28 Şubat 2020
Sayı: KB 2020/09

Suriye’de düğümler çözülürken…
AKP-Saray rejimi toplumu yıkıma sürüklüyor
İdlib bataklığına doğru...
Dinci-gerici cenahta çatlaklar derinleşiyor
HDP 4. Kongresi toplandı
Bu düzenin hukuku hükümsüzdür
İntihar değil seri cinayet; fail kapitalist düzen
TİS süreci ve metal işçilerinin durumu
Geçmişten geleceğe… / 2 - DİSK’te iktidar savaşları
Teslim Demir: Devrime adanmış yarım asır!
Kurtuluşa sevdalı bir yürek: İmran Aydın
Almanya’nın katliam formülü
Avrupa’daki faşist çetelerin üssü İsviçre
Almanya’da işçi kıyımı planı ve sendikal bürokrasi
AB bütçe zirvesinde Fransa-Almanya çekişmesi
Türkiye’de 8 Martlar…
Kadınlar ve gericilik
ODTÜ’de yaşanan saldırıların ardından
1996 İstanbul Üniversitesi işgali yol gösteriyor!
Örgütlü mücadele yaşamsaldır!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Bu düzenin hukuku hükümsüzdür

 

Gezi davası olarak bilinen ve Osman Kavala’nın tutukluluk gerekçesinin değişmesi ile devam eden süreçte bir kez daha hukuk sisteminin ne halde olduğu görülmüş oldu. Kavala bu kez de 15 Temmuz ile ilişkilendirilerek tutuklandı. Gezi Davası’nda beraat kararı veren hakimlere ise HSK tarafından soruşturma açıldı. Erdoğan, 30. Ağır Ceza Mahkemesinin tahliye kararı için “manevra” diyerek Haziran Direnişi’ni “terör saldırıları” ve “darbe” diyerek karalamaya devam etti. Erdoğan’dan gelen bu direktifin ardından Kavala’ya yeni bir suç üretildi.

AKP döneminde buna benzer uygulamaların haddi hesabı yok. Sadece son zamanlarda yaşanmış ve kamuoyunun gündemine giren yargılamalar bile durumu fazlasıyla iyi anlatıyor. Örneğin Fetullahçı çete davasından yargılanan eski asker Metin İyidil ile ilgili önce beraat kararı verilmiş, bir gün sonra ise tekrar tutuklanmıştı. Beraat kararı veren mahkeme başkanı ve üyeleri HSK tarafından başka illere atanmışlardı. Haklarında “FETÖ’cü” oldukları bile iddia edilmişti ancak görevlerine devam etmişlerdi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahmet Altan, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski Milletvekili Eren Erdem hakkında açılan davalarda da benzer durumlar yaşanmıştı. 18 Eylül 2019 tarihinde AİHM Büyük Dairede yapılacak duruşma öncesi, mahkeme kararını etkilemeye yönelik olarak Demirtaş, 2 Eylül 2019 tarihinde tutuklu olarak yargılandığı Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi dosyasından tahliye edilmişti. Fakat başka bir dosyadan kesinleşen 4 yıl 8 aylık cezası nedeniyle Demirtaş’ın hapishaneden çıkmasına izin verilmemişti. Demirtaş’ın tutukluluğunu devam ettirmek için sermaye devleti Ankara Adliyesi koridorlarında bu kararı verecek, Demirtaş’ı sorgulayacak ve tutuklayacak hakim arayışına girmişti. 4 Kasım 2016 tarihinde tutuklanan Demirtaş, 2 Eylül 2019 tarihinde tahliye edilmiş ancak Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması süren bir suçtan dolayı yeniden tutuklanmıştı. Üstelik bu tutuklama kararı, süren mevcut dava dosyası üzerinden değil şüphelisi olduğu iddia edilen başka bir soruşturma dosyası üzerinden verilmişti. Demirtaş’ın hapishaneden çıkarılmaması için yine Erdoğan müdahale etmişti.

Bu bahsedilen hukuksuzluklar, yargılanan insanların kamuoyunda bilinen figürler olmasından kaynaklı daha fazla gündeme gelmektedir. Oysa görünür olmayan, bilinemeyen çok daha fazla hukuksuzluk, her gün bir yenisi eklenerek sürmektedir. Kadın cinayetlerinden iş cinayetlerine, yargısız infazlardan hak arama eylemlerine, grev yasaklarından KHK’lara her yerde burjuva hukuksuzluğunu görmek mümkündür. 

Toplumsal eşitsizliğin yegâne nedeni olan bu sistemde hukuk da adaletsizliklerle doludur. 12 Martlar, 12 Eylüller, 90’lı yıllar kapitalist sistemde hukuk sisteminin nasıl işlediğini göstermektedir. Denizlerin idamından 12 Eylül yargılamalarına bu düzenin hukuk sisteminden adalet beklemenin ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu gösteren fazlasıyla örnek vardır. DGM’ler gitse de bıraktığı sistem adaletin olmadığı adliye koridorlarında hala daha yürürlüktedir.

Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel’in ve ABD’li papaz Andrew Brunson’ın tahliyelerinin nasıl gerçekleştiği de malumdur. Saray eşrafından AKP’li siyasetçilere, yandaş sermayedarlardan Kızılay vb. kamu kurumlarına kadar yolsuzluk batağına battığı belgelenmiş olanların tümü bu hukuk sisteminde özgürdür. Haklarında yargılama yapacak bir kanun gücü bulunmamaktadır.  

AKP’li yıllar da kendinden öncekiler gibi burjuva hukukun siyasal iktidarın elinde nasıl bir güce dönüştüğünü gösteren yıllar olarak tarihe kaydedilmiştir. Bağımsız yargı, bağımsız mahkemeler bir safsatadan ibarettir. Bu düzenin hukuku da kendisi gibi adaletsizdir, hükümsüzdür.

 

 

 

 

 

Hapishanelerdeki işkenceyi dışarıda yükseltilen ses engelleyebilir

 

19-22 Aralık 2000’deki katliamla uygulamaya geçirilen tecrit başka hiçbir saldırı olmasa bile ağır psikolojik işkencedir. Öte yandan, tutsakların hücrelerde en fazla üç kişi kalması fiziki işkenceyi de kolaylaştırmaktadır. İşkence koğuş sisteminde de uygulanıyordu. Fakat tutsakların buna kitlesel olarak direnme imkânı vardı. Bu nedenle devlet ya katliam yapmayı göze almak zorunda kalıyordu ya da koğuş dışında tekil olarak işkence yapıyordu.

Hücrelerde fiziki işkence OHAL’de sistematikleşti

Hücrelerde ise fiziki işkence koğuş koşullarına göre belirgin bir şekilde arttı. Ancak OHAL’le birlikte hapishanelerdeki işkence sistematik bir hal aldı ve halen devam ediyor. Aynı dönemde tutsaklar hiçbir hazırlık yapamadan baskınlarla hücrelerinden alınıp sürgün edildiler. Sürgün edildikleri hapishanelerde çıplak arama saldırısına ve işkenceye tabi tutuldular. Sürgün edildikleri hapishanelerde tutsaklar uzun süre giyeceklerine dahi alamadılar.

İşkenceyle ünlenen hapishaneler

Bazı hapishaneler ise adını tutsaklara uygulanan işkenceyle duyurur hale geldi. Yakın zamana dek Elazığ hapishanesi bu kötü üne sahipken şimdilerde Afyon T Tipi Hapishanesi de aynı kötü üne kavuştu. Öyle ki, insan hakları örgütleri Afyon T Tipi Hapishanesi’ne ilişkin hazırladığı raporda hapishane müdürünün gardiyanlara ‘işkence edin ama iz bırakmayın’ biçimindeki sözlerine yer verdi.

Yakın zamanda Bandırma Hapishanesi’nden sürgün edilen tutsaklara Afyon T Tipi hapishanesinde çıplak arama dayatıldı ve çıplak aramayı kabul etmeyen tutsaklar işkence gördü.

Gördüğü işkenceyi aileleri aracılığıyla kamuoyuna duyuran tutsaklara bu sefer “niye şikâyet ettin” işkencesi yapıldı. Yoğun psikolojik işkencenin yanı sıra falaka gibi fiziki saldırılar da devreye sokuldu.

İşkenceyi önlemenin yolu dışarıda yükselecek sesten geçiyor

Tutsaklar gördükleri işkenceyi kamuoyuna duyurmakla işkenceyi engelleyemeseler bile kayıt altına aldırmayı başarıyorlar. Zira işkence gerçeği kamuoyuna yansımasaydı insan hakları örgütlerinin işkenceyi engellemek gibi bir girişimi de olmayacaktı.

İHD ve benzeri demokratik kitle örgütlerinin işkencenin son bulması talebi ve girişimleri sorunu görünür kılsa da hapishanelerdeki işkenceyi engelleyebilecek tek bir güç var.

O da dışarıda işçilerin ve emekçilerin yükselteceği sestir.