31 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/05

Depremin aynasında kapitalizm gerçeği
Deprem değil ‘sermayenin demir yumruğu’ öldürüyor
Rejim krizi sürüyor… Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor
Ülkeyi tüccar kafasıyla yönetenler pişkinlikte sınır tanımıyor
Kanal İstanbul: İhanet projesi
MİB: Sefalete boyun eğme, ihanete geçit verme!
İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!
Mersin Serbest Bölge’ye sağlık kuruluşu yapılıyor
Alman Devrimi’nin dersleri üzerine - H. Fırat
Silahlanma yarışında Çin’in hızlı yükselişi
Haiti’de emekçilerin dinmeyen öfkesi
Clara Zetkin ve 8 Mart’ın tarihsel devrimci mirası
Dünyada yeni dönem gençlik hareketi
Devrim Okulları’nın ardından…
Parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için de sosyalizm!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Rejim krizi sürüyor…

Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!

 

Dümeni AKP-saray rejiminin elinde bulunan sermaye düzeninin krizleri kronikleşmiş durumdadır. Ekonomik çöküntünün önüne geçemeyen rejim, işsizliğin artışını da durduramıyor. Kendi ürettiği krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sırtına yıkmak için peş peşe zamlar yapan saray rejimi, milyonları sefalet girdabının içine atıyor. Derinleşen siyasi meşruiyet krizini ise, kaba şiddete başvurarak aşabileceğini sanıyor.

Rant ekonomisine oturan rejim en ufak bir önlem almadığı için, Elazığ depremi onlarca kişinin hayatına mal oldu. Küçük yerleşim yerlerinde karınca hızıyla ilerleyen enkaz kaldırma çalışmaları, iktidarın rant getirecek alanlar dışında hiçbir şeye yatırım yapmadığını kanıtlıyor. Bu arada yıkımdan sağ kurtulanların asgari ihtiyaçlarını karşılamakta aciz kalanlar, şatafat için milyarları çarçur etmekte sakınca görmüyorlar.

***

Milyonlarca işçiye açlık sınırında asgari ücreti reva gören sermaye iktidarı, TİS sürecindeki metal işçilerine de sefaleti dayatıyor. MESS kapitalistleri, sendika ağaları gibi iki sacayağıyla birlikte işçileri kuşatmaya çalışan AKP-saray rejimi, sefaleti kader diye emekçilere benimsetmeye çalışıyor. Bu uğurda medyayı işgal eden beslemeler ordusunu seferber eden AKP şefi, din adamı kılıklı bir takım meczuplara da fetvalar verdiriyor. Bir kısmı üniversitelerde Prof. titriyle mevzilenen bu meczuplar, akla ziyan vaazlarıyla toplumu meşgul etmek için TV kanalarında ya da sosyal medyada boy gösteriyorlar.

Depremden evliliğe, asgari ücretten işsizliğe, TOKİ’den ev almak için faizi helal kılmaktan iş cinayetlerine kadar her konuda vaaz veren bu meczup takımı, iktidardaki çürümenin vardığı boyutu gözler önüne seriyor.

Hangi kirli dolapları çevirirse çevirsin çöküşe doğru gidişi durduramayan saray rejimi, histeri nöbetlerine tutulmuş şefleriyle ortalığı terörize ediyor. Toplumun çoğunluğunu ideolojik açıdan ikna edemeyen bu şefler, tehdit kamçıları sallayarak emekçilerin elini-kolunu bağlamaya heves ediyorlar.

***

Görüldüğü üzere AKP-saray rejiminin iler-tutar bir tarafı kalmamıştır. AKP-Erdoğan iktidarı her alanda resmen tökezliyor. Ayakta durması zorlaştıkça kaba şiddetin dozunu arttırıyor. Zorbalık bir yere kadar işe yarasa da rejim ne işçi sınıfını ne de emekçileri, ne gençliği ne de emekçi kadınları teslim almaya muvaffak olmuştur. İktidardakiler ne yaparlarsa yapsınlar mızrak çuvala sığmıyor artık. İşçilerde, emekçilerde, toplumun ilerici kesimlerinde tedirginlik yarattılar ama bu hiç de teslimiyete varmadı. Direnme iradesi, kırılamadığı gibi, güçlenme eğilimini koruyor.

Din istismarı ayyuka çıkarılıp sınıf çelişkileri örtülmek istense de sistemin ürettiği tüm çelişkiler sınıfsal bir temele dayanıyor. Bu çelişkileri derinden yaşayan işçi sınıfı ile yoksul emekçileri dinci-şoven söylemlerle zehirlemek artık kolay değil. Çok yönlü krizin yıkıcı etkilerine karşı biriken öfke yaygın bir hal alıyor. Yine de verili koşullarda temel sorunlardan biri kabaran öfkenin örgütlü bir güce dönüştürülmesi ise, diğeri de mücadelenin “sınıfa karşı sınıf” şiarı etrafında birleştirilmesidir.

***

Mücadelenin sınıfa karşı sınıf eksenine çekilmesi; şiarları, eylemleri, duruşuyla devrimci bir nitelik kazanması büyük bir önem taşıyor. Zira “Ağır toplumsal kriz koşullarında dinci-faşist iktidar kaçınılmaz olarak yıpranmaktadır. Meşruiyet sağlamakta önemli bir imkan olarak kullanageldiği seçmen desteği giderek erozyona uğratmaktadır. Fakat patlak verecek güçlü bir halk hareketiyle yerinden edilmediği sürece, o bir iktidar gücü olarak kalmak kararlığındadır…” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)

İşçi sınıfı ve emekçilerin, AKP-saray rejiminin iktidar gücü olarak kalma kararlılığını kırmadan, rahat bir nefes almaları mümkün görünmüyor. Elbette işçi sınıfı bunu tek başına değil, proletaryanın devrimci partisinin de katkılarıyla başaracaktır. “Kapitalizmin ekonomik krizleri sistemin iflasının, tarihsel gelişmenin önünde bir engele dönüştüğünün bir itirafı ise eğer, devrimci partinin görevi, bu gerçeği her yol ve yöntemi kullanarak işçilerin ve emekçilerin bilincine yerleştirmek, kitleleri sistemin aşılması mücadelesine, toplumsal devrim mücadelesine çekmek olmalıdır.” (TKİP VI. Kongre Bildirgesi)

Burada çizilen çerçeve, devrimci sınıf hareketi yaratma mücadelesinde izlenmesi gereken yola ışık tutuyor. Yükseltilecek şiarlar, kullanılacak araçlar, mücadelenin seyrine bağlı olarak yakalanacak kimi temel halkalar buna göre belirlenmelidir. Elbette krizin yıkıcı etkilerine karşı mücadeleyi büyütmek, faturayı kapitalistlere ve saraylarda sefahat sürenlere ödetmek, demokratik-sosyal hakları savunmak kaçınılmazdır. Ancak bu mücadelelerin “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!” ekseninde örgütlenmesinin de hayati bir önemi var. Sınıfı devrime kazanmanın da biriken öfkeyi devrimci bir mecrada birleştirmenin de yolu buradan geçiyor.

 

 

 

 

 

Yağma dört bir yanda

 

Varlık gerekçesi sermayeye hizmet olan her hükümet kapitalist yağmadan payına düşeni alır. Bu pay kimi zaman yasal kılıfa uygun kimi zaman yasalar çiğnenerek alınır. Yasalara uygun yapılan ödemeleri yeterli görmeyen hükümet ya da devlet yöneticileri rüşvet, ihale, yolsuzluk, haraç gibi yöntemlerle sömürüden aldıkları payı arttırmanın yolunu bulurlar.

Bu tür kepazelikler yeni değil elbet. Her dönemin “rutin” icraatları arasında bu kirli işler de yer alır. Hükümet olmanın yanı sıra devletleşen dinci-gericilik odağı AKP ise tam bir rüşvet, yağma, yolsuzluk, haraç sistemi kurdu. Devlet kurumlarındaki atanmışların da AKP’li olması, yağma sisteminin ülkenin dört bir yanına yayılmasını sağlıyor.

Başında valilerin bulunduğu “İl özel idaresi” adı altında kentleri yönetenler de yağmadan pervasızca pay alıyorlar. Bu alandaki yağmanın haddi hesabı bilinmiyor. Ancak bizzat sarayın emrinde çalışan Sayıştay’ın son raporunun belirlediği ihale usulsüzlükleri rejimin tepeden tırnağa çürüdüğünü gözler önüne sermeye yeter. Rapor ülkenin dört bir yanındaki 25 ilde saptanan ihale usulsüzlüklerinde 500 milyondan fazla para harcandığını ortaya koydu. Belirtmek gerekiyor ki rapor, buz dağının görünün kısmından ibarettir.

Yasal mevzuatı ayaklar altına alan AKP’li valiler güdümündeki yerel idareler keyfine göre ihale açıp yüz milyonları harcamışlar. İstediğine, istediği miktarda ihale adı altında para dağıtan bu idareler, kurdukları yağma düzeniyle sömürüden aldıkları payı arttırmışlar. Bu pervasızlık, “saray rejiminin aparatı yerel idarelerden kimse hesap soramaz” rahatlığından kaynaklanıyor olsa gerek. Nitekim yağma düzeni Sayıştay raporlarıyla kayıt altına alınmasına rağmen “suçlular” kentleri idare etmeye devam ediyorlar. Tepeden tırnağa yağmacı olan bir rejimin kendi aparatlarından hesap sorması beklenemez. Sorarsa hesabı, yağmalanan serveti üreten emekçiler sorar…