30 Mart 2018
Sayı: KB 2018/13

Emekçiler mücadeleye odaklanmalı!
Krizin faturasını emekçilere ödettirecekler
İşgalin acı faturası
Kirli ilişkilerin aynasında: AKP ve Demirören Holding
Birleşik, kitlesel, militan 1 Mayıs için ileri...
Şeker fabrikalarımıza sahip çıkalım!
Akkim direnişi üzerine
“Uğur Konfeksiyon’da yürüttüğümüz mücadele son bulmayacaktır”
İşçi inisiyatifi her açıdan ve her alanda güçlendirilmeli
“Hakların talep etmekle alınmadığı gerçeğini iyi biliyoruz”
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - III - H. Fırat
Ticaret savaşları kızışıyor
Yolunu kaybetmiş Avrupa’nın “birliği” ve karanlık geleceği
Fransa’da sular durulmuyor
Almanya’da kamu çalışanlarından uyarı grevleri
Ortadoğu halklarının düşmanı Rheinmetall
Ekim Devrimi’nin 100. yılında Kollontay’ı okurken... / 8
Heybesi barış dolu, umut dolu gelinliğiyle Pippa Bacca
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar üzerine...
Çocuk sömürüsü ile başlayan uysal toplumu yaratma organizasyonu: Çıraklık
Cesaretin ve adanmışlığın adı: Kızıldere
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dikta rejim seçim sürecini başlattı;

Emekçiler mücadeleye odaklanmalı!

 

Erkene alınmaz ya da iptal edilmezse eğer 2019’da yerel, genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak. Dinci-faşist AKP-MHP ittifakının ‘resmi’ hale getirilmesiyle seçim süreci fiilen başlatıldı. “Yasalara uygun” oy çalmak, hile/sahtekârlık yapmak için seçim yasasını bir günde değiştirdiler.

Diğer düzen partileri ile reformist sol partiler de seçim gündemine odaklanmaya başladılar. Taraflar bu seçimlere büyük bir önem atfediyor. Dinci-faşist ittifak tek adam diktasının ömrünü uzatabilmek için, diğerleri ise bunu engelleyebilmek için seçimlere umut bağlamış görünüyorlar.

Bu arada, seçimlerin boykot edilmesini savunan bazı ulusalcı ve liberal kesimler de var. Bu tartışmaları başlatanların bir kısmının -dolaylı da olsa- AKP-MHP ittifakına hizmet etmeye çalıştığına dair spekülasyonlar da eksik değil.

Dikta rejimin bekası dışında “her şey teferruat”

Cumhur ittifakı” etiketini kullanan dinci-faşist koalisyon, fiili durumu seçimlerde onaylatabilmek için şimdiden çırpınmaya başladı. Özellikle AKP şefi Erdoğan’la etrafındaki dalkavuklar, ne pahasına olursa olsun ‘seçim galibi’ olmak istiyor. Bunun için AKP şefi, her gün televizyonlarda canlı yayınlanan konuşmalarıyla halkı taciz etmeye başladı. Hem ‘güç zehirlenmesi’ yaşadıklarından hem suç dosyalarının çok kabarık olmasından dolayı seçimleri kaybetme düşüncesi bile onlar için tam bir kabustur.

Bu kabusu ilkin 7 Haziran seçimlerinde yaşadılar. O hezimeti parlamentoyu devredışı bırakmanın fırsatına çeviren AKP, artık kirli savaşla, şoven histeriyle, işgalle seçim kazanma taktiği izliyor.

Her şeye rağmen 16 Nisan referandumunu da kaybeden iktidar, sahte oylarla hezimeti kazanıma dönüştürdü. Yani, sermaye iktidarının dümeninde oturan AKP için ne yasaların, ne kuralların, ne parlamentonun bir önemi var. MHP ile kotardığı yeni seçim yasası ile bu kural dışı icraatları “olağan” hale getirmeyi hedefliyor. Bu sayede hem dinci-ırkçı koalisyona “hukuksal kılıf” uyduruyorlar, hem oy çalmak, seçimlerde hile yapmak için sayısız yol, yöntem ve araç hazırlıyorlar. Çünkü ne kadar çırpınsalar da istedikleri oy oranına ulaşamıyorlar.

Dinci-faşist koalisyonun şeflerinin günden güne daha histerik tutumlar sergilemeleri, kitle desteğinde hissedilen düşüşten kaynaklanıyor olsa gerek. Zira, yeterli destekleri olsaydı bu kadar saldırgan, kural tanımaz, zorbalığa dayalı bir politika izlemelerine gerek kalmazdı. Bu arada, AKP şefi o kadar sıkışmış görünüyor ki, cihatçı çetelerle orduyu Kürt halkının üstüne salarken, “dağdakiler gelsin burada siyaset yapsınlar” türünden laflar da etmeye başladı.

Emperyalist/siyonist merkezlerin imalatı olan AKP, “yerli/milli” diye bir safsata ortaya attı. Her işi dolarla yapanlar, Amerikan Cargill şirketinin çıkarları için 14 şeker fabrikasını satışa çıkaranlar, vergi ödememek için Malta/Man adalarına servet kaçıranlar, kendilerine biat etmeyenleri “yerli/milli” olmamakla, vatan haini olmakla suçluyorlar. Görünen o ki, iktidardaki din bezirganları için ‘vatan’, tek adamın faşist diktasından, ayakkabı kutularındaki “milli/yerli” dolarlardan, saraylarda sefahat sürmekten, Man adasına dolar istiflemekten ibarettir…

Oy oranlarını arttırmak için sergilenen türlü kepazeliklere destek vermeyenlerin iktidar tarafından “terörist/vatan haini” ilan edilmeleri ise, ancak tiksintiyle karşılanabilir.

Muhalefet partileri teskin ediyor

Dinci-faşist tek adam diktası fiilen işbaşında olmasına rağmen, AKP’nin noteri haline getirilen mecliste bulunan muhalefet partilerinin buna dair kayda değer bir itirazları bulunmuyor. Bazı sorunların meclis gündemine taşınması, ‘görev savma’ sınırlarının ötesine geçmiyor. Yani, dikta rejimi parlamentoyu kaale bile almadan yoluna devam ederken, meclisteki partiler ‘ufak/tefek’ işlerle oyalanmaktan öte bir şey yapmıyorlar.

İçinde bulundukları rehavetten son dönemde kısmen de olsa kurtulmaya çalışan muhalefet partilerinin gündeminde de seçimler var. Dinci-faşist koalisyon 7 Haziran 2015’ten beri bildiğini okurken, seçim/referandum sonuçlarını hiçe sayarken bir-iki cılız itirazla yetinen bu partiler, AKP-MHP dayatmalarını sineye çektiler. Son dönemde ise ne faşist zorbalığa, ne hak gasplarına, ne vahşi neo liberal saldırılara, ne Ortaçağ karanlığının topluma dayatılmasına karşı kayda değer bir tepki sergileyebildiler. Bu icraatlara tepkili olan toplum kesimlerini ise teskin etmekle yetiniyorlar. Ne de olsa onlar da kapitalist düzenin bekasını korumakla yükümlüdürler…

Seçimle ilgili açıklamalarında ise, halen AKP-MHP koalisyonunu alt edeceklerini söylemenin ötesine geçemiyorlar.

Reformist sol da havaya giriyor

Seçim atmosferinin oluşmaya başlamasıyla birlikte reformist sol çevreler de seçim gündemine ısınmaya başladı. Bu cephede durum henüz netleşmedi. Bazı çevreler CHP ile ittifakı tartışırken, bundan uzak duranlar da var. AKP-MHP koalisyonunun seçimlerde çelmelenmesi gerektiği konusunda bir mutabakat olsa da, bunun nasıl yapılacağına dair bir açıklık görünmüyor.

Dikta rejiminin yasa/kural tanımaz tutumu belirginleşmişken, OHAL/KHK ile ülke yönetilirken, savaş histerisi doruktayken seçim heyecanına kapılmanın, reformistler açısından bile anlaşılması kolay değil. Seçim sistemi dahil burjuva yasalarını ayaklar altına alan, parlamentoyu devre dışı bırakan, OHAL’i “olağan” yönetim biçimi haline getiren bir rejimde seçimlere umut bağlamanın hüsrandan başka bir sonuç yaratması olası değil.

Esas olan ‘sınıfa karşı sınıf’ mücadelesidir!

Seçimlerin ya da burjuva parlamentonun kapitalist sınıflara hizmet ettiği sayısız deneyim üzerinden kanıtlanmıştır. Hal böyleyken emekçilerin seçimlere umut bağlaması, ancak yeni hayal kırıklıklarıyla sonuçlanabilir. Bu seçimlerde bir kabus gibi ülkenin üstüne çöken dinci-faşist koalisyonun çelmelenmesinin bir anlamı olsa da, bu kadarı işçi sınıfının, emekçilerin, ezilenlerin sorunlarının çözümü anlamına gelmez!

Dinci-faşist koalisyonun kapitalist/emperyalist sistem tarafından yaratıldığı dikkate alındığında, sorunun esas kaynağı da açığa çıkmış olur. İktidarın icraatlarına karşı mücadelenin önemi elbette göz ardı edilemez! Zira hakları savunmak, çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek, demokratik haklar alanını genişletmek için bu mücadele kaçınılmazdır. Ancak bu sınırların aşılması, bütün bu sorunların kaynağı olan sömürü ve ücretli kölelik düzeninin kaldırılması için şarttır. Sömürü ve baskıyı sadece sınırlamanın değil, tamamen ortadan kaldırmanın, yani sosyalizmi kurmanın tek yolu ‘sınıfa karşı sınıf’ eksenli devrimci mücadeleden geçmektedir!

 
§