23 Mart 2018
Sayı: KB 2018/12

Efrîn’i ilhak süreci başladı
Efrîn işgali, Kürt düşmanlığı ve emperyalist yüzsüzlük
Türkiye’de Newroz eylemleri: Newroz direniştir!
Kürdistan’da Newroz’a Efrîn direnişi damga vurdu
Kan gölünden beslenenler, kan gölünde boğulacaklar
İstatistiklerle özelleştirme saldırısı
İşte Cargill gerçeği!
“Asıl düşman ülkenizdedir!”
Köleliğin devletli hali: Kadrolu taşeronluk
DİSK Genel-İş Sendikası CHP’nin arka bahçesi mi?
Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu - II - H. Fırat
Trump’lı ABD, daha saldırgan bir döneme açılıyor
ABD’nin Trump’la geçen dönemi
Doğu Akdeniz’de doğalgaz “savaşları”
“Mahşerin Dörtlüsü” ve dönemin siyasal ruhu
Kadınlardan yükselen eşitlik ve özgürlük sesleri
Okyanusun içinde harekete geçen bir damla
DGB 3. Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
Saldırıların “sıradanlaşmasına” alışmamalıyız
“Bilim galip çıkacaktır, çünkü işe yarar”
Kızıl Yıldız: Sosyalist bilimkurgunun ütopik bir örneği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Saldırıların “sıradanlaşmasına” alışmamalıyız

 

Ölüm, ölen insanın yakınlarını mutlaka sarsar. Ne var ki, savaş cephesinde ölüm, ölen insanın -savaş cephesindeki- yakınlarını etkilemeyebilir bile. Çünkü cephede ölüm neredeyse “sıradanlaşmıştır.”

Eğer savaşçı daha önce ölümler görmüşse, yanında kardeşi bile ölse normalda duyacağı acının çok azını duyar. Savaşta belki de kaçınılmaz bir durum bu, hatta böyle bir “alışkanlığın” gerektiğini bile söylemek mümkün. Ama sonuç kesinlikle insanın kendi özüne yabancılaşmasıdır.

Savaş cephesinde normal, hatta gerekli görülecek yabancılaşma yaşamın diğer alanlarında oldukça tehlikeli bir durumdur.

Örneğin madenlerde iş cinayeti “sıradanlaştı” demek hiç de yanlış bir cümle olmayacak. Madenlerde yaşanan iş cinayetlerinde ölen madenci sayısı beşin, hatta onun altındaysa birkaç ay sonra hatırlanmayabiliyor bile. Maden işçileri bile unutabiliyor. Unutmasa, psikolojik olarak dahi yeniden madene girip çalışamaz.

Göçük, patlama, gaz sızması sonrası bu kez kendinin de ölebileceğini düşünmek, madene girmeyi engelleyebilir. Bu durumda işsiz kalır, aç kalır. Yalnız kendi değil, ailesinin de aç kalmaması için önceki göçükte ölen kardeşi bile olsa, yine iş güvencesi olmadan madene inmek için, bu iş cinayetini unutması gerekir.

Tek başına bir madencinin düşünüşü böyle olur. Önceki iş cinayeti gaz sızıntısından olmuşsa, yine nefes aldığında bile fark edebildiği gaz sızıntısı olsa bile, o madene inip çalışmak zorunda hissedecektir kendini. Tek başına başka yapacak bir şeyin olmadığını düşünerek madene inecek ve çalışacaktır.

Bir de şöyle düşünelim: Tek bir işçi değil, o madende çalışan bütün madenciler patrona “Gazı tümüyle boşalt, madene yeterince havalandırma aç! Önlemleri al! Ancak o zaman madene iner çalışırız. Yoksa mezardan farksız madene kimse inmez” dese ve inmeseler, maden patronu hemen işçilerin isteğini yerine getirmeyecek ama, zamanla getirmek zorunda kalacak. Patron madende çalıştıracak başka işçi de bulamayınca “el mahkum” işçilerin isteğini yerine getirecek.

Gerçeklik ile düşündüğümüz arasındaki fark işçilerin iş cinayetlerine “alışmaması” değil, örgütlülüğüdür. İşçiler örgütsüzken “el mahkum” iş cinayetlerine alışmak zorunda. Ama örgütlüyken bu kez patron “el mahkum” iş cinayetlerini engellemek için önlem almak zorunda.

Yaşamın her alanında örgütsüzlük saldırılara “alışmayı” koşulluyor

Sadece madenlerde değil, yaşamın her alanında örgütsüz olmak patronun, sermaye devletinin, gericilerin saldırılarına “alışmayı” koşulluyor.

Kadın cinayetlerinin, cinsel istismarın, tecavüzün sıradanlaştığı bir durum var. Neredeyse her gün bu saldırıların haberini okuyoruz. Bu haberlerin bitmesi için tek koşul var: Kadın-erkek işçi ve emekçilerin birlikte, örgütlü mücadelesi. Örgütlü mücadelede erkek işçi kadın işçiye aynı cephenin savaşçısı olarak bakar.

Örgütlülük varsa, patronun veya patron sözcülerinin kadın işçilere yönelik saldırılarına karşı kadın ve erkek işçiler birlikte karşı çıkar. Çünkü karşı çıkabilecek gücü vardır; örgütlüdür. Bu koşullarda işçi kadınlara yönelik cinsel saldırılar asla “sıradanlaşmaz”.

Gerçeklik üzerinden söylersek, bugün hapishanelerde ölümler bile “sıradanlaşıyor”. Çünkü dışarıda hapishanedeki saldırılara karşı gerekli örgütlü mücadele yok. Sermaye devleti dışarıdaki işçi ve emekçilerle hapishanelerdeki tutsakları organik bir bütün olarak görüyor. Ecevit Ulucanlar katliamından bir gün önce “içeriye hakim olmadan dışarıya hakim olamayız” şeklinde bir açıklama yaparak bu durumu dillendirmişti.

Dışarıda ise birebir örgütlü güçler dışında bu gerçekliğin pek farkında olan yok. Şu an en büyük tehlike örgütlü güçlerin bile bu saldırılara “alışması”dır. Yok bu asla olmaz demeyelim. Ölüm orucu sürecinde ölümlere bile alışılmıştı.

En ufak bir saldırının bile “sıradanlaşmaması” için örgütlü mücadele mutlak bir zorunluluk

Yukarıda söylediklerimizi özetlersek, yaşamın her alanında saldırıların sıradanlaşması, saldırının çokluğu ve sürekliliğiyle ilintilidir. Saldırılara alışmak ise örgütsüzlükle ilişkilidir. Örgütsüz işçi, emekçi güçsüzdür, çaresizdir. İş bulursa sigortasız çalışmaya razıdır. İş cinayetlerinin nedenini bilir ama patrona önlem alması için hiçbir şey söyleyemez. Arkadaşı işten atıldığında, kendi atılmadığı için sevinir.

Yabancılaşma dediğimiz her şey örgütsüzlüğün, yalnızlığın doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur.

Örgütlü mücadele sadece daha iyi çalışma ve yaşam koşullarına kavuşmak için değil, beraberinde insan kalabilmek için de mutlak bir zorunluluktur.

H. Ortakçı

 

 

 

 

Sarısülük davasında katil polis yine korundu!

 

Haziran Direnişi’nde Ankara Kızılay’da yapılan eylemlerde Ethem Sarısülük’ü başından vurarak katleden polis Ahmet Şahbaz, daha önceki kararın Yargıtay tarafından bozulması üzerine yeniden yargılandı.

Katil polisi koruyan ve adeta ödüllendiren düzen yargısı, bir kez daha bu tutumunu sürdürdü ve Şahbaz’a 2 yıl 1 ay hapis cezası verdi, onu da para cezasına çevirdi.

Katil polis Şahbaz, ilk yargılandığı Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesi  tarafından “Haksız tahrik altında adam öldürmek” ve “Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanmak” suçundan 7 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılmış, Yargıtay 1. Ceza Dairesi ise kararı usulden bozmuştu.

Daha sonra dava Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ederken, 19 Aralık 2016’da katil polise “Meşru müdafaada kastı aşarak ölüme neden olma” suçundan 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezası verilmiş, bu da 10 bin 100 lira adli para cezasına çevrilmişti.

Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nin bu kararı da bozması üzerine, katil polis Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nden yeniden yargılandı. Tutuksuz yargılanan katil polisin SEGBİS ile katıldığı duruşmada bu kez 2 yıl 1 ay hapis cezası verildi. Mahkeme, cezayı 15 bin 200 lira adli para cezasına çevirdi.






Katil polise “gizlilik” koruması

 

Antakya Samandağ’da Güven Oğurol Kahil’in 12 Mart’ta polis tarafından katledilmesinin ardından, katil polisi koruma çabaları ortaya serildi.

Cinayetin ardından gözaltına alınan polis daha sonra serbest bırakıldı. Kahil’in katledilmesiyle ilgili yürütülen soruşturmaya da savcılığın “gizlilik kararı” aldığı bildirildi.

Kahil’in vurulma anına dair görüntüler ise polisin yargısız infazını gözler önüne sermişti.

 
§