19 Nisan '03
Sayı: 15 (105)


  Kızıl Bayrak'tan
  1 Mayıs'ta mücadeleyi yükseltelim!
  Özelleştirme, taşeronlaştırma ve kölelik yasasına karşı 1 Mayıs'ta alanlara!
  Gerici diktatörler ve diktatörlükler halkı temsil edemezler!
  Yağma ve talan emperyalizmin özüdür
  Emperyalist saldırganlığın yeni hedefi Suriye!
  Irak halkı emperyalist işgal ve talana boyun eğmiyor!
  Emperyalist saldırganlık ve işgale karşı gösteriler sürüyor...
  Kan koklayıp kâr kokusu alan leş kargaları!..
  Emperyalizmle işbirliğinin sonu özgürlük değil, utanç verici bir köleliktir!
  Emperyalist savaş kartışı eylemlerden...
  Kamuda TİS süreci başladı...
  Emperyalizme karşı mücadelenin engelleri ve bağımsız devrimci sınıf çizgisi
  Savaş medyası işbaşında!
  Kim bu üç-beş insan!
  İstanbul Sendikalar Birliği toplantısı üzerine...
  ESK toplantısı yapıldı
  Bir PETKİM işçisinden çağrı: Özelleştirmeye karşı mücadeleyi yükseltelim!
  Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
  Dünyada emperyalist savaş karşıtı eylemlerden...
  Devrimci kimlikte ısrar ve kimlikte erozyon!..
  Acele polis aranıyor
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Savaş medyası işbaşında!

Uğur Deniz

Ortaya çıkış itibarıyla temel işlevi, kitleleri bilgilendirmek, onları olaylardan ve gelişmelerden haberdar etmek olan medyanın günümüzdeki işlevi kitleleri etkileme, yönlendirme ve yönetme konularındaki muazzam etkisi yüzünden farklı bir boyut kazanmıştır. İktidarı elinde bulunduran burjuvazi doğal olarak medyanın bu etkisini kendi varlığını sürdürme doğrultusunda kullanmaktadır. Öyle ki, medya bugün dördüncü kuvvet olarak anılmaktadır. Bu öylesine bir kuvvettir ki, yeri geldiğinde silahlı kuvvetlerin bir kolu, psikolojik savaşın ise baş aktörü olarak çalıştırılmaktadır. Bunun en son örneğini başını ABD’nin çektiği Irak saldırısında gördük ve görmeye devam etmekteyiz.

Savaş mı, saldırı mı?

ABD’nin Irak’a yönelik saldırı ve işgali dördüncü haftasını doldurmuş durumda. İşgalle ilgili haberler ABD ve Avrupa medyasında farklı adlandırılıyor. ABD savaş medyası konuyla ilgili haberleri ‘Irak savaşı’ spotuyla verirken, Ortadoğu’da çıkarları zedelenen Avrupa medyası şimdilik ‘Irak saldırısı’ spotunu tercih ediyor. İşbirlikçi Türk medyası ise ABD’li efendilerinin söylemini kullanıyor.

Bir olayın savaş olarak tanımlanabilmesi için ortada çıkarların çatıştığı, paylaşım noktasında ise tarafların hak iddia ettiği bir durumun söz konusu olması gerekir. Oysa ABD’nin söylemlerinde Irak’ı işgal etmek, petrollerine el koymak gibi bir iddia açıkça savunulmamaktadır. Tüm çıplaklığıyla gerçek neden bu olmasına rağmen bunun yerine ‘Irak halkına özgürlük getirmek ve bu özgürlük harekatına karşı çıkan Saddam yönetimine karşı savaşmak’ söylemi kullanılmaktadır. Böylece gerçek niyet maskelenmeye çalışılmakta, Amerikan halkının bu işgali meşru görmesi hedeflenmektedir. Oysa yapılan işgaldir, saldırıdır; illa savaş demek gerekiyorsa, kirli bir savaştır.

Savaş medyası işbaşında!

Yirmi gündür fiili olarak devam eden bu saldırı başlamadan çok önce medya savaş hazırlıklarına başlamıştı.

Gerçekte Ortadoğu petrolleri üzerinde ABD’nin mutlak hakimiyetini kurmak için yapılan bu haksız, kirli savaşın önce kitleler nezrinde meşru kılınması gerekiyordu. Yirmi yıldır her türlü kirli politikanın uygulayıcısı olmasına rağmen bu konuda emperyalist blok tarafından hiçbir tepki almayan Saddam, bir anda özgürlük düşmanı, eli kanlı diktatör ilan edildi ve medya kuvvetleri tarafından ilk saldırı başlatıldı. Halepçe katliamının yaşandığı günlerde olayı yok sayan medya, çarşaf çarşaf katliama ait yazı ve görüntüler yayınladı.

Savaşın başlamasına gerekçe bulmak için aylardır Irak’ta kimyasal silah üretimine ait tesis bulmaya çalışan, sözde Birleşmiş Milletler görevlileri El Baradey, Hans Blix ve onlara bağlı ekipler somut hiçbir kanıta ulaşamadılar. Oysa aranan çok daha önceki dönemlerde bizzat ABD silah tekelleri tarafından Irak’a satılmış olan teknolojilerdi. Savaş medyası bu aşamada da tüm gerçekleri yeri geldiğinde çarpıtarak, yeri geldiğinde cımbızlayarak kitlelere aktardı. Üzerlerindeki ABD baskısına rağmen hiçbir kanıt bulamayan bu sözde bilim adamları baskının arttığı dönemlerde bazı ufak tefek kanıtlar bulunduğunu belirttiler ve aynı medya bunu şişirerek ön sayfalara çekti. Ancak saldırının yirmili günlerine gelindiğinde aynı görevliler böyle bir kanıtın olmadığını belirtiyorlar ve bu haberler arka sayfalarda gizleniyordu.

Diğer yandan, saldırı fiili olarak başlamadan hemen önce, ABD savaş kurmayı medyaya saldırı ile ilgili talimatları verdi. Irak’a özgürlük için saldırı başlatan ABD, medya kuvvetleri üzerinde tam bir denetim ağı kurdu. Bölgede çalışacak personel tek tek Pentagon’un onayından geçirildi. Bu sayede, verilecek tüm haberler önce genelkurmay merkezince onaylanacak, olası tüm olumsuz gelişmeler sansürlenebilecekti.

İşbirlikçi Türk medyası

Irak saldırısı başlamadan bir süre önce Türk medyasında da bu saldırının meşrulaştırılmasına yönelik pek çok haber yayınlandı. Bu haberlerin ana temasını savaşın Türk ekonomisine ne gibi katkılar sağlayacağı oluşturuyordu. Uzunca bir süre, savaşa destek rüşveti olarak ABD tarafından Türkiye’ye verilmesi planlanan kan parasının pazarlığı yapıldı. Bu kan parası pazarlığını gizlemek içinse Türkiye’nin “ulusal çıkarları” teranesi kullanıldı, işbirlikçi Türk medyası tarafından.

Ordu ise bu süreçte, savaş kararının, dolayısıyla sorumluluğun tamamen ‘milli iradenin sembolü’ hükümete ait olduğunu belirtip, siyasi iradenin emrinde olduğunu beyan etti. Bu aşamada işbirlikçi medyanın bir başka görevi de, bu kirli savaşın tüm sorumluluğunu günü geldiğinde AKP iktidarına yıkmaya yönelik tarzda haber yapmaktı ki, bunu da gayet ikiyüzlü bir tarzda yerine getirdi. Böylece, kirli savaşın tüm faturası günü geldiğinde AKP hükümetine kesilmekle kalmayacak, ABD uşağı ordu yara almayacaktı. Oysa savaşla ilgili bu kararın sadece bir hükümet iradesi olmadığı, borç batağı yüzünden uşaklığı utanç verici bir boyut kazanmış Türk devletinin zorunlu bir tercihi olduğu 3 Kasım seçimlerden önce biliniyordu. Nitekim medya aracılığıyla, tezkerenin onaylanması dönemine ikircikli davranan AKP’ye, seçimlerden önce Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisinde verdiği savaşa destek olunacağı sözü hatırlatıldı.

Satılmış kalemşörler

ABD tarafından, bu saldırıya karşı gelişebilecek tepkileri kontrol altında tutmak için bölge medyasına 200 milyon dolar bütçe ayrıldı. Bu saldırıda en önemli unsurlardan biri olan Türk medyası bu kirli paradan ne kadar pay aldı bilmiyoruz, ama yazılanlara bakıldığında kimlerin bu paradan nemalandığını açıkça görebiliyoruz. İkinci tezkerenin iptal edilmesinden sonra, aldıkları bu paranın karşılığını verememenin yarattığı suçluluk duygusuyla ipin ucunu iyice kaçırarak sağa sola saldıran bu isimlere şöyle bir göz atalım.

ABD’nin yanında yer almayarak Türkiye’nin milyarlarca dolar zarara uğradığını, itibar kaybettiğini söyleyerek, saldırıyla ilgili tüm haberleri ABD savaş medyasının öncüleri FOX TV ve CNN’e dayanarak veren Ufuk Güldemir’in Habertürk’ü satılmışların başını çekiyor. ‘Özgür yayın’ kanalı Habertürk, ikinci tezkerenin reddinden hemen sonra konuyu “İslamcı, solcu, manken işbirliği Türkiye ekonomisine darbe vurdu” şeklinde verdi. Yine Türk medya kuvvetleri komutanlarından Ertuğrul Özkök, bu kirli savaşa karşı çıkanları vatan hainliğiyle suçlayacak kadar ileri gitti. Medya tekeli Doğan grubunun önemli isimlerinden Cüneyt Ülsever ise tezkerenin reddedildiği gün; bir hafta sürecek bir savaş için Türkiye’nin en önemli müttefikini kaybetmeyi göze almasının anlamsızlı&currn;ından, bu red kararı yüzünden ekonominin bataklığa sürükleneceğinden ve bunun sorumluluğunun savaşa hayır diyenlerde olduğundan dem vurdu. Gündüz Aktan da Türkiye’nin stratejik çıkarlarından yola çıkarak aynı kirli politikaları savundu. İsimler o kadar çok ki... Fakat bu satılmış insan müsveddesi kalemşörların hiçbiri yazılarında Irak’ta yaşanan ve yaşanacak olan insanlık suçlarından tek klimeyle dahi bahsetmediler.

Savaş yalanları

Saldırı başladığında ABD, Irak halkının Saddam baskısından kaçarak kendi yanında yer alacağını iddia ediyordu. Öyle ki, bu “özgürlük çıkartması” kısa sürede sonuçlanacaktı. Hatta saldırıdan aylar önce “yeni Irak yönetiminde” hangi piyonların yer alacağı planlanmış, “yeniden yapılanma” aşamasında hangi Amerikan tekelinin hangi ihaleyi alacağı çoktan belli olmuştu. Fakat ABD’nin planları saldırının ilk başladığı gün suya düştü. Savaş medyasına göre kara harekatının başladığı Umr Kasr kenti hemen teslim alınmıştı. Oysa Katar El Cezire televizyonu ikinci günde bu balonu söndürdü. Savaş medyasında yine Umr Kasr’da teslim alınan Iraklı asker görüntülerinin, gerçekte o bölgedeki bir fabrikadan getirilmiş işçilerin görüntüsü olduğu daha sonra anlaşıldı.

ABD’nin saldırı planına göre güneydeki Saddam muhalifi Şiiler ABD’nin yanında yer alacak, Basra, Nasıriye, Necef ve Kerbela çatışma olmadan teslim olacaktı. ABD planları burada da suya düştü. Ürdün’de çalışan yüzlerce Iraklı bu vahşi saldırıya karşı ülkelerini savunmak için Irak’a geçtiler. En şiddetli çatışmaların olduğu kentlerden birisi Basra oldu. Burada Irak ordusu tarafından rehin alınan ABD askerlerin görüntüleri El Cezire ve Irak televizyonu tarafından verilirken, ABD savaş medyası bu görüntüleri yok sayma yoluna gitti. Esir askerlerin görüntüleri El Cezire televizyonu sayesinde kamuoyuna ulaşabildi. Diğer yandan, esir düşen bir Amerikan kadın askerin kurtarılışına ait görüntüler savaş medyasında “filmi yapılacak büyük bir kurtarma operasyonu” söylemiyle yer aldı.

Bir savaş makinesine dönüşmüş olan ABD, bu saldırı sayesinde bolca yeni silahlarının reklamını yaparak silah satışlarını artırmayı da planlıyordu. Bu amaçla savaş medyasında günlerce hangi “akıllı silahlar”ın, nasıl kullanılacağına dair görüntüler yayınlandı. Oysa bu “akıllı silahlar” ardarda Irak’ta pazar yerlerine düşüp katliama yol açtığında, savaş medyası görüntüleri görmezden gelip, açlığa ve ölüme mahkum edilmiş insanlara sözde yardım eden ABD askerlerinin görüntülerini yayınlandı.

Tabii bir yandan da bu saldırıya muhalif olan ülkelere gözdağı veriliyordu. Önce İran’ın bir liman kenti “yanlışlıkla” vuruldu. Hemen ardından da İran’dan özür dilemeye gerek olmadığı açıklandı. Bunu yine bir yanlışlık sonucu Urfa’da üç ayrı yere bomba düşmesi izledi. İşbirlikçi sermaye devleti ise bu küçük kazayı büyük bir hoşgörüyle karşıladı. Hatta olayı incelemeye gelen ABD subaylarını taşlayan köylüler hakkında süratle dava açılıp on üç yıl hapisleri istendi.

Tükenen medya

ABD patentli savaş medyası ve onun işbirlikçi yerli temsilcileri yalan yazmaya, yalan göstermeye, yalan anlatmaya devam ediyorlar. Çünkü kapitalizm çürüyor. Çürüdükçe daha fazla katliama ve daha fazla yalana gereksinim duyuyor. Bugün Irak’ta insanlar bombalarla, tüm dünyada ise insanlık yalanlarla teslim alınmaya çalışılıyor. Fakat teslim alınamıyor. Kirli savaş aygıtı kirli medyanın tüm yalanlarına rağmen milyonlar bu saldırıya karşı meydanları doldurmaya devam ediyor. Savaş çığlıklarının arasında bir ağızdan yükselen bu başkaldırı yalanın perdesini yırtıp atıyor.

Irak’a saldırı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bu gerçekte Irak için son değil bir başlangıç. Dünya ve özellikle Ortadoğu yeni bir döneme girmek üzere ve asıl savaş bundan sonra başlayacak. Savaş makinesinin sıradaki katliamları için daha büyük yalanlara gereksinimi var. Bu yalan rüzgarına son vermek, katliam şakşakçısı medyayı alt etmek, bu katliamların en büyük mağduru işçi ve emekçiler için bir zorunluluktur. Adı bile bizim için kirlenmiş olan sermaye medyası ait olduğu sınıfla birlikte yok olacaktır.



Sahte bir kahramanlık öyküsü...

Jessica nasıl kurtarıldı?!

3 Nisan ‘03 tarihli savaş çığırtkanı gazeteler birinci sayfalarından sevinç naraları atarak bir haber yayınladılar. Bu habere göre, CİA’nın verdiği bilgiler doğrultusunda ABD özel timleri 10 gündür Nasıriye’de esir tutulan er Jessica’yı büyük bir başarı ile kurtarmışlar. Haydutbaşı Bush memnuniyetini belirtirken, Merkez Komutanlığı sözcüsü ise, “ABD, kahramanlarını asla yalnız bırakmaz” açıklamasını yapmıştı. Milliyet gazetesi haberi büyük bir kroki eşliğinde vererek, operasyonun tereyağından kıl çeker gibi gerçekleştirildiğini yazdı. Birkaç gün üstüste tekrarlanan bu haberin Holywood’un aradığı cinsten bir film konusu olduğu da tekrarlanıp duruluyordu.

Ancak bu kahramanlık öyküsünün sahte olduğu er Jessica’yı tedavi eden Iraklı doktorun bir dergiye açıklama yapması ile ortaya çıktı. Kadın askeri tedavi eden doktor, er Jessica’nın hastaneye getirildiğinde büyük bir korku içinde ve sürekli olarak “lütfen bana kötü bir şey yapmayın” sözünü tekrarladığını söylemiş. Iraklı doktor onu sakinleştirip ilk müdahalesini yaptıktan sonra başka bir hastaneye göndermiş. Er Jessica’yı taşıyan ambulans önce ABD askerleri tarafından taranmış, ardından da kamera çekimleri eşliğinde sahte bir kurtarma operasyonu yapılıp savaş medyasına dağıtılmış. Çekimler esnasında 4 Iraklı doktorun elleri bağlanarak baskıya maruz kaldıklarını anlatan doktor, medyada yayınlanan görüntülerde bu sahnenin gösterilmediğini açıklıyor.

CİA ve işgalci Amerikan askerlerinin kahramanlığını anlatan bu ve benzeri düzmece hikayeler, bir kez daha burjuva medyadaki çürüme ve kokuşmanın boyutlarını gözler önüne seriyor.