın ekonomik açıdan bir maliyeti oluyor. Ekonomik göstergelerin istenilen çerçeveden uzaklaştığı bu ortamda reel sektör olarak sormamız gereken şu; bu politikalar belli ki sonuç vermedi. Ekonomi yönetiminin B planı nedir?”

Görünen o ki, TÜSİAD kodamanlarını artık başka şeyler de rahatsız ediyor. “Size göre Türkiye’nin en önemli ilk 3 sorunu nedir?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Kurumların yıpranması, adalette yaşadığımız problemler ve ülkemizin geleceği açısından çok önemsediğimiz eğitim kalitesindeki düşüş, beyin göçü…”

Ekonomi alanındaki sorunların çözülebileceğini savunan Orhan Turan, bu sorunların aşılmasının zaman alacağını söylüyor. Yüksek enflasyon, yabancı sermayenin kaçması, Merkez Banaksı rezervlerinin harcanması, dövize erişimin zorlaşması gibi sorunlardan da yakınan TÜSİAD şefi, “Günün sonunda hem yüksek enflasyon hem yüksek kredi faizi hem de değer kaybeden bir TL ile karşı karşıyayız” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor.

Kapitalistlerin destekleri ya da tutum almaktan kaçınmaları sayesinde kurulan tek adama dayalı saray rejiminden de memnun görünmeyen TÜSİAD şefi şunları söylüyor:

“Türkiye’nin tarihsel tecrübesi ve toplumsal yapısı, yönetimde temsilin kapsayıcı, katılımcı demokrasinin güçlü olduğu çoğulcu bir sistemi gerektiriyor (…) Biz kurum olarak, kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme mekanizmaları, yargısal denetim, kurumların özerkliği ve düzenlemelerde katılımcılık gibi ilkeleri etkin bir kamu yönetimi için çok önemsiyoruz.”

“Seçimlerin zamanında, demokratik/şeffaf, gerilimden uzak, toplumsal barışa özen gösterilen bir ortamda gerçekleşmesini” temenni eden TÜSİAD şefi, muhalefete de “popülist” vaatlerden uzak durun diye telkinde bulunuyor. Bu şaşırtıcı değil. Çünkü kapitalistlerin öncelikleri daha çok kar elde etmelerini sağlayacak koşulların oluşması. Yakın zamana kadar ne AKP’ye ne saray rejimine itirazları vardı. Zira on milyonlarca emekçi yoksullaşırken onların işleri tıkırındaydı. Nitekim Orhan Turan da işlerin bozulması konusunda 2021 yılı Eylül ayını işaret ediyor.

TÜSİAD şefi sistemin birçok noktada tıkandığını dile getiriyor. Ekonomik, sosyal, siyasal alanlarda tıkanma olduğunu, bunların aşılması için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini söylüyor. Ancak Orhan Turan temsil ettiği sermaye düzeninin, “kurum olarak” destek verdikleri AKP’nin yarattığı sorunların bedelini ödeyen on milyonlarca insanın yaşadığı sefalete değinmiyor. Zira bu onun ilgi alanına girmiyor. O temsil ettiği sermaye kodamanlarının beklentilerini sıralıyor.

Bu şaşırtıcı değil elbet. Ne de olsa hükümetler sermaye kodamanlarına hizmet etmek için kurulurlar. 20 yıllık AKP hükümeti/rejimi süreci onlar için pek makbuldü. Zira bu rejim yağma ve talandan kendi payını alsa da asalak kapitalistler için bulunmaz bir fırsattı. Yani ülkenin içinde bulunduğu vahim durumdan TÜSİAD kodamanları da birinci dereceden sorumludur. Zira onlar olmasaydı ne AKP ne Tayyip Erdoğan ne mafyalaşan rejim ülkeyi mahveden uğursuz rollerini oynayabilirdi.

 TÜSİAD şefinin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, -seçimler söylendiği şekilde gerçekleştirilirse eğer- yeni kurulacak burjuva hükümetinin önceliği de kapitalistlere hizmet etmek olacaktır. Dolayısıyla saray rejimi ile kapitalistler tarafından dayatılan sosyal yıkımı ve sefalet zincirlerini parçalamanın tek yolu işçi sınıfıyla emekçilerin örgütlü mücadelesidir.

 

 

 

 

 

Çifte standart "hukukun” çiğnenmesidir

 

Burjuva hukuku karşısında durumu birebir aynı olup ama uygulamada iki farklı kararın çıkması, en hafif ifadeyle bir çifte standart göstergesidir. AKP iktidarında sayısız çifte standart örneğiyle karşı karşıyayız. Dolayısıyla çifte standarttın AKP iktidarının temel özelliklerinden biri haline geldiğini söylemek hiç de abartı olmayacaktır. Bu o kadar açık yapılıyor ki, başlıktaki ifade abartma değil, son örnekte yetersiz bile kalıyor.

Demans hastası olan eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir hakkında düzenlenen hastane raporunda, cezaevi koşullarında kalmasının uygun olmadığı, infazının ertelenmesi gerektiği belirtildi.

Adli Tıp Kurumu (ATK) değil hastane heyetinin verdiği rapora göre Çevik Bir tahliye edildi. Burada yanlış olan bir şey yok. Hastane heyeti tıp etiğine göre rapor düzenlediyse, “hapiste tek başına yaşamını idame ettiremeyecek” Çevik Bir’in tahliye edilmesinde yanlış olan hiçbir şey yok.

Yanlış ve çifte standart olan, aynı raporu olan demans hastası Aysel Tuğluk’un serbest bırakılmamasıdır. Üstelik Tuğluk’a ATK raporu dayatılıyor. ATK ise tıp etiğine tümüyle aykırı bir şekilde “hapiste kalabilir” raporu veriyor.

Birincisi ATK raporunun dayatması iktidarın kendi burjuva hukukunu bile tanımamasının ifadesidir. Çünkü ATK raporu zorunluluğunun olmadığını Çevik Bir’in tahliye edilmesi gösteriyor. İkincisi yine iktidarın hukuk-norm-kural tanımazlığına başka bir örnek de ATK raporuyla bile hapiste kalamaz denen Ergin Aktaş gibi engelli tutsakların serbest bırakılmamasıdır. Hatta bazen “tehlikeli” diye verilen polis raporuyla bile tahliyeler engelleniyor. Sonuç olarak hasta mahpusun serbest kalıp kalmayacağına savcının talebiyle infaz hakimliği karar veriyor.

“Tek başına yaşamını idame ettiremez” denilen demans hastası Çevik Bir tahliye edilirken, demans hastası Aysel Tuğluk’un tahliye edilmemesi çifte standarttır. Dahası konuşmakta bile zorlanan Tuğluk’un ifade vermeye zorlanması burjuva hukukun bile alenen çiğnenmesidir.

Gerici-faşist iktidarın çifte standardı ve kendi burjuva hukukunu bile bu kadar rahat çiğnemesinin gerisinde kitlelerin tepkisiz ve sessiz kalmalarının mutlaka payı vardır. Düzen muhalefeti kitlelerin enerjisini seçime endeksleyerek boşa çıkarıyor Kitlelerin tepkisinin mücadeleye ve sokaklara akmasının önüne geçerek sermaye iktidarının ayakta kalmasının yolunu düzlüyor.

Oysa gerçek çözüm yolu örgütlü mücadele ve kitlelerin sokaklara çıkarak haklarına ve geleceklerine sahip çıkmalarından geçiyor. İşçi ve emekçiler sokakları çıktıkları zaman çözümün de yolunu mutlaka açacaklardır.

H. Ortakçı