ABDnin kirli hesapları boşa çıkacak!..
Irak halkı emperyalist işgal ve
talana boyun eğmiyor!
Bush Iraka karşı yaptırım politikasının son bulması için BMyi göreve çağırdı. Böylece, birkaç hafta içinde ülkesi yakılıp yıkılan, işgal edilen, insanları topluca katledilen, tarihsel birikimleri talan edilen, zenginliklerine el konulan Irak halkı katillerinin gözetiminde yaşamını sürdürmeye çalışacak. Medeniyetin en önemli beşiği sayılan Irakı ateşe veren ABD emperyalizminin baştan beri iddia ettiğine göre, Irak halkını son derece mutlu bir gelecek bekliyor. Irakta bundan sonra başlayacak olan yeni tarihinin temel karakteristikleri barış, demokrasi, özgürlük ve refah olacak. Yani, ABD ordusunun bir cehenneme dönüştürdüğü Irak topraklarının bundan sonra çehresi ideal bir perspektif doğrultusunda değişecek. Bu bağlamda kullanılan soylu kavramların pratikte ne anlama geldiklerine ilk kez tanık olunmuyor. Barşın savaş, demokrasinin diktatörlük, özgürlüğün terör, refahın da kapkara bir yoksulluk anlamına geldiğini başka halklar somut deneyimleri ile yaşadılar ve sayıları her geçen gün artarak yaşamaya devam ediyorlar.
Doğu Avrupa çözülmeye başladığında, söz konusu ülkelerde kabaran kitle hareketi bugün işgal güçlerinin Irak halkına vaadedilen türden yalanlarla yönlendirilmişti. Onlara da yürürlükteki rejimlerin yıkılması sonucu ülkelerine barış, demokrasi, özgürlük ve refah geleceği vaad edilmişti. Sihirli reçeteye inananlar çok oldu. Romanyada morglardan cenaze taşınarak Temeşvar devriminin sahneye konduğu, Arnavutlukta ellerinde Amerikan bayraklarıyla insanların kendi öz kazanımlarını yakıp yıkmaya başladıkları bir ortamda, egemen sınıfların estirdiği cereyana göğüs germek, yaşananların bir aldatmaca olduğunu söylemek, bunun sonunun hüsran olacağını iddia etmek pek kolay değildi.
Sahte barış, demokrasi, özgürlük ve refah
vaadleri ve katı gerçekler
Şimdi yaşanan bu tarih kesiti tüm sonuçları ile ortadadır. Aradan epeyce zaman geçti, ama toplumsal gelişmeler bakımından bu süre pek uzun sayılmaz. Doğu Avrupa halklarına dün yapılan barış, demokrasi, özgürlük ve refah vaadleri ile bugün içinde bulundukları gerçek durum arasındaki mesafeyi ölçmek için epeyce veri birikti. Mesele bir envanter gerektirmeyecek çıplaklıkta gözler önünde. Yaşanan bu örneği bir tek cümle ile özetlemek mümkündür: Yozlaşmış rejimlerin iflası ile özgürlüklerine kavuşan Doğu Avrupa halkları kendilerini bir katil/hırsız koalisyonunun pençesinde buldular. Örneğin, Yugoslavyada emperyalizmin demokrat nişanı ile mükafatlandırdığı bir yönetim işbaşında. Başlıca icraatı ülkenin eski yönetici ve sorumlularını pazarda mal satar gibi piyasaa sürüp Laheye transfer etmekten ibaret. Ama Belgrad yönetimi bunun vaad edilmiş olan mali karşılığını bir türlü tahsil edemiyor ve yaptığı satış hep hibe olarak kalıyor. Sonuçta, kirli pazarlıklar ve gizli anlaşmalar kanlı bir hesaplaşmaya dönüşüyor, başbakan makamında şehit düşüyor, cumhurbaşkanlığı koltuğu halen boş duruyor vs. Oysa, ABD emperyalizmi NATO bayrağı altında Yugoslavyaya saldırmaya hazırlandığı dönemde, Miloseviçin kovulması halinde ülkenin dolar akınına uğrayacağını vaad ediyordu. İş ortakları tarafından cezalandırılan Çinciç büyük bir gururla Miloseviçi efendilerine teslim etmişti. Ama bir avuç dolar bile ona çok görüldü.
Doğu Avrupa ülkelerinin yıllardır içinde bulundukları durum her ülkeye ilişkin farklı bir özgünlükmüş gibi görünüyor, ama istisnalar hariç yaşananlar her ülke için geçerli ortak karakteristiklere sahip. Bu ülke halkları daha iyi bir gelecek adına tuzağa düştüler. Ayaklandılar, sonuçta kurulan tuzağa düşerek emperyalistlerin başarıya ulaşmasında aktif bir rol oynadılar. Gerçeğin ortaya çıkması fazla sürmedi, ama ipin ucu kaçırılmıştı. Arnavutluk halkı silaha sarıldı, Romanyada madenciler ayaklandı. Ama sonuçta Doğu Avrupa halkları baştan çıkarılmış olmanın acı faturasını birçok alanda ödemeye devam ediyorlar.
Bu tarihsel deneyim ve sonuçlar Irakın özgün durumu ile birlikte ele alındığında, ABD emperyalizminin Irak halkına vaad ettiği mutlu gelecek, başka örneklerle kıyaslanamayacak vahşi sonuçlar doğuracaktır. Emperyalizm Doğu Avrupadaki gelişmeleri başından itibaren yönlendirdi ve olayların seyrine göre müdahalelerde bulundu. Ama Irakta önden hazırlanmış, son biçimi verilmiş bir proje uygulanmaya çalışılıyor. Ülke, ABD stratejik araştırma kurumlarının hazırladıkları ve politik mercilerin sahiplendikleri bir modelin uygulanması için bir laboratuvara dönüştürülmek isteniyor. İkinci nokta, Irak deneyimine evrensel bir karakter atfedilmesidir. ABD yöneticileri Iraktaki icraatlarının ilerde eşdeğer konumda olan başka ülkeler için bir model teşkil edeceğini, bir politik norm olarak kullanılacağını açık seçik ilan ediyorlar.Üçüncü nokta ise, ABD emperyalizminin Iraka saldırısını uluslararası mevcut güçler dengesini yeniden şekillendirmek için bir kaldıraç olarak kullanmak istemesidir. Donald Rumsfeld Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi Berlin duvarının yıkılması ile eşanlamlıdır derken boş konuşmamakta, ABD emperyalizminin kendisine saptadığı perspektifi özetlemektedir.
Sermaye dünyası Doğu Avrupayı sindirmekte fazla güçlük çekmedi. Nitekim, Doğu Avrupanın yozlaşmış rejimlerini kandırılmış olsalar bile kitleler ayaklanarak kendileri yıktılar. Devrik rejim önderlerinin heykellerini işgal güçlerinin tankları devirmedi. Aradan fazla zaman geçmeden aynı kitleler kendi yıktıklarını arar oldular. Örneğin Romanya emekçilerine eski dönemi arattıran vahşi kapitalizmin açtığı yaralar, yaptığı talan ve neden olduğu sefalettir. Irakta yakın dönemde yaşanacak gelişmeler ise çok daha farklı bir seyir izlemek durumundadır. ABD emperyalizmi saldırısına ne kadar uluslararası ölçekte bir stratejik hedef biçerse biçsin, birçok gerçeğe boyun eğmek zorunda kalacaktır.
Herşeyden önce ABD emperyalizmi amacına erişebilmek için Irakta fiilen kalmak zorunda. Bu gereklilik Irakın sahip olduğu zengin petrol rezervlerini kalıcı bir biçimde gasp etmekten kaynaklanıyor. Ayrıca ABDnın Irakı bir köprü başı olarak kullanıp Ortadoğunun tamamını yeniden biçimlendirme gibi bir hesabı da var. Güvenilir ve sağlam bir uşak rejim oluşturulana kadar ABDnin kalıcı olmasının gerekli olduğunu en yetkili ağızlar belirtmektedirler. Fakat bunun için somut bir takvim açıklamaktan kaçınıyorlar.
ABD Irakta bir barut fıçısı üzerine oturmuş durumda
Irak halkının ABDye kucak açmadığını, tüm olanaksızlıklarına karşın direnebildiğini bütün dünya gördü. Yani işgal kuvvetleri amaçlarına erişebilmek için Irak halkını şiddetle susturmak ve ülkeyi sömürgeleştirmeye çalışmak zorunda. Böyle bir politikanın hayat bulabilmesinin asgari koşulu işbirlikçi bir toplumsal kesime dayanabilmektir. Basranın ayaklanmayı redderek direnmesi ve geçenlerde Kerbelada önder konumunda olan ve muhtemelen böyle bir misyona yatkın görülen bir imamın katledilmesi ile Şiilere dayanma umudu en azından şimdilik çöktü. Dolayısıyla, ABD kuzeyde böyle bir misyon için Kürt önderler dışında henüz toplumsal bir dayanak bulmaktan uzaktır. Öte yandan, CİA yıllardır emek verdi, servet harcadı, ama muhalif bir gücün kadrolarını bile yaratamadı. Dolayısıyla işgal orduları beraberlerinde göt&uum;rdükleri hırsız ve onun yakın ailesi dışında bir işbirlikçi dayanak bulabilmiş değiller. Buna rağmen ABD umutlu görünüyor. Subaylar, Ürdünde banka batırmaktan dolayı gıyabında 22 yıla mahkum edilmiş, CİAnın Irak muhalefet güçlerine yaptığı 4,3 milyon doların yarısını kendi zimmetine geçirmiş olan banker Çelebiyi çelik yelekler giydirip Irakta kent kent gezdiriyor, önderlik turları attırıyrlar.
ABDnin yüzyüze kalmaya başladığı güçlükler sadece uşak bulma sıkıntısıyla sınırlı değil. ABDnin tüm olanaklarını seferber etmiş olmasına ve üstelik silahı şakağına dayamış olmasına karşın Irak halkı işgali reddediyor, kendisini kurtarılmış saymıyor. İşgalden önce kandırılamayan Irak halkının yaşanan vahşetten sonra baştan çıkarılması büsbütün zor olacaktır. Çetin sınavlardan geçmeye alışmış Irak halkı uğradığı dehşet saldırısı henüz dinmeden işgal güçlerine karşı sokağa dökülmeye başladı. Toplumu bir korku atmosferi sarmış değil. Bağdatta kayıp yakınları gösteri düzenledi, işgal kuvvetlerinden hesap sormaya başladılar. Semt sakinleri silahlanarak ABD askerlerine güvenmediklerini açıkça ilan ettiler ve kendi güvenliklerini kendileri sağlamak için nöbet tutmaya başladılar.
Yabancı gazeteciler ABD birlikleri Bağdata girdikten ve rejim devrildikten sonra insanlara soru soruyorlar. Ekrana getirilen röportaj kesitlerinden insanların ABDye ateş püskürdüğü ortaya çıkıyor. Oysa medya Irakta başka bir arayış içinde; Saddam Hüseyinin kirli çamaşırlarını ortaya serip okur ve izleyicilerine ABD saldısının tüm kusurlarına rağmen haklı olduğunu propaganda etmeye çalışıyor. Fakat insanlar kendilerine masum pozlarla sorulan sorunun tuzağına düşmüyor, Saddamı anlatmak yerine yaşadıkları trajedinin esas sorumlularına işaret ediyorlar. Bu tavır Irak halkının ne kadar kişilikli davrandığını gösteriyor. İşgal güçlerinin kontrolü ele geçirmeleri ile birlikte başlayan ve dünyayı şok eden talan dalgasının sırrı burada yatıyor. Bu talanı ABD güçleri kışkırttı ve desteklediler. Kendilerine direnen Irak halkının onuunu ayaklar altına alabilmek için toplumu temsil etmeyen en zayıf güçleri böyle bir pisliğin içine sürüklediler ve Irak halkını dünyaya bir hırsız şebekesi olarak sunmaya çalıştılar. Haftalar boyunca dehşet içinde yaşayan, her an ölümü bekleyen insanların henüz silahlar susmadan, işgal orduları ölüm kusarken topluca hırsızlığa çıkmalarını, talana başlamalarını anlamak kolay değildir. Diyelimki yoksulluk içinde kıvranan insanlar için böyle anlar bir fırsat yaratıyor. Böyle bir durumda onların en çok yokluğunu çektikleri nesnelere yönelmesi gerekmez mi? Kütüphanelerin yağmalanması, arkeolojik müzelerdeki tarihi eserlerin tahribi kimin işine yarar ve kimin aklına gelir?
Irak bir dini, ulusal, sosyal farklılıklar ve çelişkiler mozaiğidir ve aynı zamanda Arap dünyasının en modern toplumlarından birisidir. Sünni azınlığa dayanan Baas Partisi iktidarı bugüne kadar terör estirerek, Şii ve Kürt kanı dökerek toplumsal birliği ve ülkenin bütünlüğünü koruyabildi. Baas rejiminin yıkılması ile birlikte ister istemez merkezkaç kuvvetler kendilerini çok daha tok ifade etmeye başlayacak ve bastırılmış çelişkiler alevlenecektir. ABDnin, eğer bulabilirse, yapacağı tercih ve ittifak arayışı bu çelişkileri ayrıca keskinleştirecek ve karmaşıklığı daha da boyutlandıracaktır. Bu bakımdan da ABD Irakta bir barut fıçısı üzerinde oturmuş durumda. Pentagonun atadığı askeri vali silahtan başka hiçbir dayanağa sahip olmadığı gibi bir çelişki yumağı ile yüzyüze. Bu karmaşıklı&currn;a bir de işgalci güçlere karşı aktif bir direnişin eklenmesi bekleniyor. Çünkü Kürtler dışındaki toplumsal kesimler ABD ordusunun bir an önce Irak işgaline son vermesini talep ediyorlar.
Emperyalistler arası çatlaklar büyüyor
Sorunun uluslararası boyutu da aynı ölçüde karmaşık. Geçenlerde Belfastta biraraya gelen Bush ve Blairin görüşmeleri, bundan sonra izlenecek politikalarda anlaşmazlığı gözler önüne serdi. ABD yönetimi yukarıda özetlenen politikasını taviz vermeden uygulamak istiyor. İngiltere ise ABDnin yedeğinden biraz sıyrılabilmek, diğer ittifaklarını da fazla zedelememek için konunun bazı tali yönlerini BM örgütüne devretmenin daha uygun olacağını savunuyor. Baştan beri var olan ve gittikçe belirginleşen görüş ayrılığı mevcut aşamada biçime ilişkin de olsa sonuçları itibarıyla farklı bir yöne, BMnin uluslararası ilişkilerindeki rolünün yeniden tanımlanasına kadar uzanıyor. ABDnin kimseye taviz vermek istememesi hem İngiltere ile olan ortaklığını zora sokmakta, hem de Güvenlik Konseyinin onayı olmadan saldırıya eçilmesine karşı olan güçlerin sırtlarını adeta duvara dayamaktadır. Ayrıca, taviz vermek bir yana, ABD saldırısının ölçeğini büyüterek bu kez de Suriyeye hedef gösteriyor. Böyle bir saldırı, savrulan tehditlerin ciddiyetine ve askeri açıdan mümkün olmasına karşın gündeme alınmış görünmüyor. Fakat açık olan, ABDnin zaman kaybetmeden yeni bir hedef hazırlamaya başladığıdır. Son günlere değişik güçler arasında yapılan minik zirveler bu sıkıntıların ifadesi oldular.
ABDnin estirdiği saldırı cereyanına hiçbir güç, farklı nedenlerden ötürü, göğüs geremiyor. Almanya ve Fransa ne tek başlarına ne de beraber böyle bir çıkışta bulunma kudretine sahipler. Baştan beri birbirlerine fazla güvenmeyen Berlin ve Paris, Putinin arkasına saklanarak ABDnin politikasına engel olmayı düşündüler. ABD saldırısı başlamadan önce Berlinde biraraya gelen ve zımni bir birlik oluşturan Chirac, Schröder ve Putin zaman içinde, kim kimi satar endişesi ile hep birbirlerini yakın takip altında tuttular. Bu üçlü güç, karşılıklı olarak birbirlerinin zayıflıklarını kullanmaya ve bunu ABD nezdinde bir pazarlık kozuna dönüştürmeye çalışıyor. Petersburgda Putinle biraraya gelen Chirac ve Schröder sanki bir suç işlemiş duygusu içindelerdi. Büyük bir sıkıntı ile Petersburga gitmekle Cirac ve Schröder ABDye, fazla ileri giderseniz ve üzerimize gelirseniz Rusya ile gerçekten bir ittifak kurabiliriz mesajını vermek istediler. Fakat Putine pek güvenmedikleri için bu mesajı ciddi ses tonuyla ifade edemiyor, ABD karşısında sıkıntı içine giriyorlar.
Rusyanın hesabı ise başka. Moskova Irak pazarında 40 milyar dolar civarında bir paya sahip. Bunu garantileyebilmek, Rus şirketlerinin Iraktan kovulmalarını engelleyebilmek ve ayrıca ABDye şantajda bulunabilmek için Putin arasıra Chriac ve Schröderle ikili ya da üçlü zirveler yapıyor, dışişleri bakanları aracılığı ile ortak deklarasyonlar yayınlıyor. Bu tür jestlerle Moskova da ABDye çıkarlarımız gözetilmezse Almanya ve Fransa ile ortak hareket edebiliriz demek istiyor!
İlişkilere tam bir güvensizlik hakim. Schröder Petersburgdan döner dönmez, Putin bizi kullanıyor, en iyisi diğer tarafla ilişkilerimizi daha fazla bozmamaya çalışalım! endişesiyle Tony Blairi Berlinde ağırladı. Görüşmedeki samimi hava Pariste telaşa yolaçtı. Basında Schröder ABD ile ilişkilerini yeniden düzeltmeye çalışıyor, kazan bizim başımıza patlayacak! türünden makaleler ve yorumlar yer aldı. Atinada AB zirvesinde Chiracın ilk işi Schrödere beni sattın mı satmadın mı sorusunu sormak oldu. Görüşmenin ardından yapılan diplomatik açıklama, meselenin yanlış anlaşıldığını, Almanyanın tavrında bir değişme olmadığı vurguluyor. Rusya belli bir dönem ikili oynama olanaklarına sahip, ama Almanya ve özellikle de Fransa böyle bir kudretten yoksun.
|