19 Ekim 2018
Sayı: KB 2018/39

Emekçiler dur demedikçe fatura kabarmaya devam edecek
Cinayet ve “çirkef üçgeni”
Pazarlık kozundan barışma hediyesine dönüşmek
Rahip ve “bağımsız yargı” rezaleti
AKP iktidarında açlık ordusu büyüyor
“Tasarruf” derken ödenekler arttırıldı
MİB MYK Ekim Ayı Toplantısı Sonuç Bildirgesi
Suriyeli işgücü veya kölelik kapılarında yaşam
İGA CEO’su günah çıkartırken 3. havalimanının değişmeyenleri
Kriz, işçi toplantısı ve ötesi
Anısı ve davası hep yaşayacak!
Yarım asır taşıdığın kızıl bayrağı yükseklerde tutacağız!
Senin mücadelen bizlere ışık tutacak!
Yoldaşların senin bıraktığın mirasa daha sıkı sarılacaklar!
Yarım asırlık devrimci adanmışlık!
Fransa’da kapsamlı saldırılara karşı işçi ve emekçilerin mücadelesi sürüyor
Dünyadan işçi-emekçi eylemleri
Adaletsiz düzende “adil olmak!”
Kadının yeri neresi?
Zindan direnişlerinde ölümsüzleşenler kavgamızda yaşıyorlar!
Kürt ulusunun kanayan yüreği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Brunson’ın tahliyesi…

Pazarlık kozundan barışma hediyesine dönüşmek

 

Üzerinde onca tartışma yürütülen, “askeri ve siyasi casusluk” ve “FETÖ ile PKK adına suç işleme” iddialarıyla yargılanan Papaz Brunson tahliye edildi ve ABD’ye döndü. Oysa Brunson’ı pazarlık malzemesi olarak kullanmak isteyen Erdoğan, ABD yönetimine hitaben “Bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi alamazsın” diyerek, yüksek perdeden konuşmuştu. Ancak gelişmeler Erdoğan’ın bir kez daha meşhur “U” dönüşlerinden biri olarak tarihe geçti. Birden “bağımsız yargı” kararını vererek, 35 yıl hapis cezasıyla yargıladığı Brunson’a 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası verdi ve yattığı süreyi göz önüne alarak tahliye ediverdi. “Bağımsız yargının” iş görmesi için ifadeleri tutuklanmalara yeterli olan gizli tanıkların ifade değiştirmesi yetti.

AKP şefi Erdoğan daha önce de Deniz Yücel ile ilgili olarak, “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan-terörist. Kandil’den ülkemi tehdit edecek, bölecek, ajanlık yapacak tiplere gereği neyse yaparız” demişti. Sonrasında dönemin Başbakanı Binali Yıldırım Almanya ziyareti sırasında “Almanya-Türkiye ilişkilerine zarar vermesini istemeyiz” diyerek Deniz Yücel’in tutukluluğuyla ilgili “kısa sürede gelişme olacağını” söylemiş ve bir yıldır hazırlanmayan iddianame hızlıca hazırlanarak Deniz Yücel tahliye edilmişti.

Böylesi örneklerden hareketle Brunson’ın tahliyesi esasında beklenen bir durumdu. Arka planda ne türden pazarlıkların yapıldığı ve bunların nasıl sonuçlandığı şimdilik bilinemese de şu kesin ki, bu örnek Türk sermaye devletinin emperyalizme bağımlılığının yeni bir göstergesi oldu. Efendiler uşaklarına iplerin kimin elinde olduğunu bir kez daha gösterdiler.

Görüntüde rahip pazarlığı olarak görülse de esasta ABD’nin dönemsel ihtiyaçlarına göre Türkiye’nin alacağı tutumlar ya da aykırı düştüğü konumlar üzerinden bir tartışma yürüdüğü aşikârdır. Bunun yanı sıra her iki taraf bu olayı iç kamuoylarına yönelik olarak kendi koltuk çıkarları adına da kullandı. Türkiye’nin rahibi ABD’ye karşı koz olarak gördüğü bu pazarlıkta, Erdoğan’ın kötü bir tüccar olduğu ortaya çıktı. Trump, rahibi oldukça zor koşullardan kurtarmak için çabalayan bir başkan olarak, imajını güçlendirdi. Erdoğan ve ekibi ise ekonomik savaşın nedeni olarak kodladıkları rahibin tahliyesinden sonra “Bırakacaktınız madem, kriz niçin bu noktaya kadar tırmandırıldı? Neden doların fırlamasına seyirci kaldınız?” türünden sorulara muhatap oluyor.

Bilindiği gibi ekonomik krizin etkilerini göstermesi ve bu krizdeki rollerinin üzerini örtmek adına Rahip Brunson yüzünden ekonomik savaş içinde oldukları türünden manipülatif söylemler yerli-milli naraları eşliğinde abartılı bir şekilde dolaşıma sokulmuştu. Böylelikle yaratılan “milli ruh”la krizin faturasını emekçi kitlelere yüklemenin hesabı yapılmaktaydı.

Kuşkusuz bu pazarlık oyununu fazla uzatamayacaklarını Erdoğan ve ekibi de biliyordu. Ev hapsi modeliyle Erdoğan’ın Brunson üzerinde uzatmak istediği pazarlık sürecine ABD sert tepki vermiş, kimi yaptırımlar gündeme gelmişti. Sıcak paraya bağlı bir ekonominin kaçınılmaz bir şekilde yuvarlandığı kriz sürecine gidiş tabi ki ABD yaptırımlarıyla birlikte artmıştır. Dövizdeki artışla birlikte etkileri beklenenden daha hızlı görülen bu süreçte Erdoğan, sıcak para akışını sağlama adına batı emperyalizmiyle arasını düzeltme hamleleri yapmaya koyuldu. Zira o çok övünülen ve büyüdüğü iddia edilen Türkiye ekonomisi yurtdışından her yıl 250 milyar tutarında döviz girdisi sağlama mecburiyetindedir. Bunun için bir yandan uluslararası sermaye kuruluşlarına çağrılar yapılmakta, yeni ekonomi programlarıyla güven kazanmak istemekteler, diğer yandan da emperyalist ülkelerle ilişkileri “normalleştirme” adına dış politika hamleleri yapıyorlar. ABD’li şirketlere evleri gibi görmelerini istedikleri Türkiye’de, ev hapsinde tutulan bir rahip pürüzünü de ortadan kaldırmak işin gereğidir.

Brunson sorunu ile gelişen süreçte kimileri “eksen değiştirme” tartışmaları yürütmüş, kimileri ise Erdoğan’ın sözde Amerika’ya “kafa tutan” pozlarına “anti-emperyalist” anlamlar yüklemeye kalkmıştı. Ancak Erdoğan ve AKP’si içeriye yönelik ahkâm kesmelerin dozu en yüksekteyken bile ABD’yle olan ilişkileri riske atacak adımlardan kaçındı. Sürekli “stratejik ortaklıktan”, çıkar birliğinden dem vuruldu, bir rahip için bunun tehlikeye atıldığından yakınıldı. Damat Berat Albayrak ise gayrı ciddi bir şekilde, “40 yıllık karı koca bile her konuda anlaşamıyorlar” diyerek, ABD-Türkiye ilişkilerine “özgün” bir yorum getirmişti.

Rota belli: Stratejik uşaklık!

Türk sermaye devleti, geleceğinin ABD emperyalizminin çıkarlarıyla örtüştüğünü bilerek davranmaktadır. Brunson davası bunu bir kez daha göstermiştir. Brunson’ın tahliyesinden sonra Trump istediğini almış biri olarak “Bu, ABD ve Türkiye arasında daha iyi -belki harika- ilişkilerin önünü açacak” demekte, Erdoğan da “Umuyorum ki ABD ve Türkiye iki müttefike yakışır biçimde işbirliğine devam eder” diyerek, ABD emperyalizmiyle “onarılan” ilişkinin muştusunu vermektedir.

Şüphesiz, ABD’nin dönemsel önceliklerine göre Türkiye’nin alacağı pozisyonun ve bundan bağımsız olmayacak şekilde S-400’lerin akıbeti, İran’a yönelik yaptırım meselesi, Ortadoğu politikası ve Suriye’deki Kürtlere ilişkin Türkiye’nin tavrı gibi başlıklardaki gelişmelerin bu “onarılan” ilişkiyi nasıl etkileyeceği önümüzdeki süreçte daha belirgin hale gelecektir.