Irakın işgali büyük oranda tamamlandı. Halkın kahramanca direnişine rağmen, Saddam rejiminin ihaneti sayesinde işgali beklenenden daha kısa sürede tamamlayan emperyalistler, bu kolay başarıdan da aldıkları güç ve cesaretle, şimdi diğer bölge ülkelerine yönelik tehditlerini yoğunlaştırmaya başlamış bulunuyorlar. Irak benzeri sahte suçlamaların ve tehditlerin öncelikli hedefinde artık Suriye var.
ABDnin en yetkili ağızlarından, Suriyenin kitle imha silahı bulundurduğu, teröristlere yardım ve yataklık ettiği, Saddam yandaşlarını barındırdığı, bölge ve dünya için tehdit oluşturduğu ithamları yükseltiliyor. Tıpkı Irak saldırısı öncesinde olduğu gibi. Suriyedeki rejim ithamların haksız olduğunu söyleyerek emperyalist kudurganlığı yatıştırmaya çalışıyor. Oysa Saddam rejimi de sınırsızca silahsızlandırılıncaya kadar emperyalist müdahaleye izin vermişti. Bu tutum emperyalist işgali engelleyemediği gibi, emperyalistlerin kolay başarısına zemini düzlemiş oldu.
Emperyalistler bölge ülkelerinin Irak işgalinden ders alması gerektiğini söylüyorlar. Onların sözünü ettiği ders farklı olmakla birlikte, ders almak gerektiği doğrudur. Sadece saldırı hedefindeki Suriye, İran vb. değil, tüm bölge ülkeleri ve tüm dünya Irak sürecinden gereken dersi çıkarmak ve ikinci bir ülkeyi daha yerle bir etmeden emperyalist saldırganlığı dizginlemek zorundadır. Irak sürecinden bölge halklarının çıkarması gereken ders, emperyalizmin işbirlikçisi ve uzantısı konumundaki çürümüş rejimlere asla güvenmemek, olası bir işgal saldırısına karşı kendi direnişlerini örgütlemek, aralarındaki dayanışmayı güçlendirmektir. Savaş karşıtı mücadelede önemli gelişmeler kaydeden dünya halklarının da çıkaracağı derslerle mücadelenin devamı ve kazanımlarla ilerlemesi sağlanabilir. unun için her halk kendi iktidarını bu mücadelenin temel hedeflerinden biri haline getirmek zorundadır.
Elbette bunun için de siyasal bir bakış, bir yöneliş ve örgütlenme gerekmektedir.
Bu aşamada da gözler bir kez daha işçi sınıfı hareketine ve devrimci eyleme çevriliyor kaçınılmaz olarak. Emperyalist-kapitalist ideoloji ve rejimlerin dizginlerinden boşanmış bu barbarlığına karşı sosyalizm bir kez daha tek seçeneği haline geliyor insanlığın. Bugün emperyalist savaş karşıtlığı olarak gelişen anti-emperyalist mücadelenin, ya kapitalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm şiarı ekseninde toplanması ve gelişmesi, büyük oranda, proletaryanın bu harekette tutacağı yere, üstleneceği role bağlı olacaktır. İşçi sınıfının gelişen harekete katılımı, farklı ülkelerde farklı düzeylerde olmakla birlikte, hali hazırda hareketi yönlendirebilecek bir düzey ve örgütlülükten genel olarak yoksun durumdadır. Hareketin başka bir çıkışı, emperyalist saldırganlığı önlemenin başka bir yolu bulunmadığın göre, dünya işçi sınıfının önünde de farklı seçenekler bulunmuyor.
Yaklaşan 1 Mayıs, bir kez daha, işçi sınıfına tarihi sorumluluğunu hatırlatıyor:Birlik ve dayanışma içinde yürütülecek bir mücadeleyle kitlelere önderlik etmek, kapitalist-emperyalist barbarlığa karşı sosyalizm bayrağını yükseltmek! Emperyalistlerin savaş ve talan naralarını devrim ve sosyalizm şiarlarıyla bastırmak...
Emperyalist saldırganlık dışarda halklara karşı savaş anlamına geldiği kadar, içerde de işçi sınıfı ve emekçilere karşı baskı ve terörün, sömürü ve soygunun artırılması anlamına geliyor. Dolayısıyla işçi sınıfı, saldırıya uğrayan halklarla dayanışma göreviyle birlikte, kendi hak ve özgürlüklerini koruma ve geliştirme ihtiyacıyla da yüzyüzedir. ABD emperyalizmi, Ortadoğu halklarına yönelik işgal ve talan saldırısına hazırlanırken, içerde işçi sınıfı ve emekçi kitlelere yönelik hak gasplarını akılalmaz boyutlara çıkaran baskı yasalarına öncelik vermişti. Türkiyedeki Amerikancı iktidar da Ortadoğunun komşu halklarına yönelik bu katliam saldırılarında maşalık görevine heveslenirken, içerde sınıfa ve emekçi kitlelere yönelik saldırılara yoğunluk verdi.
İşçi sınıfının 150 yıllık kazanımlarını bir çırpıda ortadan kaldıracak yeni iş yasası bu dönemde hazırlandı. Bu yasayla kapitalistlerin iş yaşamına tam bir Ortaçağ köleliğini hakim kılmak istedikleri son derece açıktır. Ücrette, çalışma saatlerinde, iş yaşamının tüm alanlarında hakim kılınacak esneklikle, ücretli köleliğin yerine ilkel kölelik geçirilmek istenmektedir. Eş zamanlı olarak yürürlüğe konulacağı söylenen (Köşkün vetosuyla güya şu anda yürürlükte bulunan) sözde iş güvenliği yasası da, kitlelerin saldırıya karşı tepkilerini törpüleme aracı olarak dolaştırılıyor ortada. Gerçek şu ki, iş güvenliği yasası adını verdikleri ve o kadar yaygarasını kopardıkları maddeler, eski iş yasasının geçerli olduğu bugün bile işlevsiz durumdadır. Yeni iş yasası karşısında ise hçbir anlam ifade etmeyecektir.
İMF ile imzalanan yeni kölelik anlaşmalarına uygun olarak özelleştirme takvimi hızlandırıldı, kapsamı genişletildi. Bu ise ilk etapta yoğun bir işçi kıyımı anlamına geliyor. Özelleştirilecek KİTlerde çalışmakta olan binlerce işçi bir çırpıda kapı önüne konulmak, çoluk-çocuğuyla birlikte açlık ve sefalet batağına itilmek isteniyor. Tasfiyesi hedeflenen sadece KİTler de değil. Tasfiyenin tüm kamu işletmelerine yayılacağı, işçilerle birlikte kamu emekçilerinin de büyük oranda işten çıkarılacağı, ya da sözleşmeli personel kapsamına alınarak sömürünün yoğunlaştırılacağı biliniyor.
Bu saldırı planları karşısında ve bu savaş ortamında, Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin örgütlenmek, öne çıkmak, mücadelenin başına geçmekten başka yolu bulunmuyor. Tersi bir tutumun, yani mücadeleden geri durma ve saldırılar karşısında suskunluğu sürdürme tutumunun, saldırıdan korunmaya yönelik en küçük bir yararı dokunmayacağı gibi, tersine, saldırganların cesaretini ve saldırıların dozunu artıracağı ortadadır. Amerikan uşaklarının yönetimindeki ülkenin emperyalist savaşa doğrudan dahil olması demek, öncelikle işçi ve emekçi çocuklarının silah altına alınması, ölüme sürülmesi anlamına geliyor. Böyle bir durumda, işçi sınıfı ve emekçi kitleler, sadece üzerlerindeki baskı ve sömürünün artmasıyla değil, çocuklarının can derdiyle de uğraşmak zorunda kalacaklardır.
Oysa buna mecbur değiliz. Bu saldırganlığı önleyebiliriz.
Emperyalist savaş ve saldırganlığa karşı dünya çapında yükselen hareket, imkanlarımızın ne kadar geniş olduğunun da göstergesidir. Bu imkanı güce dönüştürmek elimizdedir. Dizginlemek zorunda olduğumuz güç, siyasal, sınıfsal ve askeri alanlarda örgütlü bir güçtür. Dizginlemenin yolu da aynı alanlarda örgütlenmekten geçmektedir. Dünyada gelişen ve yükselen karşı hareket ise hem sınıfsal zeminden hem de bunun karşılığı olan politik bakış ve örgütlülükten yoksun konumdadır. Tüm yaygınlığına ve kitleselliğine rağmen etkisiz kalmasının asıl nedeni de bu zayıflıklarıdır. Bu eksikliklerin giderilmesi, tüm ülkelerde işçi sınıflarının sınıfsal güç ve imkanlarıyla harekete dahil olması ve yol göstermesiyle sağlanacaktır.
Emperyalist saldırganlar üretim alanları üzerinden sıkıştırılmadıkça, geri durma ihtiyacı duymamaktadırlar. Silahların üretimini ve taşınmasını, asker ve mühimmat sevkiyatını, emperyalist orduların diğer tüm gereksinimlerini karşılayan üretim alanlarında gerçekleştirilecek grevler, ve bu grevlere destek mahiyetinde sokak gösterileri, kitlelerin gerçek silahları haline gelebilecek, emperyalistlerin silahlarını kullanılamaz duruma getirebilecektir.
İşçi sınıfı kendinde bulunan bu gücü artık kullanmak, savaş karşıtı hareketin hizmetine koşmak zorundadır. 1 Mayıs bu gücü harekete geçirmenin fırsatı haline getirilmelidir.