15 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/35

Dikta rejimi ancak sınıf mücadelesiyle yıkılabilir!
Reza Zarrab davası ve AKP’nin zayıf karnı
Gerginliğe dayalı siyaset ve gerginliğin pazarlanması
Kontrgerillanın yeni katliam aracı: SİHA
Metalde kazanımın anahtarı Metal Fırtına ve Greif’tir!
EİB’den sempozyum çağrısı
İşçi sınıfı mücadeleyi sürdürüyor
12 saatlik çalışma süresi ve sınıfa dönük saldırılar üzerine...
Gece çalışması: Kapitalistin kan dolu kadehi
Kadına şiddet üreten kapitalizm, eşitlik sunan sosyalizm!
Yeni insanın inşasında eğitim
Eğitimdeki gericileşme ve TÜSİAD’ın serzenişleri
Gerici eğitime karşı başka bir dünya mümkün!
Üniversitelerde yeni mücadele yılı
Deyr ez-Zor savaşı, emperyalistler ve PYD
Asya-Pasifik’te sular ısınmaya devam ediyor
Bağımsızlık referandumu ve Kerkük sorunu
Bir fırtına bir “çaresizlik”
Şili halkının direniş sembolü: Victor Jara
Musa Anter Kürt halkının mücadelesinde yaşıyor!
Müziğe aşık bir devrimci ozan: Ruhi Su
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Asya-Pasifik’te sular ısınmaya devam ediyor

 

Kuzey Kore’nin son nükleer denemesi ABD ile aralarındaki gerilimi tepe noktasına çıkardı. ABD savaş gemileri son günlerde Güney Çin Denizi’nde cirit atıyor, aylardır ardı arkası gelmeyen provokasyonlara başvuruyorlar. ABD Başkanı Trump deyim uygunsa çılgınları oynuyor. Çin ve Rusya’nın sükunet çağrılarını duymuyor bile. İktisadi ve siyasi/diplomatik yaptırımların yoğunlaştırılmasının yeterli olmadığını ileri sürerek, “Tüm seçenekler masada”, “Kim Jong-un’a anladığı dilden cevap verilecek” deyip, çok açık biçimde Kuzey Kore’ye tehdit üstüne tehdit savuruyor. Trump’la Kim Jong-un’un karşılıklı sert ve sorumsuz söz düellosu silahlı bir çatışma endişesine yol açıyor.

ABD’nin müstemlekesi gibi davranan Güney Kore ve Japonya’nın da ondan aşağı kalır yanı yok. Güney Kore, KDHC’nin füze fırlatma girişimlerine ve nükleer denemelerine, askeri tatbikatları sıklaştırarak cevap veriyor. Japonya ise yakın günlerde yaptığı bir açıklama ile gerektiğinde ve eğer istenirse Kuzey Kore’nin hava savunma sistemlerini felç edeceklerini belirtti. Geçtiğimiz günlerde Kuzey Kore’nin fırlattığı bir füzenin Japonya üzerinden geçerek denize düştüğünü belirterek, bu tehdidini tekrarladı.

Rusya ve Çin her vesileyle ABD ve müttefiklerine sükunet çağrıları yapıyorlar. Diplomasi gereği de olsa açıktan Kuzey Kore’yi kınıyorlar da. Fakat esasta diplomatik çözümü dillendiriyorlar. Fransa ve İngiltere gibi büyük güçler Trump’ınkine benzer sertlikte açıklamalar yapmakla birlikte, bu aşamada askeri seçenekten çok iktisadi, siyasi ve diplomatik yaptırımlara ağırlık verilmesini, bu yaptırımların yoğunlaştırılmasını öneriyorlar.

Sert açıklama ve tehdit korosuna en büyük savaş ve şiddet aygıtı NATO da katıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Kuzey Kore’nin füze fırlatma ve nükleer deneme yapma girişimlerinin bir “küresel tehdit” niteliği taşıdığını, buna “küresel yanıt verilmesi gerektiğini” belirtti.

İkiyüzlülük diz boyu

Asya-Pasifik’te suların ha bire ısınıp fokurdama boyutlarına varmasının gerekçesi, Kuzey Kore’nin füze fırlatması, nükleer silah üretmesi ve bulundurması, tehdit ve uyarılara aldırmayıp nükleer denemelere devam etmesi olarak açıklanıyor.

ABD ve Fransa başta olmak üzere istisnasız tüm emperyalist büyük devletlerin nükleer silahlar ürettikleri, denemeler yaptıkları, kendi kirli ve sefil çıkarlarını tehdit altında gördükleri her durumda rakiplerini -en çok da dünya halklarına gözdağı olsun diye- nükleer savaşla tehdit ettikleri tartışmasız bir gerçektir. Günümüzde, Kuzey Kore’ye dönük olarak yapılanlar da bu durumun sadece yeni bir örneğidir. Hiç kuşkusuz ABD, Fransa, Japonya ve diğer devletlerin Kuzey Kore’nin nükleer denemelerine dair tüm açıklamaları ve kınamaları tümüyle emperyalizme özgü bir riyakarlıktan ibarettir. Hiçbir tutarlılığı da inandırıcılığı da bulunmamaktadır. Nihayetinde söz konusu olan, ABD’si, Fransa’sı ile geçmişte ve bugün durmaksızın nükleer silah üreten, deneme üstüne denemeler yapan, günümüzde insanlığı ve de doğayı bir kez daha geçmiştekilerden de yıkıcı bir nükleer savaşla tehdit eden emperyalistlerdir. Dolayısıyla, insanlığı ve doğayı nükleer savaşın eşiğine getirenlerden, nükleer silah tekelini elinde bulunduranlardan tutarlılık beklenemez.

Asya-Pasifik’te suların ısınmasında, Güney Çin Denizi’nin bir av sahasına dönüşme yönünde seyretmesinde, füze fırlatma ve nükleer deneme girişimlerinden vazgeçmeyen Kuzey Kore’nin rolü inkar edilemez. Fakat sahadaki krizin ve bunun tetiklediği ucu büyük bir savaşa açık olan gerilim ve gelişmelerin asıl kaynağı, dünyanın en büyük savaş aygıtı NATO’nun da emrinde olduğu ABD’dir. O ABD’dir ki ikinci paylaşım savaşının galibi olmanın da tüm avantajlarını kullanarak tüm Pasifik’i üslerle donatmıştır. Sadece Güney Kore’de 30 bin ABD askeri bulunmaktadır. Keza ABD’nin Japonya’da da üsleri bulunmaktadır. ABD dünyanın en büyük küresel gücüdür ve “küresel bir tehdit”ten söz edilecekse eğer, en büyük tehlike de “küresel tehdit” de ABD’nin ta kendisidir.

ABD son yıllarda Güney Çin Denizi’ni tam bir askeri tatbikat sahasına çevirmiştir. Pasifik’teki kara ve deniz üslerini her türlü silahla yeniden donatmıştır. Her vesileyle sürekli buraya yeni ve daha etkili silah ve askeri mühimmat sevk etmektedir. Rakiplerine dönük tehdit ve saldırıları yoğunlaşmış olup, dur durak bilmeyen provokasyonlara başvurmaktadır. Güney Kore’nin sıklaşan askeri tatbikatları bir başka tehdit unsurudur. ABD Güney Kore’ye durmadan yeni silahlar ve askeri mühimmat satmaktadır.

Kavga hegemonya kavgasıdır, gerçek hedef de Çin’dir

Bir kez daha belirtelim ki Kuzey Kore ABD’nin dünya ölçüsünde giderek tırmanan saldırganlığının sadece bahanesidir. Ortadoğu’da nükleer silah üretiyor ya da bulunduruyor, bölgede tehdit unsurudur denilerek İran ve Pasifik’te aynı gerekçelerle Kuzey Kore hedef tahtasına oturtulmuştur. Saldırının bugünkü öncelikli hedefi Kuzey Kore olsa da gerçek hedefinin Çin olduğu konusunda genel bir mutabakat vardır.

Dünyanın en saldırgan ve haydut devleti olarak ABD, öteden beridir Çin’i iktisadi, ticari, siyasi alanlarda yükselişi durdurulması gereken en büyük rakibi olarak ilan etmiştir. Trump’la birlikte Çin’e adeta savaş ilan edilmiştir. Çin mallarının dünya ve ABD pazarlarındaki işgalini kırmak amacıyla gümrük duvarlarının yükseltilmesi, Çin’in de imzası bulunan ya da imzacısı olacağı ticaret anlaşmalarının sabote edilmesi vb. çabalar bunun ifadesidir. Güney Çin Denizi’nde yapılan tatbikatlar, kara sularındaki ihlaller, buradaki kara ve deniz üslerindeki tahkimatlar; asker, silah ve mühimmat sevkiyatları, bunların tümü Çin’e yönelik savaşın kapsamındaki önlemlerdir. ABD Çin’i çok yönlü olarak kuşatmaya çalışmaktadır.

ABD 1950’li yıllarda da Kore’ye saldırmış, onu korumaya çalışan Çin’i atom silahlarını kullanmakla tehdit etmişti. Bugün de müttefiki Japonya eliyle hava savunma sistemini dağıtmak, ağır iktisadi, siyasi ve diplomatik yaptırımlar uygulamak, askeri seçeneği her an devreye sokmakla tehdit etmek, nükleer tesislerini imha etmek gibi saldırılarla yine Kuzey Kore’yi boy hedefi yapmıştır. Ve yine esas hedefi, Kuzey Kore’ye sahip çıkan Çin’dir.

Elbette ki ABD’nin Çin ile kavgası bir hegemonya kavgasıdır. ABD epeydir sarsılan ve iyiden iyiye tartışmalı hale gelmiş bulunan hegemonyasını yeniden sağlamak ve gerekirse yeni bir emperyalist savaşla bunu tüm rakiplerine kabul ettirmek istemektedir. ABD Bush ve Obama dönemlerinde de saldırgandı, ancak Trump’la birlikte gemi tümden azıya almıştır. Trump başkanlık seçimleri sırasında başkan olursa tüm işgal ve savaş bölgelerindeki askerlerini geri çekeceğini dile getirmişti. Tam tersini yaptı ve yapmaya da devam etmektedir. Öyle ki ABD’nin marifeti ile Ortadoğu boydan boya bir savaş coğrafyası haline gelmiştir. Keza Ukrayna bir başka savaş alanıdır. Şimdi de Asya-Pasifik bölgesi bir av sahasına dönüştürülmek istenmektedir. Bu saldırganlık elbette ki sadece Trump’ın kişiliği ile ilgili değildir. Beyaz Saray’ın ve Pentagon’un ortak eseridir.

Nükleer savaşı önleyecek yegane güç devrimdir

ABD ve müttefikleri yıllardır boyun eğdiremedikleri Kuzey Kore’yi ve esas hedefleri olan Çin ve Rusya’yı bir nükleer savaşla tehdit etmektedirler. Daha öncekilerde olduğu gibi böylesi bir savaştan esas olarak zarar görecek olanlar bir kez daha dünya işçileri ve ezilen halklar olacaktır.

Krizlerin, savaşların ve onun dolaysız sonucu olan yıkımların kaynağı kapitalist-emperyalist sistemdir. Kapitalist-emperyalist sistem var oldukça krizler, savaşlar ve onların yol açtığı acılar ve yıkımlar var olmaya devam edecektir. Krizlere, savaşlara ve yıkımlara kesin ve kalıcı biçimde son vermenin tek yolu, emperyalist-kapitalist dünya düzenini devrimlerle yok etmektir.

 
§