31 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/05

Depremin aynasında kapitalizm gerçeği
Deprem değil ‘sermayenin demir yumruğu’ öldürüyor
Rejim krizi sürüyor… Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor
Ülkeyi tüccar kafasıyla yönetenler pişkinlikte sınır tanımıyor
Kanal İstanbul: İhanet projesi
MİB: Sefalete boyun eğme, ihanete geçit verme!
İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!
Mersin Serbest Bölge’ye sağlık kuruluşu yapılıyor
Alman Devrimi’nin dersleri üzerine - H. Fırat
Silahlanma yarışında Çin’in hızlı yükselişi
Haiti’de emekçilerin dinmeyen öfkesi
Clara Zetkin ve 8 Mart’ın tarihsel devrimci mirası
Dünyada yeni dönem gençlik hareketi
Devrim Okulları’nın ardından…
Parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için de sosyalizm!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Hapishanelerde işkence ve
hak ihlalleri artıyor

 

Siyasi tutsaklara yönelik cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri ve işkence haberleri ayyuka çıkmaya devam ediyor. Adresler değişse de yapılan zulümler aynı. Ayrıca, dönemin toplumsal atmosferinden kaynaklı bu uygulamalar yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Özellikle yeni açılan cezaevlerinde bu durum daha da göze batıyor. Hasta tutsakların revire götürülmemesi, ayakta ve askeri nizamda sayım dayatması, gardiyanların keyfi ve faşist davranışları, koğuşlara kamera takılmak istenmesi, gazete, dergi verilmemesi gibi kimi yöntemler ile baskı artırılmak isteniyor. 

Afyonkarahisar 1’Nolu T Tipi Cezaevinde yapılan işkenceler, siyasi tutsak Mehmet Ali Kayan’ın ailesine telefon görüşünde anlattıkları ile açığa çıktı. Kayan, ailesi ile yaptığı görüşmede sürgün sevklerde çıplak aramanın, ayakta sayımın dayatıldığı, kendilerine televizyon, radyo, gazete, saat verilmediğinden bahsetti. Hastaların revire çıkarılmamasına tepki gösterildiğinde gardiyanların koğuşu basıp tutsakları darp ettiğini ve kimi tutsakların bacaklarında kırıklar oluştuğunu belirtti. Mehmet Ali Dayan’ın da parmakları kırılmış. Bazıları ise falakaya yatırılmış ve ayaklarında morarmalar oluşmuş. Bu olanlar haberlere yansıyınca cezaevi yönetiminin açıklaması yapılan işkenceleri inkâr etmediklerini gösterdi. Dahası ‘Yeni açıldık, böyle sorunlar olabiliyor’ denilerek işkence savunuldu.

Elazığ 2’Nolu Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ise tutsaklara ‘Suçu terör’ yazılı kartları takmaları dayatıldığı siyasi hükümlü İsmail Yılmaz’ın avukatına anlatması ile ortaya çıktı. Avukat Sezin Uçar’ın aktarımına göre, bu kimlikler siyasi mahpusların çoğuna verilmek isteniyor ve almak istemeyenlere hakları kullandırılmıyor. Ailelerle görüşme, telefon hakkı, posta yoluyla gönderilen kitap, dergileri alma gibi haklar gasp ediliyor. Adlilerde de bu kimliklerin olduğu ama siyasi mahpuslara verilen kimliklerde terör suçlusu yazdığı ve yargılandığı örgütün isminin yer aldığını belirten Uçar bu durumu tek tip elbise dayatmasına benzetiyor. Ayrıca mahpuslara bazı sınırlamaların getirileceğini yazan bir genelgenin tebliğ edildiğine dikkat çekiyor. Genelgeye göre mahpuslar sadece dini bayram, doğum günü ve yılbaşında kitap alabileceklermiş. Uçar, bu genelge için Adalet Bakanlığı’nın yaygınlaştırmak istediği uygulamalardan biri olacağını düşünüyor.

Cezaevlerinde yaşanılanlar elbette bunlarla sınırlı değil ve ciddi hak gaspları var. En başta yaşam hakkı ihlal ediliyor. Ağır hasta olan tutsakların gerekli sağlık hizmetinden yoksun bırakılmasından, insanlık onurunu zedeleyen uygulamalar dayatıldığında karşı çıkanlara işkence edilmesine kadar bu böyle.

Mevcut siyasal atmosferde çok yönlü kriz ile cebelleşen sermaye devletinin en büyük korkusu toplumsal bir patlama ve bunun devrimci bir sürece evirilmesidir. Bundan kaynaklı en ufak bir sese dahi tahammül edilmiyor, sosyal medya paylaşımları bahane edilerek insanlar tutuklanıyor. Elazığ depremi sonrası ‘deprem paraları nerde’ sorusuna “provakatif paylaşım” denilerek soruşturma açılıyor. Muhalif her ses terör damgası yiyor ve yapılan türlü işkenceler ile topluma korku yaymak isteniyor.

Ancak tarihsel deneyimlerin kanıtlamış olduğu gibi baskı ve zulmün olduğu her yerde direnişte baş gösterir ve bu dönemde de gösterecektir. Türkiye cezaevleri işkencelerin, katliamların yeri oldukları kadar tarihsel direnişlerin de adresleridir. Siyasi tutsaklar kendilerine dayatılanlara boyun eğmeyecek ve direneceklerdir. Aynı şekilde tutsaklar ile dayanışmanın da yükseltilmesi önemli bir sorumluluk olarak işçi ve emekçilerin önünde durmaktadır.

 

 

 

 

 

AKP iktidarı “basını elinde piyano gibi çalmak” istiyor

 

Uluslararası Basın Enstitüsü 2018 yılı raporuna göre AKP iktidarının medyayı kontrol etme oranı %95’lere yaklaşmıştır. Bunun dışında kalan %5’lik kesim ise ilerici-muhalif basın yayın organlarıdır. 

Tek ses medyanın burjuva düzene, bugün dolaysız olarak AKP iktidarına hizmette kusur etmediği açıktır. Ayrıca, medya iktidar için hem yağlı bir sektördür hem de ideolojik olarak vazgeçemeyeceği bir araçtır. Zira, sermaye düzeninin medya açısından genel düsturu, toplumu uyutabilmek ve yönlendirebilmektir. Yani “haber alma hakkı” burjuvazi için bir yalandan ibarettir.

Erdoğan yönetiminin kurmaya çalıştığı tek adam rejimi koşullarında bu durum çok daha ağırlaşmış, ilerici-
muhalif basına yönelik saldırılar hız kazanmıştır. İktidar, medya alanını tamamen denetim altına almak ve muhalif gazetecileri biat ettirebilmek için her türlü yola başvurmaktadır. Gazeteler kapatılmakta, gazeteciler işlerinden edilmekte, tutuklanmakta hatta öldürülmektedir.

Geçtiğimiz hafta ise bu saldırı dalgasına yeni bir halka eklendi. İlerici-muhalif gazetelerin çalışanlarının basın kartları iptal edildi. Basın kartları, daha öncesinde Başbakanlık bünyesinde Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün denetimindeydi. Tek adam rejimine geçişle birlikte Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı ve İletişim Başkanlığı adını aldı. İlerici basın mensuplarının kartlarının iptali de bu kurum tarafından gerçekleştirildi.

Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın ve muhalif basının tepkisi ile İletişim Başkanlığı geri adım atmak zorunda kaldı ve basın kartlarını geri iade etmek zorunda kaldı. Ancak hala kartları iade edilmeyen onlarca gazeteci var. Son beş yılda 3 bin 804 gazetecinin basın kartının iptal edildiği belirtiliyor. 685 gazetecinin kartlarının iptal edilmesine ise “güvenlik” gerekçe gösteriliyor.

Basın kartı gazetecilere belli kolaylıklar sağlıyor. Elbette TGS’nin açıklamasında olduğu gibi “gazetecilik kartla yapılmıyor”.  Ancak Sarı Basın Kartı olmadığında adliye, meclis vb. alanlara haber takibi için girilmesi zorlaşıyor. Davaların bazılarında Sarı Basın Kartı zorunluluğu var. Kart, haber takibi yapılan eylemlerde de bazı kolaylıklar sağlıyor. Bunların yanı sıra, gazetecilerin yıpranma hakkı da Sarı Basın Kartı olma koşuluna bağlı. Yani kartların iptali gazetecilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesi anlamı taşıyor.

Hitler’in propaganda bakanı Goebbels göreve gelirken ‘Basını hükümetin elinde piyano gibi çalabileceği bir alete dönüştürmek’ hedefi tanımlamıştı kendisine. O dönem Hitler faşizmine bağlı basın için özel yasalar çıkarıldı. Mevcut yayın organlarına kayyımlar atandı, gazeteciler fişlendi. Goebbels’in “Meslek Mahkemesi’nin belirlediği listeye girmeyenler gazeteci ve yazar olarak görev yapamadı.

Erdoğan rejiminin basın-yayın alanındaki pratikleri ne kadar da Goebbels’inkine benziyor. Zira, AKP iktidarı da basını elinde piyano gibi çalmak istiyor!