31 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/05

Depremin aynasında kapitalizm gerçeği
Deprem değil ‘sermayenin demir yumruğu’ öldürüyor
Rejim krizi sürüyor… Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor
Ülkeyi tüccar kafasıyla yönetenler pişkinlikte sınır tanımıyor
Kanal İstanbul: İhanet projesi
MİB: Sefalete boyun eğme, ihanete geçit verme!
İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!
Mersin Serbest Bölge’ye sağlık kuruluşu yapılıyor
Alman Devrimi’nin dersleri üzerine - H. Fırat
Silahlanma yarışında Çin’in hızlı yükselişi
Haiti’de emekçilerin dinmeyen öfkesi
Clara Zetkin ve 8 Mart’ın tarihsel devrimci mirası
Dünyada yeni dönem gençlik hareketi
Devrim Okulları’nın ardından…
Parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için de sosyalizm!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

 

Dünyada yeni dönem gençlik hareketi

 

6-7 Aralık 2019’da İstanbul’da düzenlenen Eğitim Hakkı Çalıştayı’nda Revolutionärer Jugendbund (RJ) adına yapılan sunumdur...

 

Sevgili yoldaşlar,

Bugün burada sizlerle bir arada olmaktan, “Özgürlüğümüz ve Geleceğimiz İçin Eğitim Hakkı Çalıştayı” gibi anlamlı bir etkinlikte buluşmaktan, Avrupa DGB olarak onur duyuyoruz. Sizleri Avrupa DGB’den yoldaşlar adına içten devrimci duygularla selamlıyorum.

***

Bildiğiniz gibi dünyadaki insan nüfusunun yüzde 40’ı 24 yaş altında. Bu gençlerin çoğu istikrarsız çalışma koşullarının ve reform adı altında neoliberal saldırıların getirdiği sosyal kısıtlamalarla yetişti. Bu yüzden şu an Şili’de eylemciler tarafından atılan, “Konu 30 peso değil, konu son 30 senemiz” sloganı, günümüz dünyasındaki gençlik hareketinin en iyi ifadesidir. O gençler mevcut iktidarlara borçlu olmadıklarını biliyorlar. Tersinden, iktidar sahipleri eylemci gençlere borçlandıklarının farkındalar. Nitekim iktidar sahipleri egemenliklerini gerekçelenmekte artık zorlanıyorlar.

Ayrıca krizlerin damga vurduğu yıllar içinde, sosyal yıkım politikalarının yanı sıra gerici ve faşist yönetimler iş başına getirildiler. ABD’de Donald Trump, Brezilya’da Jair Bolsonaro gibi politikacılar devlet başkanı oldular. Avrupa’nın birçok ülkesinde faşizm ve sağcılık yeniden yükseliş yaşıyor. Şimdiki kitle hareketlerini bu otoriter dalgaya karşı bir hamle olarak da nitelendirebiliriz.

Bugün ise, 2008 yıllında yaşanan mali-ekonomik kriz sonrası dönemin yıkıcı sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılan ve ‘seçeneksizlik’ parolası ile yetişen gençlik sokakları dolduruyor ve o krize neden olanlara meydan okuyor. 2008 yılından sonra görülen kitle hareketlerinin, örneğin ‘Arap baharı’ veya ‘Gezi’nin şimdikilerinden farklı oldukları söylenebilir. Dünyanın dört bir yanında gerçekleşen hareketler öncekilere göre daha şiddetli veya eylemci profili çok daha genç. Fakat eğitimli öğrenciler, yoksul işçiler veya sistem içinde kaybolmuş, ne meslek eğitimi görebilen ne de üniversiteye gidebilmiş, kısacası perspektifsiz, işsiz gençlik şimdiki hareketlerde daha fazla yer alıyor.

Eylemlere yol açan olaylar veya nedenler her ne kadar faklı görünse de dünyadaki hareketler artık ortak bir alanda buluşabiliyorlar. Birbirleriyle fikir alışverişinde, dayanışmada ve iletişimde bulunabiliyorlar. Sosyal medya bunu artık olanaklı kılıyor ve eylemciler bundan faydalanıp, örneğin stratejilerini paylaşıyorlar. Bu yüzden gençlik hareketleri dünyayı sarmış durumda. Güney Amerika’da Şili ve Ekvador, Uzak Asya’da Hong Kong, Endonezya ve Hindistan, Ortadoğu’da Irak ve Lübnan, Afrika’da Sudan ve Cezayir, Avrupa’da Almanya ve Fransa… Tüm kıtalarda gençlik hesap sormak için ayaklanıyor.

Söz konusu ülkelerde sokaklara çıkan gençliğin talepleri hemen hemen aynıdır. Tüm ülkelerde gençlik eğitim hakkı için, eğitim sisteminde yenilikler için, iş ve çalışma koşulların düzelmesi için; kısacası gelecek belirsizliğine karşı sokaklara çıktı. Bunun dışında kalan Almanya’dır. Ekonomisi güçlü olan Almanya henüz bir sosyal sarsıntı yaşamamaktadır. Almanya’daki gençliği sokaklara çıkaran ise iklim değişimidir.

Gençliği sokaklara döken olay veya gelişmeler farklılık gösterseler de özünde burjuva düzenin açmazlarına ve kitlelerde biriken tepkiye ayna tutuyor. Örneğin Şili ve Ekvador’da toplu taşımaya gelen zam bardağı taşıran son damla oldu. Endonezya’da kürtaj, evlilik dışında cinselliğin suç olması gibi yasal düzenlemeler eylemlere yol açtı. Bu gibi bir vesilenin olmadığı tek ülke Irak’tır. Irak’ta eylemlerin patlak vermesini tetikleyen özel bir olay yaşanmadı. Irak halkı yıllar içinde biriken öfkeyle sokaklara çıktı. Kitlelerin öfkesi Başbakan Abdülmehdi’ye, onun etrafında yer alan elit kesime ve onlara hizmet eden siyasete yöneliktir. Irak’ta halkın beşte biri sefalet içinde yaşıyor ve gençler arasındaki işsizlik oranı yüzde 25’i buluyor.

Tüm ülkelerdeki hareketlerin ortak noktalarından biri, gençliğin örgütlenmek için sosyal medyayı kullanmasıdır. Bir diğeri gençlik kitlelerinin meydanlarda öfkelerini polis ve silahlı kuvvetlere yöneltmeleridir. Onun dışında, örneğin Şili’de, gençlik genel olarak üniversitelerde, okullarda ve öğrenci konseylerinde grev ve eylemlere çağrıda bulunuyor. Bilhassa Endonezya ve Hindistan da bu konuda öne çıkıyor.

Endonezya’da Öğrenci Birliği eylemlerin başını çekiyor ve politik talepler ileri sürüyor. Talepler arasında Endonezya’nın demokratikleşmesi, tutuklu eylemcilerin serbest bırakılması ve işçiyi koruyan yasaların yenilenmesi var. Eylemlerin düzenlenmesi için kısa süre içeresinde üniversite öğrenci konseyleri, aktif halk ittifakı ve yüksek eğitim öğrencilerinin yönetim kurulu oluştu. Örneğin militarizme son verilmesi gibi talepler birlikte hazırlandı. Endonezya’da protestoların örgütlenmesi üniversitelerde ve okullarda gerçekleşiyor. Diğer ülkelerde buna benzer örgütlenme fazla görülmezken, sosyal medya daha yoğun kullanılıyor. Bu yüzden Endozya’daki işçi ve öğrenci önderliği, geçen yüzyılın hareketleriyle kıyaslanabilir.

Hindistan’da işçilerin grevine yürüyüşler ve gösterilerle destek veren üniversiteli öğrenciler oldu. Bilhassa Yeni Delhi’deki Nehru Üniversitesi’nde, komünist partinin öğrenci kolu “All India Students Association”ın bir bölümü olarak bilinen ‘Üniversite Öğrenci Birliği’, eylemler düzenleyerek, iki günlük greve destek çıktı.

Farklı yöntemlerle daha düzenli bir eylem yaratan hareket, Almanya’da şu anda hemen hemen her şehirde var olan Fridays for Future oldu. FFF grupları bulundukları alanlarda okul grevleri düzenliyorlar. Çoğu yerelde herkese açık olan genel kurullar yapılıyor ve bu kurullarda grev ve yürüyüşlere dair konuşmalar için zemin oluşuyor. Kurullarda çalışma grupları bir araya gelip, örneğin sosyal medya için fikir alışverişinde bulunabiliniyorlar. Bunun dışında federal düzeyde harekete yön vermek amacı taşıyan ve medyada öne çıkarılan bir grup var. Bu gruptaki çoğu gençler Yeşiller Partisi’ne üyedir. Fakat federal düzeyde öne çıkan bu kişiler demokratik bir şekilde orada bulunuyor değiller.

Son dönem kitle hareketlerinin bir diğer önemli özelliği, tüm ülkelerde sendikaların eylem ve genel grevlere çağrı yapmaları ve eylemlere dahil olmalarıdır. Bu açıdan Hong Kong bir istisnadır. Diğer ülkelerde az gelirli çalışanlar ve işçiler sokaklara çıkarken, Hong Kong’da eylemci profilini yüksek eğitim alan, iletişim, bilgisayar bilimi veya mali sektörde çalışan gençler oluşturmaktadır.

Tüm ülkelerde işçi sınıfını temsil etmek isteyen partiler bulunuyor. Çoğu ülkelerde komünist olmak iddialı partiler eylemlere destek verdiler. Fakat bu partiler hiçbir ülkede eylemlere yön verememektedir.

Şili’de Komünist Parti (CP), sol grupları buluşturan politik koalisyon çatısı Frente Amplio altında, genel grev çağrısında bulundu. Bu güçleri sosyal demokrat veya sol reformist olarak nitelendirebiliriz. Bunun dışında protestolara emekçilerin katkısını troçkist olan Devrimci İşçi Partisi (PTR) sağlamaktadır.

Irak’ta şu an işçi önderliği görülmemektedir veya herhangi bir başka grubun yönetiminden söz edilemiyor. Eylemler akademisyenler, üniversite mezunları ve gençlerden oluşan koordinasyon komiteleri üzerinden örgütleniyor.

Dünyadaki kitle hareketleri militan-kitlesel-inatçı bir duruş sergiliyorlar. Meşruluğundan gelen güce dair bir farkındalık da söz konusudur. Emperyalist planlara payanda olmama konusunda da ciddi bir hassasiyet sergileniyor. Tüm bu olumlu özelliklerine rağmen, devrimci önderlik-devrimci program alanındaki temel zaafın verili koşullarda aşılması zor görünüyor. Bu temel zaafa rağmen emekçi kitleler etnik-dinsel-mezhepsel ayrımları mücadele alanlarında aşabiliyor. Veriler, halk hareketlerinin emperyalist planların girdabına kapılmama konusunda sağlam bir duruş sergileyebilecek potansiyeller taşıdıklarına işaret ediyor.

Sudan’da Komünist Partisi ile diğer ilerici örgütler kitle hareketine önderlik ettiler. Devrimci çizgide olmasa da hareketi belli hedeflere yönlendirebildiler. Emekçi kitlelerin, gençliğin, kadınların militan duruşu dinci-dikta rejimi yıkamasa da kayda değer tavizler vermeye zorladı.

Cezayir’de de halk hareketi belli düzeyde örgütlü görünüyor. Israrı, özgüveni, kararlılığı taban örgütlülüğünün yaratılmasına olanak sağlıyor. Buna rağmen devrimci-siyasal önderlik alanındaki boşluk henüz aşılabilmiş değil. Anti-emperyalist mücadelenin hafızalarda tazeliğini koruması, bu ülkeye müdahale girişimlerinin etkili olmasını zorlaştırıyor.

Fransa’da eylemcilerin talepleri her ne kadar ilerici olsa da solcu bir önderlik görülmemektedir. Sağcı güçler eylemciler arasına katılınca ilk başta Devrimci İşçi Sendikası bu eylemlere karşı mesafeli durdu. Fakat daha sonra Komünist Parti, Yeni Antikapitalist Parti ve Sol Parti bu hareketi destekledi. Sarı Yeleklilerin zaafı ise ortak bir önderliğin var olmamasıdır. Şu an sadece yerel grupların buluşma noktaları eylemcileri bir araya topluyor.

Almanya’da ise solcu gruplar gençliğin iklim hareketine karşı mesafeli duruyorlar. FFF hareketini “kücük-burjuva”, “zengin ve eğitimli çocukların zevkini giderme alanı” olarak gören ve küçümseyen Almanya’daki sol, FFF hareketinin içinde çok nadir bulunuyor veya hiç yer almıyor. Bu yüzden antikapitalist bakış açısı bu esnek harekete yön veremiyor. Solun sorunlarından birisi ise ilk defa politik olan ve devrim kavramını ilk defa duyan gençlere yanaşma tarzıdır. Kulaklara radikal gelen söylemlerle yanaşıp gençlerin onlara kucak açmalarını bekliyorlar. Gerçek şu ki ilk defa o yoz Alman topraklarında böyle bir gençlik hareketi oluşup yankı yaratıyor. Almanya solu durumu iyice gözlemlemek ve ona göre hareket etmek yerine geri durup, oradaki potansiyeli hiçe sayarak, kendi yağında kavrulmayı tercih ediyor.

Dünya çapında gençliğin başı çektiği hareketler, çok yönlü bir bunalım içinde debelenen kapitalizme bir tepkiyi ifade ediyor. Zaman zaman yaşanan bir olayın tetiklediği bu protestolar gençliğin toplumsal dinamizmine ışık tutuyor. Meydana gelen isyanlar uzun vadeli olmayan talepler öne çıkarıyorlar ama aynı zamanda halkın gücünü açığa çıkartıp şiddetli olaylara neden oluyorlar. Bu eylemler, mevcut düzeni yıkmayı değil, baskı altına almayı hedefliyor. Eylemlerin örgütlenmesinde çoğu zaman aksaklıklar yaşanıyor. Sosyal medya her ne kadar faydalı olsa da isyanların bireyleşmesine neden oluyor. Çoğu çağrılar dünyada yankı yaratıyor ama aynı zamanda ne yön verici siyasal tartışmalara ne de asıl örgütlenmeye yer bırakıyor. Bu şekilde isyanların devrim yolunda ilerlemesi engellendiği gibi, işçi sınıfının da üretim alanlarında örgütlenmesinin önüne çıkıyor. Eylemlere katılan işçiler meydanlarda toplansalar da aslında henüz verili toplumlardaki tarihi misyonlarının ve konumlarının bilincinde değiller.

Komünist Manifesto’da Marx “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor” diyor, işçi hareketini ve gelişecek süreci ön görerek. Şimdi kapitalizmin krizinin bedelini ödeyen emekçiler Güney Amerika’da, Asya ve Ortadoğu’da ayaktalar. Elbette ki tarih, salt reform isteklerini aşacak bir “heyula”nın tüm dünyayı kasıp kavuracağı devrimler dönemine de tanıklık edecektir.

Gençlik gelecektir, gelecek her yerde sosyalizme aittir!

 

 

 

 

 

Gençliğe geleceksizlik ve gericilik dayatılıyor!

 

Eğitim sistemi sermayenin istekleri doğrultusunda şekillendiriliyor. AKP’nin iktidar olduğu son 18 yıl içerisinde ise eğitim her gün yeni bir değişikliğe maruz kalıyor. Sınav sistemlerinden, derslerin işlenişine kadar bütün düzenlemeler sermayenin ve iktidarın yaratmak istediği insan modeline göre şekilleniyor. Bu duruma karşı çıkan en ufak sese tahammülü olmayanlar bütün baskı ve zorbalık aygıtlarını kullanmaktan geri durmuyor.

Geçtiğimiz hafta MEB iki ayrı konu ile gündemde yer edindi. İlki, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un Liseye Geçiş Sınavı ile ilgili yaptığı açıklamaydı. Bu açıklamada Bakan, hayalinin “sınavsız bir eğitim modeli” olduğundan ve okulların imkân farklarının çok olmasından bahsetti. Sınavsız eğitim modelini ise okul imkanlarının eşitsizliğinden kaynaklı bir anda hayata geçiremeyeceklerini söyledi. Ayrıca Bakan, eğitimin bir parti eğitimi değil milli bir eğitim olduğunu da vurguladı konuşmasında. Bu açıklama, bu zamana kadar yapılmış en iki yüzlüce açıklamalardan birisiydi. Zira, bu açıklamayı yapan kişi, eğitimi bu denli niteliksiz ve dinci-gerici hale getiren kurumun başındaki isimdir. Sorunları sanki kendilerinin dışındaymış gibi tartıştırmaları ise tamamen algı yaratmaya yöneliktir. Özel kurumlara teşvikler verip imam hatipler haricinde var olan hiçbir devlet okuluna doğru düzgün bütçe ayırmayanlar, devlet okullarında dahi “özel sınıf” adı altında paralı eğitimi yaygınlaştıranlar, eğitimdeki imkân farklılığından yakınıyor!

Geçtiğimiz hafta tartışılan bir diğer mesele ise, MEB’in Psikososyal önleyici destek programı için hazırlamış olduğu kitaptaki görsellerdi. Verilen görselli örneklerde iki annenin arasında farklılıklar anlatılıyordu. Kitapta başı açık olan annenin cinsel istismar, çocuğa şiddet gibi davranışlar içerisinde olduğu, başı kapalı olan annenin ise iyi davranışlar sergilediği görsellerle anlatılıyor. MEB’in bu yolla bir kez daha algı operasyonu yaptığı gözler önüne serildi. Sanki en başta denetleyen ve onaylayan kendileri değilmiş gibi, MEB gelen tepkilerin ardından kitap hakkında inceleme başlattığını açıkladı. Bu kitapçık ile neleri amaçladıklarını biliyoruz. Toplumda başı açık ya da kapalı olmak üzerinden biçimsel ayrışma yaratanlar, bu ayrışmaların nimetlerinden faydalanıyorlar. Gerçekte mesele bir insanın kapalı ya da açık olması meselesi değildir. Bu tartışmaya sıkışmak onların istediği kutuplaşmayı beslemektedir. Mesele, çocuklar üzerinde nasıl bir bilinç altı yaratmak istemeleridir. Ayrıca onların örgütlediği dinci-gerici kurumlarda nelerin yaşandığını da unutmadık. Ensar Vakfı’nda 40 çocuğa cinsel istismarda bulunan da, Aladağ yurdunda 11 çocuğun yaşamını yitirilmesinin sorumlusu da bu bakış açısı ile hareket edenlerin kendisidir.

Özetle, AKP iktidarı elindeki tüm imkanları seferber ederek, okullarda dağıttığı en ufak bir kitapçıktan yaptığı açıklamalara kadar dindar bir nesil yaratmanın hayali ile hareket ediyor. Sanki ülkeyi 18 yıldır onlar yönetmiyorlarmış gibi davranıyorlar. Tamamen toplum üzerinde bir algı yaratmak istiyorlar. Onlar bu algı operasyonlarını yapmaya devam etsinler. Bizler bu algıyı yıkmak için bulunduğumuz her alanda mücadeleyi büyütecek, gerici uygulamalarını teşhir etmeye devam edeceğiz.

İstanbul’dan bir DGB’li