15 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/35

Dikta rejimi ancak sınıf mücadelesiyle yıkılabilir!
Reza Zarrab davası ve AKP’nin zayıf karnı
Gerginliğe dayalı siyaset ve gerginliğin pazarlanması
Kontrgerillanın yeni katliam aracı: SİHA
Metalde kazanımın anahtarı Metal Fırtına ve Greif’tir!
EİB’den sempozyum çağrısı
İşçi sınıfı mücadeleyi sürdürüyor
12 saatlik çalışma süresi ve sınıfa dönük saldırılar üzerine...
Gece çalışması: Kapitalistin kan dolu kadehi
Kadına şiddet üreten kapitalizm, eşitlik sunan sosyalizm!
Yeni insanın inşasında eğitim
Eğitimdeki gericileşme ve TÜSİAD’ın serzenişleri
Gerici eğitime karşı başka bir dünya mümkün!
Üniversitelerde yeni mücadele yılı
Deyr ez-Zor savaşı, emperyalistler ve PYD
Asya-Pasifik’te sular ısınmaya devam ediyor
Bağımsızlık referandumu ve Kerkük sorunu
Bir fırtına bir “çaresizlik”
Şili halkının direniş sembolü: Victor Jara
Musa Anter Kürt halkının mücadelesinde yaşıyor!
Müziğe aşık bir devrimci ozan: Ruhi Su
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerginliğe dayalı siyaset ve gerginliğin pazarlanması

 

Almanya-Türkiye gerginliği sürekli ve karşılıklı olarak körüklenen ve kitleleri manipüle etmek için kullanılan bir gündem haline geldi. İç siyasette ve uluslararası planda ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda külhanbeylik yapmakta ve naralar atmakta beis görmüyorlar. Zira ekonomik ilişkiler devam ettiği sürece, arada bir ilişkileri germek her iki taraf için de iç siyasete malzeme üretmek anlamına geliyor. Erdoğan kitleler nezdindeki “dik duruş” pozlarını bu içi kof, maddi zeminden yoksun çıkışlarına ve yandaşlarının bunları propaganda edebilmelerine borçlu. Her ayağa kalkışının ardından yerine oturuyor olması gözden kaçırıldığı oranda ve ekonomik ilişkiler zarar görmediği müddetçe bu gerginliklerden kârlı da çıktılar şimdiye kadar.

Her daim gerginlik ve pazarlama

Tayyip Erdoğan’ın, İsrail Devlet Başkanı Simon Peres’e “one minute” çıkışı ve bir gün bile geçmeden yaptığı “U” dönüşü; Rus uçaklarının düşürülmesi üzerinden esip gürlemeler ve sıkışınca özür dilenmesi; hükümet temsilcilerinin gerçekleştirdikleri Almanya çıkışları ve ekonomik ilişkiler zedelenmesin diye ara ara geri adım atıp gerginliği dengelemeye çalışmaları vb… Bütün bunlar Erdoğan AKP’sinin gerginlik üzerine kurduğu siyasetin yansımalarıdır.

Erdoğan AKP’si iç siyasette de sürekli kendi taraflaşmasını ve gerginliklerini yaratıyor, bunların üzerine binip toplumu taraflaştırıp düşmanlaştırıyor ve kendisini çıkış/çözüm odağı olarak sunabiliyor. Bu çok iyi bir kendini pazarlama taktiği olarak karşımızda duruyor. Tayyip Erdoğan ve müritleri, gerginliği pazarlamakta hayli maharetliler. AKP tabanına Almanya’nın Türkiye’yi kıskandığı empoze edilebildiği ölçüde, yaşanan her gerginlik vesilesiyle; Türkiye’nin büyüdüğü, Almanya’ya rakip olduğu ve bunu da Erdoğan’ın başardığı türünden bir pazarlama taktiğini devreye sokuyorlar. Ve bu taktik AKP tarafından bütün seçim dönemleri ile toplumsal desteğe ihtiyaç duyduğu siyasal süreçlerde kullanılıyor.

Hiçbir koşulda zedelenmeyen ekonomik ilişkiler

Almanya AB’ye yön veren ülkelerin başında yer alıyor. Almanya’nın tavrı AB ülkeleri için de belirleyici oluyor. Başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, Türkiye pazarını kullanmakta ve ucuz iş gücünü sömürmektedir. Yaşanan gerginliklere rağmen bu noktada hiçbir sorunun yaşanmıyor oluşu, bütün bu gerginliklerin ikiyüzlülükten öte bir anlam ifade etmediğini göstermektedir.

Emek sömürüsüne, özel mülkiyete ve pazar ekonomisine dayalı kapitalist sistem için bunların devamlılığı ve güvenliği her şeyin üstünde gelmektedir. Türkiye’nin bu temellerde Almanya ile rekabet etme durumu olmadığı koşullarda ekonomik bir çekişmenin de olmadığı açıktır.

Bütün bu gerginliğe rağmen Alman tekelleri AKP döneminde Türkiye pazarını genişletmiş, aldıkları teşvikler ve ihalelerle ihya edilmiştir. Sürekli olarak daha fazlasını istemekten de geri durmamaktadırlar. Türkiye’nin bütün çıkışlarına rağmen Alman tekellerini hoşnut etmek için elinden geleni yapıyor oluşu kendi ikiyüzlülüğünü göstermektedir. Bosch’un Türkiye’de en fazla teşvik alanlardan olması, gerginliğin had safhada olduğu dönemde büyük bir ihalenin Siemens’e verilmesi, Binali Yıldırım’ın Türkiye’deki Alman tekellerin temsilcileriyle bir araya gelip güvence vermesi adeta başka söze gerek bırakmamaktadır. Yatırımları 20 milyar avroyu bulan, Türkiye’nin ihracatında 10 milyar dolarlık payı olan 19 Alman şirketinin taleplerinin hayata geçirilmesi için ellerinden geleni yapacaklarının sözünü verdikleri toplantı, iç siyasete malzeme ettikleri gerginliğin ekonomik sonuçlarını en aza indirme çabasıdır.

Türkiye-Alman gerginliği ve silah anlaşmaları

Bütün bu gerginliklerin yanında Almanya, Türkiye’ye sürekli silah satmaktadır. Alman silah tekelleri için Türkiye büyük bir pazardır. Yılbaşından bu yana 99 silah anlaşmasına onay verilmiştir. Her ne kadar 12 Eylül günü Alman Dışişleri Bakanı tarafından “silah sevkiyatını durdurduk” açıklaması yapılsa da anlaşmaları iptal ediyoruz denmemekte, sadece durdurdukları ifade edilmektedir. Alman tekeli Rheinmetall’in BMC Türk ile birlikte Türkiye’de panzer fabrikası kuracak olmasına ilişkin olarak Alman devletinin “özel yatırımlara karışamayız” açıklaması da olaya ayna tutan bir başka veridir.

Almanya’da yaklaşan seçimler

Şüphesiz Almanya’nın hamleleri basit bir yapay gündem ürünü değil. Fakat tekellerin temsilcisi Alman politikacıların, genelde duydukları rahatsızlığın yanında yaklaşan seçimleri de düşündükleri açıktır. Alman burjuvazisinin temsilcileri bir yandan Almanya’daki göçmen seçmen kitlesini düşünmekte, bir yandan da Türkiye ile yaşanan gerginlik üzerinden güçlü Almanya pozları verme derdindedirler. Alman işçi-emekçilerini manipüle etmeye çalışmakta, sınıfsal bir çıkışı ve tavrı seçimler öncesinde tehlike olarak görmektedirler. Alman hükümeti, Alman işçi sınıfının, çalışma ve yaşam koşulları üzerinden harekete geçmesinin ve siyasal tercihlerini belirlemesinin önüne geçmek adına gerginliği ve aynı zamanda milliyetçiliği körüklemekte, Türkiye’deki dinci gericiliği ve hukuksuzlukları öne çıkararak bütün bunlara demokrasi kılıfını geçirebilmektedir. Ancak her biri birer seçim yatırımı olan bu çıkışların göz boyamadan öte bir anlamı yoktur.

Erdoğan var olduğu sürece Türkiye’nin AB sürecinin askıya alınmasından Gümrük Birliği’nden çıkartılması tehditlerine kadar Alman hükümeti hem kendi iç siyasetine hem de Türkiye’nin iç siyasetine yön vermeye çalışmaktadır. Seçimlerin ardından sessiz sedasız Türkiye’ye silah sevkiyatının başlaması, ilişkilerin de normale -kabul edilebilir gerginlik sınırlarına- dönmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Tersinden Erdoğan AKP’si de Almanya’daki seçimler yaklaşırken Hristiyan Demokratlar’a, SPD’ye ve Yeşiller’e oy vermeyin çağrısı ile Almanya’nın iç siyasetine müdahale ediyor pozlarına bürünmektedir. Bu çağrının bir kıymeti harbiyesinin olmadığı açıktır. Ve ancak Erdoğan’ın ip üstünde duran koltuğunu bulduğu her olanağı değerlendirerek sağlamlaştırma çabası sınırlarında bir anlama sahiptir. İşin ilginç yanı, tüm bunları alenen yapan, yani Almanya seçimlerine doğrudan müdahale eden AKP şefi, bir yandan da “Erdoğan’ı niye karıştırıyorsunuz, Erdoğan’dan ne istiyorsunuz” mealinde efelenerek pişkinlikte zirve yapabilmektedir.

Sonuçta İsrail’e, Rusya’ya, Almanya’ya kafa tutan adam pozları Türkiye’de çok satmaktadır. Erdoğan AKP’si kurduğu saltanatı devam ettirmek için baskıya, OHAL’e, hukuksuzluklara, savaşa başvurduğu kadar toplumsal meşruiyetini de yitirmemeye çalışmaktadır. Bunun için de kitleleri kendi çıkarları doğrultusunda taraflaştırmakta; yarattığı suni gündemler ve gerginlikler ile yönlendirmektedir. Burjuva siyasetinin vazgeçilmezi olan bu tutumları boşa düşürecek olan ise işçi ve emekçilerin kendi siyasal hedefleri doğrultusunda hareket etmeleridir. İşçi sınıfı bağımsız devrimci siyasal bir güç haline geldiğinde egemenlerin yalana ve aldatmaya dayalı politikalarının hiçbir hükmü kalmayacaktır.

 
§