28 Şubat 2020
Sayı: KB 2020/09

Suriye’de düğümler çözülürken…
AKP-Saray rejimi toplumu yıkıma sürüklüyor
İdlib bataklığına doğru...
Dinci-gerici cenahta çatlaklar derinleşiyor
HDP 4. Kongresi toplandı
Bu düzenin hukuku hükümsüzdür
İntihar değil seri cinayet; fail kapitalist düzen
TİS süreci ve metal işçilerinin durumu
Geçmişten geleceğe… / 2 - DİSK’te iktidar savaşları
Teslim Demir: Devrime adanmış yarım asır!
Kurtuluşa sevdalı bir yürek: İmran Aydın
Almanya’nın katliam formülü
Avrupa’daki faşist çetelerin üssü İsviçre
Almanya’da işçi kıyımı planı ve sendikal bürokrasi
AB bütçe zirvesinde Fransa-Almanya çekişmesi
Türkiye’de 8 Martlar…
Kadınlar ve gericilik
ODTÜ’de yaşanan saldırıların ardından
1996 İstanbul Üniversitesi işgali yol gösteriyor!
Örgütlü mücadele yaşamsaldır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Örgütlü mücadele yaşamsaldır!

 

Kapitalist sistemde açlığa, yoksulluğa, sefalete sürüklenen işçiler, emekçiler ve gençler geçimini sağlayamadıkları için çaresizliğe düşüyor ve çözümü yaşamına son vermekte buluyor. Özellikle gençliğe bir gelecek vaat etmeyen ve topyekûn umutsuzluğa sürükleyen sistemin temsilcileri, yaşanılan intiharların kişisel, psikolojik nedenlerden kaynaklandığını söyleyerek gerçekliği örtbas etmeye çalışıyor. Eğitim sisteminden reklam panolarına kadar yaşamın her alanında topluma aşılanan bireycilik, insanları yalnızlaştırıyor. İşsizlik, yoksulluk gibi toplumsal arka planı olan sorunlar karşısında bireysel çözüm arayışları öne çıkıyor. İnsanlar bu sorunlarla baş etme gücünü yitirdiği oranda son çare olarak yaşamına son veriyor. Geçtiğimiz ay ekonomik-sosyal sorunlar nedeniyle İstanbul Üniversitesi öğrencisi Sibel Ünli yaşamına son vermişti. Yine geçtiğimiz haftalarda İstanbul Üniversitesi öğrencisi Hakan Taşdemir de benzer nedenlerle hayatını sonlandırdı. Son dönemlerde genç intihar olaylarının bu kadar artması tesadüf değildir. TÜİK verilerine baktığımızda, intihar olaylarında yaşanan artışın geldiği boyutu çarpıcı bir şekilde görürüz. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2002-2018 yılları arasında Türkiye’de günde ortalama 8 kişi (yılda 2941 kişi) hayatına son verdi. Yine aynı kurumun verilerine göre bu sayı şimdi yılda 3 bini aşmış bulunuyor.

Türkiye Psikiyatri Derneği’ne göre ise Türkiye’de intihar edenlerin sayısı geçtiğimiz yıl 3 bin 225 ile en yüksek rakama ulaştı. İntihar nedenleri arasında işsizlik, borç batağı, iflas gibi nedenler ilk sıralarda yer alıyor.

Resmi verilere göre Türkiye’de yaklaşık 17 milyon kişi aldığı sosyal yardımlarla geçinmeye çalışıyor. Gerçek işsiz sayısı 7 milyonu aşarken her ay işsizler ordusuna yenileri ekleniyor. Her 4 gençten biri işsiz durumda. Açlık sınırı son 17 yılda 5 kattan fazla arttı. Ekonomik krizle birlikte işsiz ve yoksul sayısında yaşanan artış rekor düzeye çıkarken dört kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için, yani sadece gıda için yapması gereken aylık harcama 2.500 TL’yi buluyor.

Bu gerçeklik ışığında günümüze baktığımızda; işsizliğin geldiği noktada, açlığın ve geçim sıkıntısının vardığı boyutta yaşadığı sorunlara çözümler bulamayanlar hayatlarına son veriyorlar. “İntihar üzerine” adlı yapıtında Karl Marx, toplumun neden intihara sürüklendiğini şu sözlerle ifade ediyor:

“O¨zne toplumsal yapının, daha doğrusu egemen ideolojinin, etkisi ile bic¸imlendirilir. Bu yeniden bic¸imlendirme iktidar aygıtı tarafından özne olarak yeniden-u¨retilme süreci bu yapının dışına çıkılmadıkça devam eder. Egemen iktidar kendi aynasında öznenin ilk başta kurmuş¸ olduğu yanılsamalı bütünü¨ sürekli olarak yeniden üretir. Ancak, iktidar özneleri yeniden u¨retebilmek ve u¨retim su¨recine yeniden sokabilmek ic¸in onları so¨zde mutluluklarla oyalar, bu bagˆlamda kitle ku¨ltu¨ru¨ ve kitle iletis¸im arac¸ları devreye girer. Kendi gerc¸ekligˆi u¨zerine du¨s¸u¨nme yetenegˆini kaybeden ve sorgulayamayan insanların varlıklarını sorgulamaları so¨z konusu olmadıgˆı ic¸in toplumsal bagˆlamda muhalefet etmeleri engellenir. O¨zne, farkındalıgˆa sahip olmadıgˆı ic¸in de ic¸inde yas¸adıgˆı gerc¸ekligˆi bilinc¸ bagˆlamında toplumsal gerc¸ekligˆi yorumlayarak as¸amaz, gerc¸ekligˆin toplum tarafından do¨nu¨s¸tu¨ru¨lebilecegˆini go¨remez, tekil olarak yapabilecegˆi tek as¸ma, do¨nu¨s¸u¨m ise kendini yok etmesiyle, intihar ile mu¨mku¨ndu¨r.”

Kendisi ile birlikte toplumu da yok oluşa sürükleyen kapitalist sistemin, özellikle gençliğe geleceksizlikten başka bir şey vadetmediğini ifade etmiştik. En temel ihtiyaçların parasız olması gerekirken, ulaşımdan, yemeğe, barınmaya, eğitim materyallerine kadar her şeye getirilen zamlar, gençliğin geçimini zorlaştırıyor. Günümüzde gençler okurken aynı zamanda çalışmak zorunda kalıyor. Yıllarını vererek, bin bir zorlukla emek harcayarak kazandığı üniversiteden mezun olan gençlerin büyük bir çoğunluğu diplomalı işsizler ordusuna yedeklenirken, birçoğu da kendi mesleği dışında bir işte sigortasız ve asgari ücretle çalışmak zorunda bırakılıyor. Elbette bu durum gençlerde ciddi psikolojik sorunlar yaratıyor. Ancak bu psikolojik sorunların kaynağını kişilerde görmek büyük bir yanılsama olacaktır. Kapitalist sistem işsizliği, geleceksizliği emekçi kesime mensup tüm gençliğe dayatıyor. Tüm bu sorunları topyekûn yaşıyorsak, çözümü de hep birlikte bulabiliriz. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiç birimiz” şiarını bugün dünden daha gür bir şekilde yükseltmeli, bizleri yalnızlaştıran, intihara sürükleyen kapitalist sistemi yıkmak için örgütlü mücadeleyi büyütmeliyiz!

 

 

 

 

 

Eserleriyle düzeni resmetmiş yazar: Yaşar Kemal

 

Kalemiyle yaşamda bulunan çelişkileri açığa çıkaran bir yazardır Yaşar Kemal. Onun bu yönü, kendi yaşamının da birebir kopyasıdır. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının beraberinde getirdiği açlık ve sefalet, Yaşar Kemal’in ailesini Van’dan Çukurova’ya göç ettirmiştir. Böylelikle pamuk tarlalarının, patozların ardında çocukluk yıllarını geçirmiş, yaşamda var olan derin uçurum belleğine kazınmıştır. Bu bellek ise, Yaşar Kemal’in edebiyat hayatını etkilemiş, onun hangi tarafta olacağını belirlemiştir. “Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksul olanlarla birlikteyim.” sözü, yine Yaşar Kemal’e aittir. Onun kalemi, ezilenleri sadece yazmakla kalmadı, betimlemeleriyle birlikte, onları resmetti adeta. Tabi ki onların gözünden yaşamı, doğayı, dağı ve taşları da.

Onun en belirgin özelliklerinden biri de betimlemeleri muazzam şekilde aktarmasıdır. Diğer yazarlara bakıldığında bu konuda eksik oldukları gözlemlenebilir. Ancak Yaşar Kemal, bu konuyu ustaca değerlendirmiştir. Misal İnce Memed eserinde Çukurova köylüsünü öyle bir anlatmıştır ki, okuyucu o insanlarla bir bütünlük sağlayabilir. Çukurova’nın doğası, dağı, taşı ve toprağı köylünün birer yansımasıdır ve Yaşar Kemal, bu bütünlük içinde tasvir etmiştir Çukurova’yı. Bazen dünyanın ta kendisi olmuştur bu ilçe, bazen ise el kadar bir kuşu bile kabul edemeyecek kadar küçük bir çalı. Ancak yine de sömürü düzeninin hüküm sürdüğü küçük bir nokta olmuştur Çukurova. Yoksul köylüleriyle, Abdi Ağa gibi düzenin kol kanat gerdiği asalaklarıyla. Elbette zamanla köylünün bir zaman umudu olacak zayıf, çelimsiz ama yiğit Memed’i ile. En doğal ve yalın haliyle bir düzeni resmeder İnce Memed kitabı. Bu unutulmayacak roman bile, Yaşar Kemal’in gerçekçiliğinin, onun kalbinin ezilenler ile birlikte olduğunun göstergesidir. ‘’Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl birbirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum.’’ sözünü söyleyen de yine Yaşar Kemal’in kendisidir.

Yaşar Kemal, açlığın ve sefaletin hüküm sürdüğü zamanlarda gözlerini açmıştır hayata. Yine bu sefalet onun kalemine sarıldığı zamanlarda devam etmiştir. Bu sebeple, sürgünler ve hapis görmüştür, dönem dönem sansüre uğramıştır. Yine de yazmaktan ve edebiyat yoluyla açlığın ve sefaletin hüküm sürdüğü düzeni anlatmaktan caymamıştır. Onu Yaşar Kemal yapan ise, burada yatar.

Yazdığı eserlerle, sözleriyle Yaşar Kemal, ezilenlerin sesini taşımaya devam ediyor. 28 Şubat 2015’te yaşama veda eden yazarı saygıyla anıyoruz…

Esenyurt’tan bir Kızıl Bayrak okuru