15 Eylül 2017
Sayı: KB 2017/35

Dikta rejimi ancak sınıf mücadelesiyle yıkılabilir!
Reza Zarrab davası ve AKP’nin zayıf karnı
Gerginliğe dayalı siyaset ve gerginliğin pazarlanması
Kontrgerillanın yeni katliam aracı: SİHA
Metalde kazanımın anahtarı Metal Fırtına ve Greif’tir!
EİB’den sempozyum çağrısı
İşçi sınıfı mücadeleyi sürdürüyor
12 saatlik çalışma süresi ve sınıfa dönük saldırılar üzerine...
Gece çalışması: Kapitalistin kan dolu kadehi
Kadına şiddet üreten kapitalizm, eşitlik sunan sosyalizm!
Yeni insanın inşasında eğitim
Eğitimdeki gericileşme ve TÜSİAD’ın serzenişleri
Gerici eğitime karşı başka bir dünya mümkün!
Üniversitelerde yeni mücadele yılı
Deyr ez-Zor savaşı, emperyalistler ve PYD
Asya-Pasifik’te sular ısınmaya devam ediyor
Bağımsızlık referandumu ve Kerkük sorunu
Bir fırtına bir “çaresizlik”
Şili halkının direniş sembolü: Victor Jara
Musa Anter Kürt halkının mücadelesinde yaşıyor!
Müziğe aşık bir devrimci ozan: Ruhi Su
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Müziğe aşık bir devrimci ozan: Ruhi Su

 

Benim memleketimde bugün
İnsan kanı sudan ucuz
Oysa en güzel emek insanın kendisi…”

Evet, onu bu sözlerle anlatmak, yaşamına ayrıntılı bir şekilde bakıldığında çok yerinde oluyor. Müzik diye bir olgunun varlığını keşfettiğinden beri onun peşinden koşan, imkanlarını onu yakalayabilmek için seferber eden, yorulmak bilmez bir inat ondaki… Fakat Ruhi Su’nun talihsizliği sanata ve sanatçıya değer verilmeyen, hatta sanatını bilinçle ve devrimci mücadele ile başarılı bir şekilde birleştiren kimliklerin “ceza”landırıldığı bir dünyada yaşıyor olmasıydı.

Yaşamı boyunca bu sorunu çok kez yaşadı. Öyle ki sürgünde olduğu dönemler kendisine yasaklanan operanın her gün önünden geçmekle yetindi kimi zaman. Ondaki müzik aşkı ona bunu bile yaptırıyordu. Sadece bu bile onu heyecanlandırmaya yeten bir şeydi.

Ruhi Su müziğe aşık ve tersinden bir o kadar da bundan mahrum bırakılmaya çalışılmış bir sanatçıdır. Kentli bir ozandır. Yaşamı birçok devrimci sanatçınınki kadar zorluklarla geçmiş, fakat belki birçoğundan çok daha fazla acılar yaşamıştır. Bu acıları çok küçük yaşta yaşamaya başlamış olması dikkat edilmesi gereken bir olgudur.

Van’da doğan Ruhi Su annesini ve babasını hiç görememiştir. Kendi deyimi ile “birinci dünya savaşının ortada bıraktığı çocuklardan” biriydi. O dönem akrabası diye bildikleri kişilerle beraber Adana’ya gittiler. Ve o dönem İngilizler ve Fransızların işgali altında bulunan Adana’dan Toroslara kaçmak zorunda kalırlar. Tesadüfen hayatta kalabilen Su’nun, çok küçük yaşta olmasına rağmen dağlarda tek başına yaşadığı günler bile oluyor; Ağaçlarda uyuduğu, meyve yiyerek beslendiği…

“Kaç kaç günleri” diye bilinen günler bitip de tekrar şehre geldiklerinde bir çocukluk arkadaşının annesinin önerisi üzerine öksüzler yurduna veriliyor. “Oyun” denilen bir şeyin varlığını yurtta öğreniyor. On yaşında yatılı okul yaşamı başlayan Ruhi Su’nun müzik ile ilk temasları burada başlıyor. Yurt onu 3. sınıftan okula başlatıyor ve öksüzler yurdunun müzik öğretmeni Ruhi Su’ya bir keman aldırtıyor. Böylelikle müzik aşkı başlamış oluyor.

Ruhi Su, müzik öğretmenliği okuluna gitmek istemektedir. Fakat dönemin Savunma Bakanı Recep Peker kimsesizler yurduna bir bildiri göndererek o yıl okulu bitiren tüm çocukların askeri okullara yönlendirilmesi emrini verir. Askeri okula alınan Ruhi Su müziği orada da bırakmaz ve keman çalışmasına devam eder. Ozanın sistem ile ilk karşı karşıya gelişleri bu yıllarda başlar. Keman çalışması sırasında askeri okulun komutanı kemanı alır ve parçalar. Bu olayla da beraber Ruhi Su bu okuldan kurtulmanın yollarını arar. İlkin okuldan kaçmayı dener. Bu planı başarılı olmayınca okulun doktorunun kendisi hakkında çürük raporu vermesini sağlar ve askeri okuldan kurtularak yine müzik aşkının peşine düşer. Ve bu kurtuluşun ardından müzik okuluna girmeyi de başarır. Ardından 1942 yılında Devlet Operası’nda çalışmaya başlar. 1952 yılına kadar Devlet Operası’nda çeşitli operalarda oynar: Bastien Bastienne, Madam Butterfly, La Boheme, Satılmış Nişanlı, Fidelio, Maskeli Balo, Yarasa, Figaro’nun Düğünü, Rigoletto ve Aşk İksiri gibi…

Devlet operasında çalışırken siyasi düşüncelerinden kaynaklı tutuklanır ve opera yaşamı son bulur.

Normalde küçüklükten beri batı müziğine yönelen-yönlendirilen Ruhi Su’nun türkülere olan ilgisi ve eğilimi kendisini hep korumuştur. Operadan çıkarılması ile beraber türkülere daha fazla ağırlık vermeye başlar.

Bir dönem radyoda “bas-bariton Ruhi Su türküler söylüyor” başlığı ile türkü programları yapar. Muhyi’den “Zahit Bizi Tan Eyleme” gibi nefesler söyleyen Ruhi Su’yu, “Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor” diye sustururlar. O dönem, iktidar, Alevi nefesleri söylemekle komünist olmayı eş anlamda algılıyordu. Böylece Ruhi Su’nun radyodaki işine de son verilir.

Ruhi Su 1945-46 yıllarında Ankara DTCF’de bir koro oluşturur. Ve bu esnada daha sonra eşi olacak Sıdıka ile tanışmıştır. Koroda türküler söyleyen Sıdıka da Ruhi Su gibi devrimci kültürü barındıran ve yaşatan bir insandır. İkisi de TKP tutuklamalarından nasiplerini alırlar.

1952 yılında tutuklanan Ruhi Su hapishanede de üretimlerini kesintiye uğratmaz. 6 yıl boyunca düzenin zindanlarında kalan Ruhi Su’nun iki yıl boyunca bağlama alması engellenir. Sonrasında ilkin süpürge saplarından yapılma bir bağlamayla ve nihayet kendi bağlamasıyla müzik çalışmalarına geri döner. Birçok üretimini hapishanede yapar. Bu arada Alevi deyişlerini okur, Pir Sultan’ın, Hatayi’nin ve diğer ozanların deyişlerini yorumlar. Nazım Hikmet’in şiirlerini ilk olarak Ruhi Su besteler. 1954’te hapisteyken söylediği Mahsus Mahal adlı türküsü öne çıkan eserlerindendir. Hapiste koro kurar ve tutsakları da devrimci kültür-sanat çalışmalarına dahil eder.

Hapishaneden çıktıktan sonra Ruhi Su için sürgün yılları başlar. Konya ve Ankara’da sürgünde kalır. Ve sürgün yılları da son derece güçlükler içerisinde geçer. Çalışacak iş bulma konusunda zorluklar çeker. Konser vermesi, plak çıkarması, program yapması yasaktır. Daha da zoru ise eski dostların karşılaştıklarında kafalarını çevirmeleridir hiç kuşkusuz. Ruhi Su’nun bir baloda türkü söylemesi planlanır ama Ankara Valisi Kemal Aygün ”Ruhi Su’nun itibarını iade etmek mi istiyorsunuz?” diyerek yasaklar baloyu.

‘70’li yıllara gelindiğinde devrimci yükselişle beraber Ruhi Su’nun üzerindeki baskı hafiflemeye başlar. Bunun sebebi toplumsal muhalefetin desteğidir. ‘70’li yılların ortalarından itibaren müzik çalışmalarına yoğunluk verir. Toplumsal muhalefetin ve devrimci mücadelenin yükselişinin Ruhi Su üzerindeki etkileri onun plaklar çıkarması ve korolar kurması olarak kendini gösterir. En önemli korosu, 1975 yılında Dostlar Tiyatrosu bünyesinde, ilk üyelerini sınavla seçerek kurduğu Dostlar Korosu’dur. Aynı yıl Sümeyra Çakır da Ruhi Su’dan ders almaya başlamış, bir süre sonra da korist olarak Dostlar Korosu’na katılmıştır. 1976 yılının sonunda “El Kapıları”, 1977’de “Sabahın Sahibi Var”, 1978’de ise “Semahlar” uzunçalarlarında Dostlar Korosu Ruhi Su’ya eşlik etmiştir. Ruhi Su, Dostlar Korosu ile İstanbul, Ankara ve Bursa’da çok sayıda konser verir.

Ruhi Su’nun kurduğu korolar geniş kitlelerin müzikle hem dinleyici olarak hem de icracı olarak buluşabilmeleri açısından verimli birer örnek olmuşlardır. Bu korolar kitlelerin sanatçılaşmasında ve sanatçıların da emekçileşmesinde etkin rol almışlardır. Ruhi Su bu durumu şu sözleri ile açıklamıştır: “Halkını seven bir insanın, halkın yetişmesi diye de bir şeyin var olduğunu bilmesi gerekir.” Bu yönü ile güçlü bir bakışa sahip olan Su, müzikal açıdan da müzik tarihine geçecek katkılarda bulunmuştur. Halk müziğini batı tekniği ile söylemek ilk olarak Ruhi Su şahsında vücut bulmuştur. Bununla beraber halk türkülerini çok sesli bir şekilde seslendirerek müzik tarihine katkılarda bulunmuştur. Bu katkılardaki yaratıcılık, onun devrimci duruşunun müzik alanındaki yansımasının parlak bir ifadesidir.

Ruhi Su müzik tarihimiz açısından son derece belirleyici bir yerde durmaktadır. Hem müzikal anlamda hem de devrimci mücadele açısından bu böyledir. ‘70’li yılları yaşayan devrimci kuşaktan insanlar “biz Ruhi Su’yu dinleyerek devrimcileştik” diyebilmektedirler. Bu söylem bir gerçeğe işaret etmektedir. Kültür-sanatın sınıf mücadelesine katkısı buradan da görülebilmektedir. Nasıl ki günümüzde devrimci müzik gruplarını dinleyerek insanlar mücadeleye kanalize olabiliyorsa 70’li yıllarda da Ruhi Su bunun öncülüğünü yapabilmiştir. Halk müziğinden etkilenip, oradan beslenip tekrardan bağlamasıyla, basbariton sesiyle halkının müzik aracılığı ile dili olabilmiştir. Halk ozanlığı geleneğini kentli ve eğitimli bir şekilde layıkıyla yerine getirmiştir. Halkın yaşadığı ne varsa onu eserlerinde dillendirmiş ve hatta yol gösterici bir şekilde müzik yapabilmiştir.

Onun bu yönü yaşamı boyunca iktidarın saldırılarının hedefi olmasına sebep olmuştur. Yaşamının son zamanlarına doğru yakalandığı hastalığı için yurtdışında tedavi görmesi gerekmektedir. Ve sermaye iktidarı onun tedavisini geciktirmek için çaba harcar. Tedavisini geciktirerek hastalığının ilerlemesi iktidarın işine gelecektir. Prostat kanseri olduğu açığa çıkan Ruhi Su’ya yurt dışında tedavi olması için pasaport izni gecikmeli bir şekilde ve bir lütuf olarak sunulunca bu lütfu elinin tersi ile itti. Onun hastalığı “Türk hekimlerine emanet” edilemeyecek kadar ciddiydi.

Yaşamı boyunca onurlu bir duruş sergileyen Ruhi Su devrimci kültür sanat mücadelemizin tarihinde onurlu yerini aldı. Pir Sultan’dan Nesimi’ye, Ruhi Su’dan Jara’ya devrimci kültür sanat geleneği sürdü ve hâlâ da sürüyor. Zalimin zulmü karşısındaki direniş, notaların ve kızıl bayrakların karşılıklı dansı ile bundan sonra da devam edecek.

F. Deniz

 
§