Saddam Hüseyin önderliğindeki diktatörlüğü Irak halklarının başına bela eden emperyalistlerdir. Bu yönetimi destekleyen, ekonomik ve ticari ilişkilerde ayrıcalıklar tanıyan ve en önemlisi silahlandıranların başında da ABD emperyalizmi gelmektedir. 1979da İranda gerçekleşen devrimden sonra Irakın İrana saldırmasını sağlayan ve BM kararlarının hiçe sayılması anlamına gelen Irak rejiminin saldırganlığını sonuna kadar destekleyen yine bu aynı güçlerdir. 90lara kadar devam eden bu sıkı işbirliği Kuveyt işgali ile son bulmuştur.
Bugünlerde Irak halkını Saddam Hüseyin diktatörlüğünden kurtararak özgürlük bahşedenler bu musibetin yaratıcılarından başkaları değildir. Irak halkının tepesine bomba, füze ve kurşun yağdırarak, açlık ve susuzluğa mahkum ederek, evlerini yıkarak, çocukların kollarını, bacaklarını kopararak, vücutlarını yakarak, ana-babalarını öldürerek bahşedilen bir özgürlüktür bu. 12 yıllık ambargo ile Irakı harabeye çevirenler, ülkeyi işgal ederek yeniden kurtarmış oldular.
Beklenenin aksine Bağdatta işgale karşı şimdiye kadar kayda değer bir direniş gerçekleşmedi. Rejimin ünlü Cumhuriyet Muhafızları, Saddam Fedaileri ve silahlanan Baas militanları işgalcilerin önünden kaçarak halkı katil sürüleriyle baş başa bıraktılar. Büyük bir direnişe sahne olması beklenen Bağdat, bu sayede en kolay işgal edilen kent oldu. Oysa Şiilerin yaşadığı Irakın Güneyindeki küçük kentler bile emperyalist saldırganlara karşı uzun süre direnebilmiş, bu bölge ancak vahşi katliamlar ve kuşatma ile işgal edilebilmiştir.
Bağdatın işgali pek çok spekülasyona konu oldu. Rejimle Amerikalılar arasında gizli bir anlaşma olduğu genel kabul görüyor. Her ne şekilde olmuş olursa olsun, sonuç olarak bu çürümüş rejim Irak halkını yüzüstü bıraktı. Oysa yıllardır bu halk üzerinde baskı kurarken milliyetçilik ve din adına bol bol demagoji yapıyorlardı. Buna rağmen işgal orduları Bağdat kapılarına dayandığında sözde sahip çıktıkları değerlerin Amerikan postalları altında çiğnenmesine seyirci kaldılar. Tam da sömürücü sınıflara yakışan bu tutum, emperyalist saldırganların işini önemli oranda kolaylaştırdı. Bu kolay zafer işgalcilere hemen başka halkları tehdit etme küstahlığında bulunma imkanı da sağladı.
Irak Baas rejiminin bu utanç verici tutumu temel bir gerçeği yeniden doğrulamıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun burjuvazi hiçbir insani ve etik değer taşımamaktadır. Ne zerre kadar ulusal onuru vardır, ne de emekçilerin katledilmesi, kentlerinin yağmalanması umurundadır. Tek kaygısı kendi sefil çıkarlarını korumaktır.
Bağdat rejiminin kolay düşüşü yerli ve yabancı basın tekelleri tarafından en iğrenç demagoji ve propagandalara konu edildi. Savaş çığırtkanı sermaye medyası, emperyalist saldırganlığa karşı mücadele ederek Irak halkıyla dayanışmayı yükseltenlere saldırırken, öte yandan Irak halkının işgale karşı çıkmadığını, dolayısıyla bu halkın desteklenemeyeceğini ve başına gelen belaları hak ettiğini iddia ederek Irak halkına çirkin saldırılarda bulundu. Yaşananları savaş ve işgalin haklılığına kanıt olarak gösterdi.
Oysa Irakın Güney kentlerinde tüm olanaksızlıklara karşın işgalcilere karşı sergilenen kararlı direnişler lağım çukuru medyanın iğrenç yalanlarını yerle bir ediyor. Bizzat kendileri dahil barbarlık cephesinin tüm tarafları bu direnişi hayretle karşılamışlar, kolay işgal planlarının gerçekleşmeyeceğini anlayarak hayal kırıklığına uğramışlardı. Bağdattaki işgalin beklenenden kolay gerçekleşmesi sonrasında, savaş kundakçıları, savaş çığırtkanları ve satılık kalemşörler görülmemiş ölçüde küstahlaştılar.
Ancak Iraktaki gelişmeler işgalci saldırganlar ve yardakçılarının sevinçlerini kursaklarında bırakacak cinstendir. Daha işgalin üzerinden bir hafta bile geçmeden kitle muhalefeti ve protestolarla karşılaşmaya başladılar. En ufak tepkiye katliamlarla karşılık veren Amerikan askerleri Musulda gösteri yapanları tarayarak 17 kişiyi katletti, çok sayıda insanı yaraladı. Zira Musul halkı ABD uşağı yeni valinin halka açık ilk konuşmasını protesto ederek vilayete doğru yürüyüşe geçmişti. Bağdatta başlayan işgal karşıtı gösteriler de emperyalist çapulculara karşı bir direnişin uzak olmadığını haber veriyor. Direniş sembolü haline gelen Irakın Nasıriye kentinde ise, çoğunluğu Şiilerden oluşan 20 bin Iraklı işgalcileri protesto etti. Amerikanın Zalmay Halilzad başkanlığında organize ettiği ilk toplantıyı hedef alan gösteri, muhalif Şiierin örgütü Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyinin toplantıya katılmayacağını açıklamasının ardından gerçekleşti. Gösteriye katılanlar ABD ve Saddam Hüseyin karşıtı sloganlar attılar. Başka yerlerde de Bushla Saddamı aynı kefeye koyan sloganların yanı sıra, Tek demokrasi ABDyi Iraktan atmaktır şiarları duyulmaya başlandı. Bu arada İngiliz işbirlikçisi bir Şii şeyh linç edilirken, savaş çetesnin en has uşağı Ahmet Çelebiyi hedef alan bir suikast girişiminin 11 Nisanda gerçekleştiğine dair bilgiler de basına yansıdı. Birçok adamının öldüğü saldırıdan ABD ajanı Çelebi şimdilik kurtuldu. Eylemi üstlenen Irak Ulusal Kurtuluş Cephesi adlı örgütün ismi ilk defa duyulmuş oldu.
Irak halkının işgal sırasında olsun, sonrasında olsun emperyalistlere karşı aldığı tavır savaş çığırtkanlarının kirli iddialarını tamamen çürütüyor. Şimdiye kadar binlerce sivil Iraklının katledilmesi ve her gün onlarca kişinin katledilmeye devam edilmesi de bunun bir diğer göstergesidir. Eğer halk işgalcilere karşı direnmeseydi, işgalcilerin bu kitle katliamlarına ihtiyaç duyması söz konusu olmazdı. Çünkü sivil insan avına dönüşen bu katliamlar, emperyalistlerin tüm propagandalarını geçersiz kılıyor, onların tüm iddialarının yalan ve demagojiye dayandığını ortaya koyuyor.
Bağdatta beklenen direniş gerçekleşmedi ama, ne Irak Bağdattan ibaret ne de Bağdat halkı son sözünü söyledi. Çürümüş rejimin kaçıp halkı yüzüstü bırakmasının da etkisiyle beklenen direnişin gerçekleşmemesi bu durumun böyle devam edeceği anlamına gelmiyor. Amerikan askerlerinin Bağdata girmelerinden hemen sonra başlayan işgal karşıtı tepkiler bunu gösteriyor.
Düşkünleşmiş yağmacıların yaptıklarını Irak halkının tümüne mal ederek bu halka küfredenler, çürümüş Irak rejiminin çöküşünü de aynı şekilde halkın tümüne mal etmeye çalışıyorlar. Her iki durumda da gerçekleri çarpıtan savaş basını, iğrenç yalanlarına devam ediyor. Sermaye medyası Arap halkalarına karşı ırkçılığı kışkırtarak, emperyalist savaş karşıtı muhalefeti zayıflatmaya çalışıyor. Zira emperyalist saldırganlık gittikçe yayılıyor ve savaş karşıtı mücadelenin zayıflatılması önem taşıyor.
Çürümüş Baas rejimi üzerinden Irak halkına hakaret edip emperyalist işgali savunanlar, gerçekte bu diktatörlük rejimiyle aynı safta yer alıyorlar. Bu saf kapitalist-emperyalist sistemin ilişkiler ağıdır. Dolayısıyla bu düzen sınırları içindeki bir rejimin emperyalizme karşı ciddi bir direniş sergilemesi beklenemez. Her ne kadar sonrasında ABD emperyalizmi ile çıkar çatışmaları yaşasa da, Saddam Hüseyin ve Baas uzun yıllar ABDye uşaklık etmiş bir rejimdi. Kitlelere, onun çıkarlarına yabancılaşmış, baskıcı ve sömürücü bir azınlığın diktatörlüğüne dayanan bir rejimin ulusal onur ve değerlere sahip çıkmaması, utanç verici bir teslimiyet yolunu tutması son derece anlaşılırdır.
Kısacası çürümüş Baas rejimi, temel çıkarları anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadelede olan Irak işçi ve emekçilerini temsil edemezdi, etmiyordu. Saddam Hüseyin ve Baas rejiminin başını tutanlar tam da sınıfsal konumlarından beklenen bir tavır sergilemişlerdir. Iraklı işçi ve emekçilerinin de, işgalci emperyalistleri topraklarından söküp atarak sınıfsal konumlarına uygun bir tavır sergileyeceklerinden şüphe edilmemelidir.