16 Eylül 2011
Sayı: SİKB 2011/35

 Kızıl Bayrak'tan
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin saldırı cephesini dağıtmak için…
“Arap Baharı”nı “Karakış”a çevirme hamlesi
Türkiye-İsrail ilişkisinde kriz
Sınır ötesi sinyalleri
Metal işçileri kıdem tazminatı hakkı için sokakta!
MİB MYK Eylül Ayı Toplantısı Sonuçları
İşçi sağlığı ve güvenliği için mücadeleye!...
“Can güvenliği,
iş güvencesi istiyoruz!” 
“Biz kazanacağız!”
Emekliler sokağa çıkıyor
Baskı ve sürgünler protesto edildi
KHK saldırısı ve
TMMOB’nin ataleti üzerine
Yeni dönem ve
partinin yüklenme alanları
Partinin düşünen önderleri ve savaşan neferleri önünde saygıyla eğiliyoruz
12 Eylül: Karşı-devrim devam ediyor /2
- Volkan Yaraşır
12 Eylül eylemlerle lanetlendi.
Üniversite har(A)çlarına zam cambazlığı
Gençliğin kayıt dönemi faaliyetlerinden
Mısır’da saflar netleşirken
mücadele keskinleşiyor
Filistin Yönetimi 20 Eylül’de
tek taraflı devlet ilan edecek
Dört bir yanda grev dalgası
Petrol-İş’te tüzük değişikliği
Gerze’ye kitlesel destek
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Filistin Yönetimi 20 Eylül’de tek taraflı devlet ilan edecek…

Özgürlüğün kapıları
militan direnişle açılır!

ABD güdümünde İsrail’le “barış görüşmeleri” yapmak adına uzun yıllar oyalanan Filistin Yönetimi, güç ve olanaklarını boş yere heba ettikten sonra 20 Eylül’de tek taraflı devlet ilan etme kararı aldı. Aylar önce açıklanan bu karar, Filistin halkının temel sorunlarının hiçbirini çözmeyecek olsa da, emperyalist/siyonist güçleri rahatsız ediyor. Zira ırkçı-siyonist rejimin hamiliğini üstlenen Washington ve Brüksel’deki şefler, İsrail’in meşruluğunu zedeleyecek her girişimi engellemeyi “özel vazife” kabul ediyorlar.

Görünüşe bakılırsa, emperyalistler dahil, herkes Filistin devletinin kurulmasından yana. Pratikte ise, halen Filistin topraklarını gaspeden siyonist rejime karşı, istisnalar dışında açık tutum alan devlet bulunmuyor. Suriye yönetiminin işgal altındaki Golan Tepeleri’nden kaynaklı duruşu ve Nükleer programından dolayı emperyalist/siyonist güçlerle sürtüşen İran’ın politikası bu konuda ayrı bir yerde duruyor. Bu iki devletin Filistin direnişine verdiği sınırlı destek bir anlam taşımakla birlikte, sorunun çözümüne kayda değer bir katkısı olmuyor. Küba, Venezüella, Bolivya gibi Latin Amerika ülkelerinin anti-siyonist tutumları ise, coğrafi uzaklıktan dolayı İsrail’i pek etkilemiyor.

Irkçı-siyonistlerin pervasızlığı…

Filistin Yönetimi’ni oyalamak için imzalanan hiçbir anlaşmaya uymayan İsrail devleti, BM kararları ve Oslo Anlaşması’na göre yasadışı olmasına rağmen, Yahudi yerleşimleri inşaatlarına devam ederek, Filistin topraklarını gaspetmeye ara bile vermiyor.

Filistin’i Araplardan arındırma siyaseti izleyen Tel Aviv’deki fütursuz şefler, ABD-AB emperyalistlerinin sağladığı “özel himaye” sayesinde, bu ırkçı icraatlarını aralıksız sürdürebiliyorlar. Tüm pratiği ile barış değil, ilhak peşinde olduğunu sayısız kez kanıtlamasına rağmen, emperyalistlerin İsrail’in arkasında durması, Amerikan barışına umut bağlayan Filistin Yönetimi’nin liderlerini bile umutsuzluğa sürüklemiş bulunuyor.

Her adımda utanç verici hallere düşen Batı Şeria’daki yönetimin başı Mahmud Abbas’la ekibi, Arap dünyasındaki halk isyanlarının yarattığı atmosferin de etkisiyle, nihayet tek taraflı bağımsız devlet ilan etme gücünü bulabildi.

Hal böyleyken, bu kararın ilanıyla harekete geçen İsrail ve Washington’daki hamileri, Abbas’la ekibine baskı uygulayarak bu kararın iptalini istediler. Vergi gelirlerini kesmekle tehdit eden siyonist rejim, Gazze Şeridi’nin yanı sıra Batı Şeria’yı da açlıkla terbiye etme yoluna gideceğini ilan etti. Ancak Arap dünyasındaki isyan dalgası ve bu dalganın Filistin halkı saflarında yarattığı etkiler, bu kez Abbas’la ekibine geri adım atma olanağı bırakmadığı için, İsrail’in küstahça tehditleri, boşa düşmüş görünüyor.

ABD-AB’nin gerici müdahaleleri

Filistin Yönetimi’nin, İsrail’in Yahudi yerleşimleri inşaatını durdurup “barış görüşmeleri”ne başlamaması durumunda tek taraflı devlet ilan edeceğini açıkladığı günden beri, bundan duydukları rahatsızlığı dile getiren Washington ve Brüksel’deki savaş baronları, açıklama üzerine açıklama yaparak, Abbas’la ekibini geri adım atmaya zorluyorlar. Görünen o ki, bu defa sözkonusu baskılar bir işe yaramayacak. Zira Filistin Yönetimi’nin bu kararı uygulama iradesini göstermemesi, zaten zedelenmiş olan saygınlığını iyice yerlere düşürür.

Bu durum, emperyalist güçlerin oyunbozanlık yapmaları önünde bir engel teşkil etmiyor. Konuyla ilgili yaptığı son açıklamada, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Filistin sorununun çözümünün BM’den değil, İsrail’le yürütülecek barış görüşmelerinden geçtiğini iddia etti. Filistin Yönetimi’ni, kararını geri almaması durumunda “Amerikan yardımı”ndan mahrum bırakmakla tahdit eden Clinton, ırkçı-siyonizmin bekçi köpeği olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Öte yandan 126 devletin destek vereceğini ilan etmesine rağmen Obama yönetimi, Filistin’in bağımsız devlet olarak tanınması yönündeki kararı veto edeceğini açıkladı.

Beyaz Saray’daki savaş baronlarının bu kararı hiç de şaşırtıcı değil, zira onlar, her durumda ırkçı-siyonist rejime kalkan oluyorlar.

İki devletli çözümden yana olduklarını ilan eden AB şefleri ise, Filistin Yönetimi’nin BM’den, bağımsız Filistin devletinin tanınmasını istememesi gerektiğini, çözüme İsrail’le yapılacak ikili görüşmelerle ulaşılabileceğini iddia ediyorlar.

Bu boş lakırdıyı tekrarlamaktan başka bir şey yapamayan AB şefleri, Filistin sorunu konusunda halen Washington’un kuyrukçusu olduklarını bu vesileyle de kanıtlamış oldular.

Arap Birliği’nden pasif destek

Halkların iradesini hiçe sayarak hareket eden Arap Birliği, “bol toplantı az iş yapan” bir kurum olarak anılıyordu. Halk isyanları dalgasının yayılmasından sonra daha ihtiyatlı bir çizgi tutturmaya çalışan Arap Birliği, bağımsız Filistin devletinin ilan edilmesine tam destek vereceğini duyurdu.

Mısır’ın başkenti Kahire’de toplanan birlik üyesi devletlerin Dışişleri Bakanları, Filistin Yönetimi’ne tam destek ilan ettiler. Bu kararı almak kolaydı kuşkusuz. Zira ne riski var ne zahmeti. Oysa Arap Birliği’nin tutumu esas olarak 20 Eylül’den sonra belli olacak. Filistin halkı İsrail, ABD, AB üçlüsü tarafından aç bırakılarak terbiye edilmeye başladığında ortaya koyacakları duruş belirleyici olacaktır.

Halk isyanlarının yarattığı etkiye rağmen, Arap Birliği’nin duruşunda, en azından şimdilik dramatik bir değişiklik beklemek için bir neden bulunmuyor. Bahreyn ve Libya’yı hedef alan saldırılar karşısında takındıkları tutum, utanç vericidir. Suudi ordusunun Bahreyn’i işgal etmesine ses çıkarmayan Arap Birliği, savaş aygıtı NATO’nun Libya’ya saldırısı için zemin düzledi. Bundan pişmanlık duyduğunu ilan etse de, Arap Birliği, halk isyanlarına karşı girişilen emperyalist saldırının suç ortağı olarak lekelenmiştir.

Vurgulamak gerekiyor ki, halkların basıncı altında kalmasa, Arap Birliği’nin Filistin’e aktif destek vermesi olası görünmüyor; zira bu oluşumda pasif destekle işten sıyrılma eğilimi halen baskındır.

AKP hükümeti siyasi rant devşirme derdinde…

Arap Birliği Dışişleri Bakanları’nın Kahire’deki toplantısına katılan Tayyip Erdoğan, burada yaptığı konuşmada, Filistin devletinin bir tercih değil zorunluluk olduğunu söyleyerek, “Filistin halkının hamisi” pozları takındı.

Aynı konuşmada İsrail’e yüklenen AKP şefi, denebilir ki, Filistin Yönetimi’nin kararını en “radikal” söylemlerle savunan kişi oldu. Bu, beklenen bir tutumdu. Zira hem İsrail’le ilişkiler gergin hem Tayyip Erdoğan “bölge lideri” havalarında Kuzey Afrika gezisine çıkmıştır. Bu gezinin Washington’daki efendinin bölge politikasının ihtiyaçları çerçevesinde gündeme geldiği dikkate alındığında, Kahire’den İsrail’e söz söylemek kolaydır. Bu kolaylığı sonuna kadar istismar eden AKP şefinin, yazık ki, Filistin halkının en azından bir kısmında temelsiz beklentiler yaratabildiğini söylemek mümkün.

İsrail’e karşı söylediği “keskin” sözleri defalarca yutan Tayyip Erdoğan’dan Filistin halkına bir hayır gelmesi olası değil. Zira sergilenen “radikal duruş” ilkesel bir tutuma değil, kaba çıkarcılığa dayanmaktadır. Yani bu duruş her an değişebilir. Özellikle Washington’dan emir geldiğinde…

Beyaz Saray şeflerinin İsrail’in özel hamileri olduğu dikkate alındığında, iş ciddiye bindiğinde, yani söylemin değil eylemin günü geldiğinde, AKP şefinin Filistin halkının çıkarlarını hiçe sayacağından şüphe edilemez. Tıpkı Mavi Marmara gemisini İkinci Gazze’ye özgürlük filosuna katılmasını engellediğinde yaptığı gibi.

Bir kez daha tekrarlamak gerekiyor ki, AKP şefi ve müritleri, ancak çıkarlarına hizmet ediyorsa Filistin halkına destek verirler. Washington’dan telkin veya emir geldiği anda ise, bu destek buharlaşır. Başka bir ifadeyle, AKP için Filistin sorunu veya bu mazlum halkın acıları, ancak siyasi rant devşirmeye yaradığı zaman hatırlanır.

Filistin Yönetimi’nin duruşu sorunu çözme iradesinden yoksundur

Halk isyanları dalgasının yarattığı yeni durumda siyonist rejim üzerindeki basıncın artması, Filistin Yönetimi’nin teslimiyetçi ruh halini kısmen kırmış olsa da, Mahmud Abbas ve ekibi, halen İsrail’in saldırgan küstahlığı karşısında dik durmaktan uzaktır. Son aylarda BM’nin bağımsız Filistin devletini tanıması için zemin hazırlamaya çalışan Abbas’la ekibi, sanki böyle bir adım atılırsa, sorunlar çözülecekmiş havasındalar.

İlkin ABD veto edeceği için böyle bir kararın çıkması beklenmiyor. İkincisi bu karar çıksa bile, Filistin halkının temel sorunlarının hiçbiri çözülmeyecek. En iyi ihtimalle siyonist rejimin BM nezdindeki meşruluğu tartışmalı hale gelebilir. Bu kadarı ise, yasa/kural tanımayan İsrail’in icraatlarını değiştirmesine yetmeyecektir.

Her yol/yöntem ve araçla işgalci siyonistleri sıkıştırıp gayr-ı meşru duruma düşürmek için elbette harcanan her çabanın bir anlamı var. Ancak çabalar bu türden amaçlarla sınırlandığında, sorunlar yerli yerinde kalmaya da devam edecektir.

Özgürlük için tek yol militan direniştir!

Emperyalistlerin elinde paravan bir örgüt olarak iş gören Birleşmiş Milletler’den mazlum halklar lehine işe yarar kararlar alması beklenemez. Böyle bir beklentinin yaratabileceği tek şey, hayal kırıklığıdır.

Bilindiği üzere BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’e karşı aldığı sayısız karar mevcuttur. Ancak yaptırım gücünden yoksun olan bu kararların tümü, İsrail tarafından buruşturulup çöpe atılmıştır. Yaptırım gücünden yoksun kararların, emperyalistler tarafından himaye edilen İsrail gibi militarist bir devletin umurunda olması beklenemez. Bu ırkçı rejimin 63 yıllık tarihi bu olgunun sayısız kanıtlarıyla doludur.

Bu koşullarda Filistin halkının, tek taraflı devlet ilanına bel bağlaması, büyük bir hata olur. Zira bu karar alınsa da, esas sorunlar yerli yerinde kalacaktır. İsrail’i sıkıştırmak için olanaklar değerlendirilirken, meşru-militan direniş ihmal edilmemelidir. Bu alandaki ihmaller, İsrail’in yayılmacı/ilhakçı icraatlarına hız vermesinden başka bir işe yaramamaktadır. Oslo sürecinin ardından yaşananlar, her ihmalin veya boş beklentinin Filistin halkının aleyhine, siyonist rejimin lehine olduğunu döne döne kanıtlamıştır.

Oslo sürecinin yarattığı yıkımın farkında olan Filistin halkı, bağımsız Filistin devleti BM’de tanınsa da tanınmasa da direnişine devam edecektir. Irkçı-siyonizmi yenilgiye uğratabilmenin yolu BM veya AKP gibi gerici güçlerden medet umarak değil, direniş ve enternasyonal dayanışma ile açılabilir ancak.

 

 

Gelecek ve özgürlük istiyorlar!..

Irak’ta yolsuzluk eylemleri

Birkaç ay önce Irak’ta gerçekleştirilen yolsuzluk karşıtı eylemler uzun bir aradan sonra 9 Eylül günü Bağdat’ta yeniden yapıldı.

Yolsuzluk karşıtı gösterileri destekleyen duruşuyla tanınan gazeteci Hadi el Mehdi’nin 8 Eylül akşamı susturucu takılmış bir silahla vurularak öldürülmesine üzerine yapılan eylemde, Mehdi’nin yaşadığı Karada Mahallesi’nde toplanan kitle sembolik bir tabutla Tahrir Meydanı’na yürüdü.

Tahrir Meydanı’nda ulaşan tüm yolları kapatan polis provokasyon çıkarmaya çalıştı. Göstericiler, polis tarafından görevlendirilmiş sivil kıyafetli kişilerin hükümeti destekleyen sloganlar atarak göstericileri tahrik ettiklerini söylediler.

Tahrir Meydanı’nda toplanan yaklaşık üç bin kişi yolsuzlukları, işsizlik sorununu ve kamu hizmetlerindeki aksamaları protesto etti. Eylemde başbakan Nuri el Maliki’nin istifası istendi.

Bununla beraber; Basra’da beş yüz, Hila’da yedi yüz elli, Necef’te ise yaklaşık yüz kişinin yolsuzluk karşıtı gösterilere katıldığı belirtildi.


Bahreyn’de baskı ve terör

Bahreyn’de emekçiler rejim karşıtı gösterilerine devam ederken, eylemlere dönük baskı ve terör de dinmiyor.

11 Eylül günü başkent Manama’nın doğusundaki Sitra ve Diraz kentleri ile Musalla köyünde alanlara çıkan emekçilere Kral El Halife’ye bağlı rejim güçleri saldırdı. Yaşanan çatışmaların ardından birçok gösterici gözaltına alındı.

Rejim karşıtı gösterilerde tutuklanan öğretmenlerin ve öğrencilerin serbest bırakılması talebini öne çıkaran emekçiler, Bahreyn takviminde bu haftayı “Öğretmenlere Destek Haftası” olarak adlandırdılar.

Bahreyn’de 31 Ağustos günü gerçekleştirilen rejim karşıtı gösteriler sırasında başına gaz bombası kapsülü isabet eden 14 yaşındaki Ali Jawad yaşamını yitirmişti. Bu durumu protesto etmek için 4 Eylül günü Sitra kentinde gerçekleşen gösterilere de El Halife rejimine bağlı kolluk güçleri saldırmıştı.


Ürdün’de ‘reform’ gösterisi

Ürdün’de anayasa reformu isteyen binden fazla kişi 9 Eylül günü gösteri düzenledi.

Başkent Amman’da cuma namazından sonra düzenlenen gösteride “Anayasal haklarımızın yeniden düzenlenmesini istiyoruz”, “Tatmin edici değişiklikler istiyoruz” sloganları atıldı.

Amman’ın merkezindeki El Hüseyin camisinden 1,5 kilometre boyunca yürüyen göstericiler, anayasa reformunun bir an önce yapılmasını istedi.