6 Ekim 2017
Sayı: KB 2017/38

Sömürü ve yağma düzenine karşı mücadeleye!
Kaçak sarayın temizlik masrafı bile yıllık 2 milyon TL
10 Ekim Ankara Katliamı
Yüksek “direniş şüphesi” ile hukuksuzluğa devam...
Tutuklu gazeteci sayısı 176
TTE saldırısına karşı dışarıda mücadele örgütlenmeli
Üçlü “şer ittifakı”na karşı mücadele kaçınılmazdır
Kod-A işçileri köleliğe karşı direniyor
MİB: Vergi soygununa ve soygun düzenine son!
Avcılar Belediyesi eylemlerine dair
Büyük devrimin aynasında parti davası
Katalonya bağımsızlık referandumu üzerine
BİR-KAR’dan Frankfurt’ta işçi toplantısı
Yeni dönemde üniversiteler bizimdir!
Dev-Genç devrimci tarihimizin toprağıdır
Devlet-çete işbirliğiyle gerçekleştirilen bir katliam: Bahçelievler
Kadına yönelik şiddet ve düzen yargısının rolü
Ernesto Che Guevara
“Bu mütevazı emek sizlerce de bilinsin istedim”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye devletinin kanlı sicilinde bir sayfa:

10 Ekim Ankara Katliamı

 

Emperyalizmin tüm dünya halklarının başına bela ettiği IŞİD çetesinin, 10 Ekim 2015 tarihinde Ankara’da yapılacak olan Emek, Demokrasi ve Barış Mitingi’nde gerçekleştirdiği ve 103 kişinin yaşamını yitirdiği Ankara Gar Katliamı’nın üzerinden tam 2 yıl geçti. Anısı zihnimizde hâlâ canlı olan bu katliamın nasıl Türk sermaye devleti ile ortak gerçekleştirildiği 2 yıldır ortaya çıkan her yeni bilgi ile bir kez daha kanıtlanıyor.

Türk sermaye devleti-IŞİD ortaklığı

Katliamın ardından, IŞİD’in mitinglerde birden fazla canlı bomba ile eylem yapacağına dair istihbarat bilgisinin, patlamadan 25 gün önce, 14 Eylül 2015’te poliste olduğu ortaya çıktı. Ve bu bilginin Ankara Emniyeti Terörle Mücadele C Şubesi Müdürü Hüseyin Özgür Gür tarafından üstlerine ve mitingle ilgili önlem alan Güvenlik Şube Müdürlüğü’ne iletilmediği kayıtlara geçti.

Polise gönderilen talimatta “kendinize yönelebilecek canlı bomba saldırılarına hazırlıklı olun” denilmiş, orduevi gibi kurumlara o gün sivil araç girişi yasaklanmış, orada çalışanlar tarafından “bugün çok büyük patlama olacak” denildiği doğrulanmıştı.

Yine sonradan ortaya çıkacaktı ki tertip komitesi 08.30-16.00 saatleri arasına miting başvurusu yapmış, fakat devlet kendi belgelerinde miting saatini 12.00-16.00 olarak tanımlamış, katliamın kendi “sorumluluk zamanlarının dışında gerçekleştiği” izlenimi yaratmaya çalışmıştı.

Patlamanın hemen ardından katliam alanı bildik görüntülere sahne olmuş, alana ambulanstan önce TOMA, sağlık ekiplerinden önce kolluk kuvvetleri gelmişti. Yaralılara ve onlara yardım etmeye çalışanlara biber gazı sıkılmış, TOMA’yla saldırılmıştı. Daha sonrasında saldırıya uğrayanların verdiği ifadeler doğrultusunda kimliği tespit edilebilen 11 polis hakkında “görevi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılmış, ancak başvuru Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcısı Hamza Yokuş tarafından, “gaz ve TOMA kullanmanın polisin görevi” olduğu gerekçesiyle reddedilmişti.

Katliamın devlet eliyle gerçekleştirildiği zaten istihbaratın, polisin ve yargının tutumu üzerinden açık hale gelmişti. Yakın zamanda basına yansıyan görüntüler bu gerçeği bir kere daha doğruladı. Görüntülerde canlı bombaların Ankara’nın en merkezi noktalarında ellerini kollarını sallayarak gezdikleri ve mitinge giriş esnasında hiçbir aramayla karşılaşmadıkları görülüyor.

Bildik yargı oyunu

Katliamın ardından, katliam protestolarında polis saldırıları yaşandı, katliamın yıl dönümünde Ankara’da eylem yasağı ilan edildi. Üniversitelerde yapılan boykotlar onlarca soruşturmaya konu edildi. Katliamda yakınlarını yitirenlerin cenaze törenlerindeki açıklamaları “örgüt propagandası” sayıldı, davalar açıldı. Katliamı çok yönlü değerlendiren sermaye devleti tüm ülkeyi karakola çevirdi, sokaklara adım başı polis noktaları kuruldu. Eylemler ve mitingler güvenlik(!) gerekçesiyle yasaklandı. İlerici-devrimci kurumlar üzerindeki baskı yoğunlaştırıldı.

Ankara Katliamı bahane edilerek devlet terörü arttırılırken, 10 Ekim davasında ise yargılama oyunu devam ediyor. Davanın en son 26 Eylül’de 5. duruşması tamamlandı. Son duruşması sanıkların şovlarına sahne olan dava 22-23 Kasım’a ertelendi.

***

Bugün dünya genelinde yoğunlaşan savaş ve saldırganlık politikası halklara yaşam olanağı tanımıyor. Kirli çıkarlar için yaratılan ölüm makineleri artık sadece “üçüncü dünya ülkeleri”ni değil, emperyalist metropolleri de tehdit ediyor. Patlatılan her bomba yeni bir baskı ve gericilik döneminin bahanesi sayılıyor. Eğitip donattıkları, besleyip büyüttükleri katilleri yargılarında aklayıp, bir sonraki katliam için sırtlarını sıvazlıyorlar. Bu kan ve katliam düzeninden çıkışın tek yolunu ise merkezinde işçi sınıfının bulunduğu bir toplumsal ayağa kalkış oluşturuyor.

 

 

 

 

Ankara Katliamı’nın failleri korunuyor

 

10 Ekim 2015’te Ankara’da IŞİD eliyle gerçekleştirilen katliama göz yumanlar devlet tarafından korunmaya devam ediliyor. Ortaya çıkan ve dava dosyasına giren kamera görüntülerinde, canlı bomba saldırısını gerçekleştiren iki çetecinin Ankara’da elini kolunu sallayarak dolaştığı ve hiçbir polis denetimine takılmadan miting alanına girdikleri görüldü.

Katliamla ilgili davada Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polisler hakkında yapılan suç duyurusu da Memur Suçları Soruşturma Bürosu tarafından kabul edilmedi.

Ayrıca Sağlık Bakanlığı Sağlık Denetçiliği Müfettişinin, katliam sonrasında “Sağlık hizmetlerinin gereği gibi yerine getirilmediği” iddiasıyla 11 personel hakkında ön inceleme raporu hazırladığı raporda Sağlık Bakanlığı önünde bulunan ve mitingle ilgili görevlendirildiği söylenen ambulansın hiç yerinden ayrılmadığı, patlama sonrasında 11 ambulansın hiç hasta almadığı, sadece 9 ambulansın yarım saat sonra olay yerine geldiği görüldü. Buna rağmen, Ankara Valiliği bu “sağlık” personellerinin soruşturulmasına izin vermedi, Memur Suçları Bürosu da buna itiraz etmedi.

Yine ortaya çıkan görüntülere göre, delillerin toplanması için kapalı kalması gereken katliam yerinin de üstünkörü bir incelemenin ardından tazyikli suyla yıkandığı ortaya çıktı. Katliamdan günler sonra bile vücut parçalarının bulunduğu Ankara Garı önünün bu şekilde “temizlenmesi”, delillerin karartılması olarak değerlendiriliyor.

 

 

 

 

Ankara genelinde eylem - etkinlik yasağı

 

Nuriye Gülmen ve semih Özakça’nın tutuklanmasıyla birlikte Ankara’da başlayan eylem ve etkinlik yasağının kapsamı her geçen gün genişliyor.

Yüksel Caddesi ve İnsan Hakları Anıtı ile başlayan yasak geçtiğimiz günlerde ise Kızılay’ın tamamını kapsayacak şekilde genişletilmişti.

Ankara Valiliği tarafından 2 Ekim’de yapılan açıklamada ise yasağın bütün ilde geçerli olduğu duyuruldu. Nuriye ve Semih’e destek eylemleri yapılacağı yasağa gerekçe olarak gösterilirken şu ifadeler kullanıldı:

OHAL kapsamında çıkarılan KHK’lar ile görevlerinden ihraç edilen, işe geri dönme talebiyle açlık grevi yaptıkları sırada gözaltına alınan ve tutuklanan DHKP-C Kamu Emekçileri Cephesi (KEC) mensubu Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek vermek, tutuklanmalarını protesto etmek amacıyla 24 saat esasına göre ilimizin muhtelif yerlerinde, parklarında açlık grevi veya oturma eylemi düzenleneceğine dair istihbarat alınmıştır.”

“Kamu güvenliği” demagojisiyle “Ankara genelinde park, bahçe ve umuma açık alanlarda 2017 Ekim ayı boyunca açlık grevi, oturma eylemi, anma toplantısı, konser vb. toplu etkinlikler”in yasaklandığı belirtildi.

 
§