Bütün fırtınalara meydan okuyan bir ateşin öyküsüdür bu... Adını tarihe en uzun direniş olarak yazdıranların manifestosudur... Hep bir ağızdan aynı türküyü söyleyenlerin sevdasıdır yaşanılanlar.
Büyük bir ışık gibi dövüşüp, can çekişen celladını bozguna uğratan bir yüreğin türküsüdür dillendirilen. Yüreğimizde sonsuz bir ilkbahar gibi serpilip gelişen bir proleterin nasır tutan elleridir sıkıca kavradığımız.
Şimdi burada uzun soluklu bir koşuda yakılan ateşi her tarafa saçan bir yüreğin türküsünü söyleyeceğiz. Ateş Saçan Yüreğin türküsünü...
Gerilere dönüyor ve yaşamı bir türkü sıcaklığında ören ve bizi sarsan aleviyle Ateş Saçan Yüreki izliyoruz. Yaşanılanları abartmadan sunacağız. Yazılacak olan, yüreği partisiyle artan bir yüreğin dillendirilmesidir. Çalıştığı fabrikalarda, adımladığı sokaklarda, zindanda ezgilerin rengini direnişe boyayarak çelikleşmedir. Yarınların kır çiçeği güzelliğinde yapılandırılmasıdır. Düşü hepimizi sarsıyor, yakıyor ve yükseliyor güneşe doğru.
Sımsıkı kavradığı kızıl kaplı, emek emek dokunan o kitapçığı çocuğunu saran bir ana gibi saran çelikten bir yürekti o. Soluk alıp vermeyi ben kavgada keşfettim diyordu. Öyle bir soluk alıp verişti ki bu, her defasında daha bir güçlü çekiyordu ciğerlerine. Daha çok teneffüs edebilmek için her gün daha ileriden kucaklıyordu işçi sınıfınını davasını. Her soluk alıp verişinde çocuk yaşta işçilik yaparak tanıştığı İzmiri, çelikleştiği İstanbulu alıyordu doyasıya içine...
Onda burjuvazinin çürümüş, yoz kültürüne karşı kavgasını verdiği proleter kültür biçim buluyordu. Yapı yükseliyor, yükseldikçe de sabır, disiplin, özveri ve emekle örülü bir kültürü yükseltiyordu.
Burjuva ve küçük-burjuva kültüre karşı tahammülsüzdü. Keyfine güç yetiremeyip rahat davrananları, davranışları affetmiyordu. Çünkü proleter devrim asla rahat bir şekilde gerçekleşemeyecek, proleter kültür de asla boşluk tanımayacaktı. Zorlu yollardan geçilecek, disiplinle örülecek, emekle çelikleşecek ve bedel ödenerek varılacak sarp bir yolun aşılmasıydı düşlenilen yarınlar...
Her yaşadığı günün sabahından bitimine kadar çok sade, o derece titiz, düzenli yaşardı. Her gün kendisiyle yarışan, yenilemeye çalışan inatçı bir kimliği vardı. Bir insan bu kadar mı inatçı olurdu? Evet, bir komünist bu kadar inatçı olmalıydı. Bu inadını da partisinden alıyordu.
Çalıştığı fabrikalardaki deneyimlerini anlattığında gözleri bir başka ışıldıyordu. Bu gözlerde yakılan grev ateşinin coşkusunu, fabrika direnişlerinde işçilerin patrona karşı bilenen öfkesini görebiliyordunuz. İşçi servislerinde arkadaşlarının eline bildirileri tutuştururken yaşadığı heyecan dinleyeni de sarıveriyordu. Yaşamak bu olsa gerek, yaşamak bu olmalı, soluğunu işçi sınıfıyla almak, kalbinin atışlarını onlarla birleştirmekti yaşamak Ateş Saçan Yürek için.
Tıpkı dışarıdaki yaşamı gibi zindanlar da onun direnişçi kimliğine kaya gibi sert inancına tanıklık ediyordu. Açlık grevleri, Ulucanlar direnişi. Ölüm Orucu direnişi Ateş Saçan Yüreki bir başka heyecanla sarmıştı.
26 Eylül 99da televizyon haberleri geçerken katliam görüntülerini, cellatların teslim olun diyen soysuz çağrısına karşı barikatın başında Ateş Saçan Yürekin cevabıyla yankılanıyordu Ankara: Asıl siz teslim olun. Devrimcilerin, komünistlerin teslim olduğunu nerede gördünüz haykırışı yükselerek yankılanmaktadır hala Ankarada. Cellatların oluk oluk akıttıkları kana, direniş halayına durularak yanıt verilmiştir. Kan ve barut içerisinde Aragonun mısralarındaki Yeniden gerekseydi yaşamam, giderdim yine aynı yoldan. Demir ökçelerinize aldırmadan geleceğin türküsüyle dizesini söyleyerek yürüyordur. Ve bu türküyü hala söylemektedir, hiç nefesi kesilmeden geleceğe ses verircesine...
20 Ekim 2000de soluksuz bir direnişi merhaba diyerek selamlıyordu. Yaşamı köleleştirilmiş milyonlarca işçi ve emekçinin haklı davasını savunmak için direniyoruz diyordu.
19 Aralık 2000i gösterdiğinde takvim yaprakları, yine tereddütsüz, yine çelikten sarsılmaz bilincine çarpıyordu cellatlar. Menzil çok ırak... Hedeften bir eser yok!!! diyerek düşenlere karşı mevsimleri devirerek yürüdü güneşe doğru. Yürüdü, yürümeyenleri arkasında boş sokaklar gibi bırakarak, tok bir şekilde karşı koyarak...
Hücre duvarlarını yıkmakta kararlıydı. Habip, Ümit ve diğer devrim şehitlerinden aldığı bayrağı yere düşürmeden bir tokat gibi barbarların suratında patlayarak bir sıra neferi olarak sırasını savdı 22 Nisan günü...
Nasıl yaşamımı ördüysem öyle uğurlayın diyordu son sözleri. Ve artık Ateş Saçan Yürekin soluğu bayrak olup savaşan ellerde cisimleşiyordu. Yürümeyi, hem de yorulmadan yürümeyi, direnmeyi miras bırakarak güneşe uğurlanıyordu.
Hep yapmak isteyip de fırsatını bulamadığı bir şey vardı Ateş Saçan Yürekin. Bazen hüzünlenirdi bu yüzden. Kardeşiyle bir gün seninle kır çiçekleri toplayacağız doyasıya kırlarda diyerek ayrılmıştı. Ankaradan İzmire giden son yolculuğunda kardeşin ve yoldaşların senin de soluğunu yanlarına alarak doyasıya kır çiçekleri topladılar, senin türkünü söyleyerek...
Ve şimdi Ateş Saçan Yürek kır çiçeklerinin sadeliğinde bizimle omuz omuza, aynı sevdayla savaşmakta. Fabrikada, sokakta, zindanda, aramıızda sesi yankılanıyor şu anda.
Duyuyor musunuz?
Sizi canımda
canımın içinde
kavgamı kafamda götürüyorum.
Ben dostların gözünde kendimi boylu boyunca görüyorum
Yine görüşürüz, yine görüşürüz
Beraber güneşe güler
beraber dövüşürüz...
diye haykırıyor.
Ve biz Ateş Saçan Yürekin bu haykırışını soluyacak, Habipin, Ümitin ve Onun teslim ettiği bayrağı Gecesinde aç yatılmayan, gündüzünde sömürülmeyen bir dünyayı kurarak taçlandıracağız.
Görüşmek üzere yoldaş. Hoşçakal.
Devrim halayında buluşmak üzere...
Bu ülke her dönem azgın saldırılar ve devlet terörü ile birlikte anıldı. Çıkarılan insan hakları ihlallerine ilişkin raporlar hep utanç belgesi olarak tarihte yerini aldı. Devrimci güçler bu baskı ve teröre karşı direniş odakları olarak durmayı başardılar.
19 Aralık katliamı ile birlikte hayata geçirilen tecrit ve F tipi uygulaması hüküm sürüyor. Şu anda aynı biçimde direniş de sürüyor. Kaba şiddet azalsa da, şiddetin en pervasızı olan yalnızlaştırma hiç aralıksız devam ediyor. Buna karşı devrimciler yaratıcılık örnekleri ile devrimci iradeleri ile dimdik ayakta duruyorlar. Onları böyle ayakta tutan nedir? Hiç kuşkusuz bilinçleri, iradeleri ve gelecek günlerin bizim olacağına olan inançları...
Devlet terörü Türkiye coğrafyasının her karışında, özellikle de Kürdistanda hiç azalmadan hep varoldu. Bu Türkiye egemenlerinin ne kadar büyük bir korku içerisinde yaşayageldiklerinin de göstergesidir. Bu kadar baskıya dayalı bir rejim devasa masraf demektir. Bu, onların egemenliklerini sürdürebilmeleri için bir zorunluluktur. Türkiye, sınıfsal ve ulusal çelişkilerin çok güçlü olduğu bir coğrafya sert çatışmalara da gebe...
Önümüzde 2003 1 Mayısı var. İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü. Bütün F tiplerinde ve diğer zindanlarda yoldaşlarımızın gözü kulağı o güne çevrilecek. O güne gereği gibi hazırlanabilmek ve katılabilmek bunun için de gerekli.
Devlet de kendi cephesinden her 1 Mayısa hazırlandığı gibi bu sene de hazırlanacak. Devletin hazırlıklarını boşa çıkarmak, zindanlardaki yoldaşlarımızın umutlarını çoğaltmak bizim ellerimizde. Devrim ve sosyalizm kavgamızda ölümsüzleşen yoldaşlarımıza layık olmak bizim ellerimizde. Gelecek güzel günleri yaratmak için yalnızca inat, kararlılık ve cüret gerekiyor.