İçindekiler:

5 Haziran 2022
Sayı: KB 2022/20

Mücadeleyi büyütelim!
NATO üzerinden kirli pazarlıklar
Çürüyen rejim
Basına saldırı yasası
Avrupa'nın çöpü zehir saçıyor!
Sınıf "yeni hareketlikilere" gebe
İşçi-emekçi direnişlerinden
"Dik durmamız çok önemli"
Neşe Plastik grevi üzerine...
Asen Metal işçileri anlatıyor...
Kapitalizm, savaş ve parti programı / 2
IG Metall TİS'i sabote ediyor
Kolombiya seçimleri...
Servet sefalet kutuplaşması derinleşiyor
İngiltere'den göçmen düşmanı adım
Dünya işçi ve emekçi eylemleri
Lutte Ouvrière Festivali sona erdi
"Birlikte olursak kazanırız"
İTÜ'de "Beril ve Ömer için isyandayız"
Milyonlar borç yatağında!
"Haziran'da ölmek zor"
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

NATO üzerinden kirli pazarlıklar

 

Finlandiya ile İsveç’in emperyalist savaş aygıtı NATO’ya üye olmak için başvurmalarının ardından başlayan tartışmalar devam ediyor. Tartışmayı başlatan, AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın “teröre destek verdikleri” gerekçesiyle iki ülkenin üyeliğine onay vermeyeceğini söylemesiydi. Saray rejimi adına yapılan açıklamalarda, NATO’nun genişlemesine karşı bir tutumun söz konusu olmadığı belirtildi. Ancak tüm açıklamalar rejimin farklı hesaplar/pazarlıklar peşinde olduğunu teyit ediyor.

‘NATO ipi’ kokuşmuş rejimi kurtaracak mı?

AKP-MHP rejimi kendi bekası için ülkeyi bataklığa sürüklerken on milyonları sefalete itiyor. ‘Rutin’ hale getirilen zamlar, enflasyonun ‘istikrarlı’ yükselişi, toplum sağlığını tehdit eden yoksulluk ve yozlaşma henüz toplumsal bir patlamaya yaratmasa da kokuşmuş rejime destek verenlerin oranı sürekli düşüyor. Topluma vaat edebileceği bir şey kalmadığı için şiddet ve riyakarlık araçlarıyla yol alan rejim, dış politika üzerinden geliştirdiği hamlelerle hem toplumun dikkatini dağıtmaya hem yürüttüğü kirli pazarlıklarda belli hedeflerine ulaşmaya çalışıyor.

Finlandiya ve İsveç’in ‘teröre destek’ verdikleri sürece NATO’ya üyeliklerinin onaylanmayacağı söylemi kaba bir sahtekarlıktan başka bir şey değil. AKP şefi başta olmak üzere rejimin derdi, öncelikle Biden yönetimi tarafından önemsenmek ve ABD ile belli hesap ve çıkarları için pazarlık yapabilmektir. Bunu da Türk devletinin savaş aygıtı NATO’ya sunduğu hizmetler üzerinden yapmaya çalışıyor. Bu bağlamda Kürt halkına düşmanlık histerisinin ürünü olan belli hesaplar olduğu gibi, Suriye topraklarının ilhakına destek almak, silahlanma konusundaki kısıtlamaları kaldırtmak ve yurtdışında yaşayan ‘terörist’ diye tanımlanan birkaç kişinin şov eşliğinde Türkiye’ye getirilmesi gibi hesaplar da var.

Tayyip Erdoğan, Finlandiya ve İsveç’in böyle bir zamanda NATO üyeliğine başvurmalarını ‘büyük bir nimet’ sayıyor. Zira emperyalist savaş aygıtının genişlemesine bir itirazları olmasa da iki ülkenin üyeliğe alınmasını geciktirerek, Biden’e ‘bizi muhatap alıp pazarlık masasına çağırmalısın’ mesajı veriyorlar. Pazarlık başlıkları arasında AKP şefi ile yakınlarını doğrudan ilgilendiren Halkbank davası, Rıza Zarrab’ın itirafları, Baran Korkmaz’ın ABD’ye değil Türkiye’ye iadesi gibi dosyalar da var. AKP-MHP rejimi bir ‘NATO ipi’ yakalamış görünüyor. Ancak kirli pazarlık masasına oturmaya muvaffak olsalar bile bu, kokuşmuş rejimlerini kurtarabilecekleri anlamına gelmiyor. Bundan dolayı faşist baskı ve zorbalığı günden güne arttırıyorlar.

‘Paça kurtarma’, silah alımı, işgal hevesleri

Saray rejiminin takındığı tutum, Rusya’yı sıkıştırmak için Finlandiya ve İsveç’i bir an önce üyeliğe almak isteyen savaş aygıtı NATO’nun şefleri, daha somut olarak Biden yönetimi için ‘can sıkıcı’ bir olay. Zira onlar Ankara’daki ‘yerli/milli’ dinci-ırkçıların sorun çıkarmadan iki ülkenin üyeliğine destek vermelerini bekliyorlardı. Ancak uzun yıllar boyunca Tayyip Erdoğan’ın tek adam rejiminin başına geçme planlarını destekleyen emperyalistler, şimdi kirli hevesleri için kendileriyle pazarlık yapabilen bir rejim inşa ettiklerini görüyorlar. Buna rağmen öyle telaş edilecek bir durum olmadığını biliyorlar. 

Emperyalistler, 70 yıldan beri NATO’ya hizmet eden Türk devletini önemsiyorlar. Stratejik konumu olan Türkiye’nin NATO üssü olması onlar için önemli bir imkan. Bundan dolayı AKP şefinin niyetinin ne olduğunu çok iyi bilseler de Türk devleti ile NATO arasında ‘can sıkıcı’ gelişmelerin yaşanmasını istemezler. Bu bağlamda dinci-faşist rejimi adım adım hizaya getirmek için çaba harcıyorlar.

Bu durumdan hareket eden bazı çevreler, AKP-MHP rejiminin NATO ve ABD’ye karşı tutum aldığı, hatta emperyalist savaş aygıtının genişlemesine engel olduğu yönünde ‘analizler’ yapıyorlar. Kimileri işi, sol güçlerin bu konuda Tayyip Erdoğan’a destek vermesi gerektiğini bile vaaz edebilecek noktaya vardırıyorlar. Oysa bu zırvalar bir yana bırakıldığında saray rejiminin derdinin başka olduğu ayan-beyan ortadadır.

AKP şefi ile çevresinin ‘paçasını kurtarma’ öncelikleri var. ABD’deki dosyaların hasır altı edilmesini istiyorlar. Kürt halkına düşmanlık bağlamında Rojava’ya saldırı için ‘yeşil ışık’ bekliyorlar. F-16 savaş uçakları başta olmak üzere, silah alımı önündeki bazı engellerin kaldırılmasını talep ediyorlar. Bir diğer hedefleri ise, Suriye topraklarından yeni alanları işgal etmek ve işgal ettikleri bölgeleri, mültecileri bahane ederek ilhak etmektir.

Görüldüğü üzere dinci-faşist rejim NATO’nun genişlemesine karşı olmadığı gibi, varmak istediği hedefler de gerici-saldırgan-yayılmacılıkla bağlantılıdır. Başka türlü olması da mümkün değil zaten. Zira Türkiye’nin dinci-şeriatçıları ile ırkçı-faşistleri siyasi alana çıktıkları günden beri emperyalizmin hizmetinde oldular, halen de öyleler. Nitekim MHP’de AKP’de ABD’nin imal ettiği emperyalizme ve sermayeye hizmet eden aparatlardan başka bir şey değiller.

Suç ortaklığına devam edecekler!

Ukrayna savaşını uzatmak için çaba sarf eden ABD-NATO cephesi, Finlandiya ve İsveç’e uzanarak Rusya etrafındaki kuşatmayı sıkılaştırmak için acele ediyor. Bu provokatif hamleyi bir an önce atmak istedikleri için, AKP şefinin pazarlık masasını kurma talebiyle ortaya çıkmasından dolayı rahatsız oldular. Yansıdığı kadarıyla böyle bir hamle beklemiyorlardı. Oysa köşeye sıkışan dinci-faşist rejimin ‘fırsat bu fırsat’ diyerek NATO’ya sunduğu hizmetler için bir ‘kullanılma bedeli’ talep etmesi hiç de şaşırtıcı değil. Saray rejiminin çaresizliğinin derinleşmiş olması, AKP şefinin ‘kullanılma fiyatını’ yüksek tutmasına neden oldu.

AKP şefinin tutumu muhataplarında can sıkıntısı yaratsa da olayı büyütmediler. Göründüğü kadarıyla Joe Biden halen de Tayyip Erdoğan’la konuşmak için acele etmiyor. Bu rahatlığı, AKP-MHP koalisyonunun her koşulda NATO ile suç ortaklığına devam edeceğinden emin olmaları sağlıyor. Zira bütün taraflar saray rejiminin neyin peşinde olduğunu biliyor.

Buna karşın ABD-NATO cephesi bu ‘can sıkıcı’ krizi aşmayı da önemsiyor. Göründüğü kadarıyla işin bu kısmıyla savaş aygıtının şefi Jens Stoltenberg ilgileniyor. Konuyla ilgili yaptığı son açıklamada, “…Ankara ile Türkiye yönetimi ile yakın temas halindeyiz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile konuşuyoruz. Aynı zamanda İsveç ve Finlandiya ile de konuşuyoruz. Yakın zamanda Stockholm, Helsinki ve Ankara’dan üst düzey yetkilileri bir araya getireceğiz” ifadelerini kullanan NATO şefi, kuşkusuz ki bu işi Biden yönetiminin biçtiği rol gereği yerine getiriyor.

Suç ortaklığına devam etme konusunda bir sorunları olmayan tarafların pazarlığı sıkı tutma eğiliminde oldukları görünüyor. AKP şefinin, en azından bazı talepleri karşılanmadan geri adım atması kolay değil. Buna karşın Joe Biden yönetiminin de talep edilenleri kolayından karşılaması olası görünmüyor. Saray rejiminin kendini ‘pahalıya pazarlama’ taktiği uyguladığının farkında olan Biden ve adamlarının kırıntılar dışında ciddi bir şey vermeleri beklenmiyor.

Görünen o ki, pazarlık biraz daha devam etse de taraflar bir şekilde anlaşmaya varacaklar. Dinci-faşist rejim bir şekilde ABD’nin isteklerini yerine getirecek. Vurgulamak gerekiyor ki, bu kirli pazarlığın NATO’nun genişlemesine karşı olmakla, bu genişlemenin savaşın yayılması tehlikesini daha da arttıracak olmasıyla uzaktan-yakından bir alakası yoktur. AKP-MHP rejiminin yukarıda sözünü ettiğimiz gerici hedeflere ulaşmak dışında bir derdi bulunmuyor.

Emperyalist savaş aygıtının yayılması, elbette insan soyu ve dünya üzerindeki tüm canlıların geleceği açısından ciddi bir risk oluşturuyor. Ancak buna karşı mücadele yayılmacı-saldırgan hedefleri olan kokuşmuş gerici rejimlerin işi değil. Bu hem kokuşmuş rejimlere hem emperyalizme karşı direnişi yükseltecek olan ilerici ve devrimci güçler ile işçi ve emekçiler ve ezilen halklara düşen bir görevdir.