31 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/05

Depremin aynasında kapitalizm gerçeği
Deprem değil ‘sermayenin demir yumruğu’ öldürüyor
Rejim krizi sürüyor… Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim!
Hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri artıyor
Ülkeyi tüccar kafasıyla yönetenler pişkinlikte sınır tanımıyor
Kanal İstanbul: İhanet projesi
MİB: Sefalete boyun eğme, ihanete geçit verme!
İşgallerin, grevlerin, direnişlerin izinden ileri!
Mersin Serbest Bölge’ye sağlık kuruluşu yapılıyor
Alman Devrimi’nin dersleri üzerine - H. Fırat
Silahlanma yarışında Çin’in hızlı yükselişi
Haiti’de emekçilerin dinmeyen öfkesi
Clara Zetkin ve 8 Mart’ın tarihsel devrimci mirası
Dünyada yeni dönem gençlik hareketi
Devrim Okulları’nın ardından…
Parasız ve nitelikli sağlık hizmetleri için de sosyalizm!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Alman Devrimi’nin dersleri üzerine

H. Fırat

 

Solun Alman Devrimi’ne ilgisizliği

Ekim Devrimi’nin 100. Yılı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de özel bir ilgiye konu oldu. Onu bir yıl arayla izleyen Alman Devrimi’nin 100. Yılına ise benzer bir ilgi gösterilmedi. Bu büyük tarihi olay Türkiye solu tarafından neredeyse sessiz sedasız geride bırakıldı. Bazı sol sitelerde, daha çok da olayların gelişim seyrine ilişkin üstünkörü özetlemelerden oluşan birkaç yazı, yanısıra yıllardır alışılmış sınırlarda olmak üzere, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmelerinin 100. Yıldönümü üzerine önemsiz birkaç değinme... Marksist ya da devrimci olmak iddiasındaki Türkiye solunun Alman Devrimi’nin 100. Yılına ilgisi hemen hemen bu sınırlarda kaldı. Bunun tek istisnası, Kızıl Bayrak’ın konuya ilişkin olarak birkaç aya yayılan tanıtıcı/bilgilendirici yayını oldu.

Solun Alman Devrimi’ne ilgisizliği yeni bir durum değil. Ama geçmiş zamanlar için, örneğin 1970’ler ya da hatta 1990’lar için, bunun yine de anlaşılabilir nedenleri vardı. Herşey bir yana, olup bitenlerin kapsamı konusunda yeterli bilgi bile yoktu, özellikle de 1970’li yıllarda. Emperyalist savaşın yıkımı ve Ekim Devrimi’nin yol açtığı sarsıntının birleşik etkisi altında, Avrupa’da ve hele de Almanya’da, önemli devrimci çalkantılar olduğu, bunun Macaristan’da ve Bavyera’da kısa süreli Sovyet cumhuriyetlerine yol açtığı bilinir, ama daha fazlası, olayların gelişim seyri ve kapsamı çok da bilinmezdi. Bu da dönemin devrimcilerini devrimin kendisini anmak ve başta devrimci partinin önemi olmak üzere hemen herkesçe zaten bilinen birkaç temel dersini yinelemekten öteye götürmezdi.

‘89 çöküşünü ‘90’lı ilk yıllarda izleyen “sosyalizmin sorunları” tartışmaları içinde, Alman Devrimi’nin yenilgisinin tarihsel etki ve sonuçları üzerinde biraz daha yakından duruldu. Ama bu da, Alman devriminin deneyim ve derslerinin irdelenmesinden çok, bu büyük tarih fırsatın kaçırılmış olmasının Sovyetler Birliği’nde işlerin gidişine ve dolayısıyla dünya devrimi sürecinin sonraki seyrine etkisi yönünden oldu.

Bugünse artık farklı koşullar içindeyiz. Öncelikle Alman Devrimi hakkında bilgi edinebilmek üzere çok daha fazla kaynağa ve dolayısıyla devrimin derslerinden çok yönlü olarak öğrenebilme olanağına sahibiz. Ama bunu rağmen marksist ya da devrimci olmak iddiasındaki Türkiye solu Alman Devrimi’ne ilgisizliğini sürdürüyor. Yalnızca Alman devriminin değil, ardından Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in katledilişlerinin100. Yılı, onun hemen ardından Macaristan Sovyet Cumhuriyeti’nin 100. Yılı gibi çok özel, çok anlamlı tarihi vesileler bile bu ilgisizliği gideremiyor. İlgisizlik özel olarak Alman Devrimi’ne değil, fakat gerçekte genel olarak 20. yüzyılın devrim deneyimlerinedir. Dolayısıyla da bizzat devrimin kendisine ve sorunlarınadır. Bu tutum, Türkiye solunun son kırk yılda geçirdiği evrimle de uyumludur. Artık sosyalizm söylemli reformizm birkaç istisnayla solun geneline egemen çizgidir. 100. Yılında Ekim Devrimi’ne solda gösterilen sınırlı ilgi, bu yargının önemini azaltmaz. Ekim Devrimi çığır açan karakteriyle çok farklı bir yerde durmaktadır. Lenin adı ve düşüncesiyle en tam, en dolaysız bir biçimde bağlantılıdır. Sol bir siyasal parti ya da akımın, marksist olmak iddiasını ve sosyalizm söylemini koruduğu sürece, onu görmezlikten gelmek olanağı yoktur.

Devrime hazırlanmanın sorunları

Dünyanın birçok ülkesinde (ve bu arada Türkiye’de) burjuva gericiliği halen toplumların üzerine bunaltıcı bir ağırlık olarak çökmüş gibi görünse de, gerçekte devrimlere gebe yeni bir tarihi döneme doğru ilerliyoruz. Bu koşullarda 20. yüzyılın büyük devrim deneyimlerini yeni bir gözle ve daha derinden incelemek, deneyim ve derslerinden öğrenmek, yeni tarihi döneme hazırlığın olmazsa olmaz koşullarından biridir.

Bu ihtiyaç yeni de değildir. Biz komünistler için bunun vurgulaması, neredeyse siyasal mücadele sahnesine örgütlü bir güç olarak çıkışımızla eş zamanlıdır. Fakat o günler, ‘89 sonu ve ‘90’ların başı, “tarihin sonu”nun ilan edildiği çok özel bir gericilik evresiydi. Devrimler döneminin artık kapanmış bulunduğu solda bile yaygın, dahası egemen düşünceydi. Dolayısıyla 20. yüzyıl devrimleri ve hele de onların yeni döneme dersleri üzerine tartışmanın ne bir cazibesi ne de çoğu kimse için artık bir anlamı vardı. Geleceğe dönük devrimci bir hazırlık değil, geçmişe dönük hayal kırıklığı, bunun beslediği inançsızlık, devrimden kaçış, geçmişin ulu orta karalanması, bir arada dönemin baskın eğilimleriydi.

Bugün bu açıdan da artık farklı bir evredeyiz. Sistemin çok yönlü bir bütünsel bunalım içinde debelendiği zamanlardayız. Dünyanın birçok ülkesinde yeniden yeniden ortaya çıkan, milyonlarca insanı içine çeken sınıf ve kitle hareketlerine, zaman zaman halk isyanlarına varan toplumsal mücadelelere tanıklık ediyoruz. Çoktandır yeni bir bunalımlar ve savaşlar döneminden söz ediyoruz ve bunu gelecekte yeni bir devrimler dalgasının izleyeceğinden de kuşku duymuyoruz. Teorik açıklığa ve tarih bilincine sahip gerçek devrimcilersek eğer kuşku duyamayız da. Bütün bunlardan çıkan tarihsel önemde güncel sonuç, buna devrimci görevler bütünü de diyebiliriz, 2012 yılı sonbaharında toplanan TKİP IV. Kongresi’nin cüretli şiarında özetlenmiştir: Her alanda devrime hazırlanmak!

 Doğal olarak teorik hazırlık, bu hazırlığın temel önemde alanlarından biridir. 20. yüzyıl devrimlerinin deneyimlerinden yeni bir düzeyde öğrenmekse, bu teorik hazırlığın hayati önemde bir parçasıdır. Devrimci pratik devrimci teorinin kaynağı olduğu kadar gerisin geri doğrulayıcısıdır da. Devrimler ise devrimci pratiğin doruk noktalarıdır. 20. yüzyılın devrim deneyimleri büyük ölçüde el değmemiş, incelenmemiş demek istiyoruz, zengin kaynaklar olarak duruyor. Bugün ortalama bir devrimcinin Ekim Devrimi, mensup olduğu siyasal geleneğe bağlı olarak belki bir ölçüde Çin Devrimi dışında, 20. yüzyılın bir dizi devrimi hakkında asgari bir bakış açısı bir yana, doğru dürüst bir bilgisi bile yoktur.

Biz komünistler için bu bakışın, geleceğe hazırlanmak kapsamında geçmişin devrim deneyimlerinden en iyi biçimde öğrenmek ihtiyacının, bir yenilik taşımadığını söyledik. ‘89 çöküşünü ‘90’lı yılların başında izleyen “sosyalizmin sorunları” üzerine ilk değerlendirmelerin bizim için esas anlamı da buydu. Bu daha baştan en açık biçimde ifade de edilmiştir. Geçmişe bakıp onu anlamaya ve derslerinden öğrenmeye çalışırken, şaşmaz amacımız geleceğe hazırlıktı. Partimizin teorik temellerini oluşturma ve programını hazırlama çabamıza egemen bakış açısı da buydu. Devrimin, devrimci politika ve örgütlenmenin sorunlarına yaklaşımımızda da geçmiş tarihi deneyimleri, özellikle de zafere ulaşmış ya da yenilgiye uğramış devrimlerin deneyimlerini mümkün mertebe gözetmeye çalıştık.

Zaferler kadar yenilgilerden de öğrenmek

Fakat bu, şu veya bu devrimci siyasal akımın öznel tercih ve yöneliminden öteye, genel planda ve dünya ölçüsünde nesnel bir ihtiyaçtır. Bu dünya devrimci hareketinin teorik, politik, örgütsel ve moral değerler yönünden köklü bir biçimde yenilenmesi ihtiyacıdır. Teorik yenilenmenin temel bir yönü günümüz dünyasının gerçeklerini bilince çıkarmaksa, aynı önemde bir öteki yönü de 20. yüzyılın devrimci süreçlerinden geleceğe yönelik olarak gerekli deneyimleri ve dersleri çıkarabilmektir.

Bu açıdan Alman Devrimi, deneyimleri üzerinde özellikle durulması gereken temel önemde bir tarihsel olaydır. Önem bakımından denebilir ki Ekim Devrimi’nden hemen sonrakidir. Ekim Devrimi, doğusu ve batısıyla bütün bir dünyayı derinden sarsarak tarihsel çığır açmış muzaffer bir sosyalist devrimdir. Bu özelliği ile o kuşkusuz apayrı bir yerde durmaktadır. Başarılı bir devrimin deneyim ve derslerinden öğrenmek bakımından eşsiz olduğu kadar tükenmez bir kaynaktır da. Fakat Alman Devrimi de, bu kez tersinden, yenilgiye uğramış bir devrim olarak, kendine özgü zengin deneyim ve derslerle doludur. Bu açıdan o da kendi yönünden benzersizdir.

Bazı tarihçiler tarafından “unutulmuş” devrimler kategorisine konabilen Alman Devrimi, gerçekte 20. yüzyılın en önemli tarihsel olaylarından biridir. Yenilgisinin yalnızca Sovyetler Birliği ve Komünist Enternasyonal’in sonraki süreçleri üzerinde değil, fakat dünya politikasının genel seyri üzerinde de derin etkileri olmuştur. Alman faşizminin ve giderek yeni bir emperyalist dünya savaşının önü, dolaysız bir biçimde bizzat Alman Devrimi’nin boğulması sürecinde açılmıştır. Gerici burjuva dünyası tarafından açık biçimde dile getirilmese de bu herkesçe çok iyi bilinen bir tarihsel gerçektir.

Fakat öte yandan Alman Devrimi, modern temellere oturan bir burjuva toplumunda sosyal çatışmanın içeriği, çok yönlülüğü ve zenginliği bakımından da önemli bir devrimdir. Bazı bakımlardan Ekim Devrimi denli öğretici derslerle dolu bir devrimdir. Devrimcilerin mutlaka incelemesi, üzerine enine boyuna düşünmesi, bugün için bile çok önemli olan derslerinden en iyi biçimde yararlanılması gereken bir büyük tarihsel olaydır.

Daha da ileri gidebiliriz. Alman Devrimi’nin bazı bakımlardan Ekim Devrimi’nden daha öğretici olduğunu bile söyleyebiliriz. Bunun gerisinde ise her iki devrimin gerçekleştiği tarihsel-toplumsal koşulların farklılığı yatmaktadır. Çarlık yarı-feodal bir imparatorluk ve Rusya toplumunun yüzde doksanı köylülüktü. Lenin’in Şubat Devrimi’nin ardından proletaryanın muazzam bir küçük-burjuva dalgasının altında ezilmesinden söz etmesi bu açıdan rastlantı değildir. Rusya’da işçi sınıfı toplumun son derece küçük bir azınlığı idi ve ancak belli sanayi merkezlerinde yoğunlaşmıştı. Ve biz, modern sınıf mücadelelerinin seyri ve bunun siyasal yansımaları sözkonusu olduğunda, işte bu sınırlı sanayi merkezlerine sıkışmış çatışmaların deneyimleri üzerinden Ekim Devrimi’nden öğreniyoruz. Oysa Almanya o günün ölçüleriyle, en gelişmiş kapitalist ülkelerden ikincisi, Avrupa’da ise birincisiydi. O günün ölçülerine göre modern sınıflaşmanın ileri düzeylere vardığı bir toplumdu. Güçlü bir sanayi proletaryası vardı. Modern sınıflaşmanın ileri düzeyi, köylülük ve küçük-burjuvazinin yapısını ve davranışlarını belirliyordu. Böyle bir toplumda devrim düzeyine ulaşmış sınıf mücadeleleri, kolayca tahmin edilebilecek nedenlerle, günümüzün az çok gelişmiş toplumları için çok daha öğretici ve çok daha açıklayıcı sonuçlar içerir. Bu, sınıf ilişkileri ve davranışları yönünden olduğu kadar, mücadele ve örgütlenme biçim ve yöntemleri bakımından da böyledir. Devrim yönünden olduğu denli karşı-devrim yönünden de...

Alman Devrimi yenilgiye uğramış bir devrim olduğu için, ilk bakışta deneyimleri bakımından daha sınırlı bir devrim olarak görünür. Ama zaferler kadar yenilgilerin de zengin deneyimlerle dolu olduğunu, bu açıdan zaferler denli öğretici derslerle dolu olduğunu biliyoruz. Ekim Devrimi zafere ulaşmıştır, muzaffer bir devrimdir. Zafere ulaşmış bir devrimin dersleri ve deneyimleri sözkonusu olduğunda elbette Ekim Devrimi’nden öğreneceğiz. Başarının sırrını anlamak istiyorsak, Ekim Devrimi’ni incelemek durumundayız. Öte yandan, başarıya ulaştırılabilir olan ama sonuçta yenilgiye uğramış bulunan bir devrimin derslerinden, yani yenilginin derslerinden öğrenmek istiyorsak, Alman Devrimi’ni incelemek durumundayız. Ekim Devrimi’nin üstünlükleri ile Alman Devrimi’nin zayıflıklarını bir arada ele almak, birlikte incelemek, her bakımdan daha öğretici, daha açıklayıcıdır.

Kaldı ki Alman Devrimi sözkonusu olduğunda sorun salt 1918-23 dönemine yayılan fiili devrim sürecinin kendi dersleri de değildir. Kuşkusuz Alman devrimi bu sınırlarda da çok zengin, açıklayıcı ve öğreticidir. Ama sorun bundan da öteyedir. Belki bundan da önemli olan, Alman devriminin yenilgisini bir bakıma daha baştan hazırlayan tarihsel sürecin dersleridir. Sorun Anti-sosyalist yasanın kaldırılmasıyla (1890) başlayıp 4 Ağustos 1914 çöküntüsüne varan, etki ve sonuçları kendini emperyalist savaş döneminden öteye, asıl olarak Alman Devrimi üzerinden gösteren bütün bir tarihsel sürecin deneyim ve dersleridir. Bu süreci daha yakından inceledikçe göreceğiz ki, bu deneyim ve dersler, üstelik aradan geçen yüz yılı aşkın süreye rağmen, birçok açıdan bugün de tüm önemini ve dolayısıyla güncelliğini korumaktadır.

Tarihsel süreçlerin bütünlüğü

Rusya’da Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin zaferi, yaklaşık otuz yıllık bir birikimin ürünü olmuştu. Aynı şekilde, ama bu kez tam tersinden, Alman Devrimi’nin yenilgisi de yaklaşık otuz yıllık bir birikimin ürünü oldu. Denebilir ki Rusya’da otuz yıl boyunca devrimin zaferi, tersinden Almanya’da ise aynı tarihi dönem içinde yenilgisi hazırlandı. Bu geniş tarihsel perspektif içinde ele alınmadıkça, 9 Kasım 1918’de patlak veren Alman Devrimi’nin sorunlarını, gelişim seyrini ve bilinen akıbetini anlamak ve açıklamak mümkün olmayacaktır. İlk planda basitçe akla gelebileceği gibi, burada sözkonusu olan hiç de yalnızca devrimci parti faktörü değildir. Bununla da kopmaz bağ içinde, Alman işçi sınıfının gerçek siyasal eğitimi ve örgütsel deneyiminden devrimin yalnızca itfaiyecisi değil fakat aynı zamanda celladı da olan sosyal-demokrasiye kadar, bir dizi başka etken için de geçerlidir bu.

Bir toplumsal devrime belli bir tarihi dönem içinde başarıyla nasıl hazırlanmak gerektiğini anlamak için, muzaffer bir devrim örneği olan Ekim Devrimi’ni önceleyen tarihsel sürece; tersinden, ön tarihsel sürecinin seyri içinde bir devrimin yenilgisinin yolunun nasıl döşendiğini anlamak içinse, Alman Devrimi’ni önceleyen tarihsel sürece yakından bakmak gerekir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Devrimin zaferine başarıyla hazırlanma sürecinin anlamını ve gereklerini anlamak için Bolşevizm’in tarihini, ihanete ve yenilgiye ya da güçsüzlüğe ve başarısızlığa götüren süreçleri anlamak içinse, oportünist ve devrimci kanatlarıyla Alman sosyal-demokrasisinin tarihini incelemek gerekir. Bu türden bir inceleme, devrimcilik iddiası taşıyan şu veya bu partinin, kendi zamanı üzerinden yaptığı “tarihi dönem” değerlendirmesi ve bu temelde devrime hazırlık iddiasının somut pratik içeriği bakımından da son derece aydınlatıcı ve eğitici dersler sağlayacaktır.

Lenin vesile doğdukça, sosyal-demokrasinin savaş karşısındaki utanç verici tavrının ve böylece sosyalizme ihanetinin, hiç de bir anlık bir aldanma ya da korkaklığın değil, fakat savaşı önceleyen tarihi dönemdeki bütün bir gelişiminin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu vurgulamaya özen göstermiştir. Savaşın hemen ardından II. Enternasyonal’in çöküşünü -ki baş temsilcisi ve model partisi SPD idi- inceleyen ve temel önemde bir dizi ders çıkaran kapsamlı makalesine (Mayıs-Haziran 1915), “Bu, dünya çapında tarihsel öneme sahip bir olgudur ve bu olgunun mümkün olduğunca çok yönlü tahliline büyük önem verilmelidir” tespitiyle başlaması, bu bakış açısının bir ürünüdür. Yaptığı kapsamlı ve çok yönlü tahlilin zaman dilimi bütün bir II. Enternasyonal dönemi, temel içeriği ise devrimin, devrimci politika ve örgütlenmenin sorunları üzerinedir. Hedefinde oportünist ve merkezci kanatlarıyla bizzat Alman sosyal-demokrasisi vardır.

Rosa Luxemburg, Alman Devrimi’nin denebilir ki en kritik ve tayin edici aşamasında ancak kurulabilen Alman Komünist Partisi’nin kuruluş kongresinde, program sorunu ve güncel siyasal durum üzerine yaptığı kapsamlı konuşmasında, Alman sosyal-demokrasisinin büyük tarihi ihanetinden hareketle şu önemli tespiti yapıyordu: “4 Agˆustos bulutsuz bir go¨kyu¨zu¨nde aniden patlayan fırtına degˆildi; 4 Agˆustos’ta olan biten, yıllardır yaptıklarımızın mantıksal sonucuydu.” Rosa Luxemburg,emperyalist savaşın başlangıç dönemine ilişkin bu temel önemde yaklaşımını, Alman Devrimi’nin başlangıcından o güne (31 Aralık 2018) kadar olan gelişim seyrine de uyarlayabilirdi. Bu seyir içinde devrimin hem itfaiyecisi hem celladı olanların (SPD), ya da rolünü daha çok itfaiyeci olarak oynayanların (USPD) durumuna işaret ederek, “9 Kasım’dan beri olup bitenler, Alman sosyal-demokrasisi adına uzun yıllardır yapılanların mantıksal sonucudur” da diyebilirdi.

İki devrimci liderin ortak yaklaşımının konumuz için anlamı şudur: Alman Devrimi’nin dersleri, ancak kendisini önceleyen yaklaşık otuz yıllık tarihsel sürecin bütünlüğü içinde ele alındığında yerli yerine oturmakta, gerçek anlamını ve kapsamını bulmaktadır.

Alman Devrimi ve devrimci politikanın sorunları

Böylece konunun işlenişi yönünden temel önemde bir sonuca varmış oluyoruz: Kendisini önceleyen ve izleyen tarihsel süreçler üzerinden Alman Devrimi’nin incelenmesi, proletarya devriminin sorunlarının, daha somut planda devrimci strateji, taktik ve örgüt sorunlarının incelenmesinden başka bir şey değildir. Bunu, bugünün devrimcilerinin bu büyük tarihsel olayı esas olarak bu açıdan, bu temel amaca yönelik deneyim ve dersler üzerinden incelemeleri gerekir olarak da ifade edebiliriz.

Ne türden sorunlar olabilir örneğin bunlar? Öte yandan aradan geçen yüzyıla rağmen ne denli güncel olabilir bu sorunlar? Sorulara yanıt için, örneğin devrimci siyasal mücadele açısından hayati önem taşıyan şu türden diyalektik bütünlüklere bakabiliriz: Teori-pratik, strateji-taktik, devrim-reform, güncel hareket-nihai hedef ilişkisi... Ya da demokrasi mücadelesi ve toplumsal devrim, ulusal sorun ve toplumsal devrim, barış sorunu ve toplumsal devrim, genel olarak siyasal sorunlar ve toplumsal devrim ilişkisi, dolayısıyla sınıfın siyasal sorunlar üzerinden çok yönlü devrimci pratik eğitimi sorunu... Ya da devrimci parti ve sınıf, devrimci parti ve sendikalar, devrimci illegalite ve burjuva legalitesi, parlamenter çalışma ve parlamento dışı siyasal mücadele... Ya da burjuva temsili kurumlardan yararlanma sorunu ile parlamentarizm sapması... Legalitenin istismarı sorunu ile burjuva legalitesine hapsolma durumu... Yerel yönetimlerden yararlanma sorunu ile “belediye sosyalizmi” (ya da “yerel iktidarlaşma”) hayali... Ulusal sorun ve sosyal-şovenizm vb... Ve nihayet, her biçimiyle oportünizm ile araya açık ve kesin sınırlar çizmek ihtiyacı ile toplumsal devrimin başarısı arasındaki hayati kopmaz ilişki...

Bütün bu türden sorunlar ne denli güncelse, Alman Devrimi’ni önceleyen ve ardından yenilgisine götüren sürecin dersleri de işte o denli günceldir. Tüm bu sorunlarda oportünizm, Alman sosyal-demokrasisinin egemen çizgisiydi. Bu çizgi teorik gerekçelendirmede Kautsky ve pratik politikada Bebel tarafından temsil ediliyordu. Bu çizginin daha sağında açık revizyonist kimlikleriyle teoride Bernstein, politikada Auer, Vollmar, Legien, daha sonraları Ebert, Scheidemann vb. oportünistler, solunda ise devrimci kanadın temsilcileri olarak Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht, Clara Zetkin, Franz Mehring gibi marksist devrimciler vardı. Muhtemeldir ki, devrimci döneminde Marx ve özellikle Engels’in övünç kaynağı olan, işçilikten yetişme seçkin bir marksist lider olarak Lenin’in her zaman hayranlık duyduğu August Bebel’i Karl Kautsky ile aynı çizgi üzerinden tanımlamak ilk bakışta fazlasıyla yadırganacaktır. Fakat işte Alman Devrimi’nin dersleri aynı zamanda bundan dolayıdır ki paha biçilmez değerdedir.

Kautsky ile Bebel’i ortak paydada birleştiren öznel bir yargı değil fakat tarihi gerçeğin kendisidir. Alman Devrimi’nin dersleri üzerine incelememizde bunu bütün açıklığı ve ayrıntılarıyla görme olanağı bulacağız. Şimdilik Rosa Luxemburg’un Clara Zetkin’e 1907 tarihli mektubundan şu bölümü anımsatmakla yetineceğiz:

“... Her şey değişse bile, kitlelerin başında yürümek istiyorsak, karşılaşacağımız kaçınılmaz direnişi hesaba katmak zorunda kalacağız. Düşüncelerimin olgunlaşmasından sonra vardım bu sonuca. Apaçık gerçek şu ki, August (Bebel) -diğerleri daha da fazla- tamamen parlamentoya ve parlamentarizme bağlanmış durumda. Parlamenter eylemin sınırlarını aşan olayları her gördüklerinde ümitsizleşiveriyorlar; hayır, ümitsiz demek de yetmez, çünkü o zaman hareketi tekrar parlamenter kanallara sokmak için ellerinden geleni yaparlar ve kendi sınırlarını aşma riskini göze almaya cesaret edenleri gözü dönmüşçesine ‘halk düşmanı’ diye lanetlerler. Kitlelerin partide örgütlenmiş kesiminin parlamentarizmden yorgun düştüğü, parti taktiklerinde yeni bir çizgiyi sevinçle karşılayacakları gibi bir his var içimde. Ancak parti liderleri, hele hele oportünist editörler, milletvekilleri ve sendika liderlerinden oluşan üst tabaka karabasan gibi çökmüşler yerlerine. Bu durgunluğu şiddetle protesto etmeliyiz, ne var ki bunu yaparken kendimizi hem oportünistlerin, hem de parti liderleriyle August’ün karşısında bulacağımız da çok açık. Bernstein’la arkadaşlarına karşı kendilerini savunma sorunu gündemdeyken August ve ortakları yardımımıza seviniyorlardı, çünkü ayaklarına bağ olmamış oluyorduk. Ancak gündeme oportünizme saldırı başlatma sorunu geldiğinde, August’le diğerleri bize karşı Ede (Bernstein), Vollmar ve David’in yanındadırlar. Olaylara bakışım böyle benim, ..., işimiz yıllarca sürecek...” (Peter Nettl, Rosa Luxemburg, Everest Yayınları, s.351)

Yargımızın temeli kuşkusuz hiç de yalnızca zamanında yapılmış bu çarpıcı gözlem ve uzak görüşlü değerlendirme değildir. Ama 1907 gibi erken bir tarihte partideki durumu, özellikle de Rusya’da 1905 Devrimi’nin ardından Kautsky-Bebel çizisinin aldığı yeni yönelimi ve bunun anlamını bu denli başarıyla saptamış bulunmak, Rosa Luxemburg’un büyük tarihsel onurudur. Olaylar ve ilişkiler tam da onun tahmin ettiği yönde gelişti. August Bebel’in büyük şansı, doğanın ona bahşettiği lütuf da denebilir buna, emperyalist savaşın hemen öncesinde yaşama veda etmesi oldu. Adının hala da belli sınırlarda bir saygıyı hak etmesini o tam da buna borçludur.

Modern revizyonizmin klasik kaynağı

1970’li yılların devrimci kuşağı için “modern revizyonizm” kavramı ve olgusunun ayrı bir anlamı vardı. Bu, o dönemin dünya sol hareketi tablosuyla, bu tablo içinde SBKP ve onunla aynı çizgideki partilerin tuttuğu yer ve oynadığı rolle sıkı sıkıya ilintiliydi. Fakat revizyonizmin “modern” sıfatıyla nitelenmesinin kendisi, onun “klasik” bir biçiminin varlığını da kendiliğinden varsayar. Klasik biçimiyle bu revizyonizm, merkezinde Alman sosyal-demokrasisinin durduğu II. Enternasyonal oportünizminden başka bir şey değildi. II. Enternasyonal’in kendi döneminde, “revizyonizm” kavramı, Alman partisi bünyesindeki ünlü “revizyonizm tartışması”yla bağlantısı içinde, teorik planda Bernstein’ın temsil ettiği çizgi için kullanılırdı. Fakat Bernstein revizyonizmi, örtülü ya da inceltilmiş ifadesini Kautsky’de bulan asıl oportünist kaynağı gizleyen bir perde işlevi görmüştür. Hareketi zaman içinde bozulmaya, giderek de çürümeye götüren asıl tehlikeli ve tahrip edici oportünizm gerçekte buydu, Kautsky’nin temsil ettiği çizgiydi. Bernstein’ın revizyonizmi açık ve kabaydı, bu nedenle kabul görmesi zordu. Nitekim çok geçmeden reddedildi ve çabucak üstesinden gelindi. Hiç değilse resmi planda böyle sunulabildi. Oysa Kautsky’nin temsil ettiği oportünizm, incelikli ve dolayısıyla sinsiydi. Bu nedenle çok daha tehlikeli ve tahrip ediciydi. Tarihsel sonuçları üzerinden en açık biçimde görüldüğü gibi.

20. yüzyıl boyunca dünya komünist hareketi içinde yaşanan hemen her türden sağ oportünizmin tarihsel kaynağı Alman oportünizmidir. Teoride ya da ilkesel söylemde marksist, fakat gerçek hayatta, yani siyasal ve örgütsel pratikte oportünist olmanın ne demek olduğunu anlamak, dahası, bunun sınıflar mücadelesinin seyri içinde hangi tahrip edici ve yıkıcı sonuçlar yaratabileceğini çok zengin bir tarihsel deneyim üzerinden görmek istiyorsanız, Alman Devrimi’nin dersleri üzerinden Alman oportünizmine, daha somut olarak kautskizme bakmalısınız. Kautskizmin günümüz dünya solu bünyesinde ne denli güncel olduğunu görebilmek içinse bugünün Türkiye soluna, onun devrimci siyasal mücadelenin temel sorunları karşısındaki tutum ve davranışlarına bakmanız yeterlidir. Alman Devrimi’nin dersleri işte bu denli günceldir.

Ön inceleme için kaynak önerileri

1970’li yıllarda sözü edilebilir kaynaklardan yoksun olduğumuz, 1990’lı yılların başında hala da sınırlı kaynaklara sahip olduğumuz Alman Devrimi konusunda, günümüzde artık yeterli kaynağa sahibiz. Fakat yazık ki bunların hala da sınırlı bir bölümü Türkçe’ye çevrilmiş durumda. Birçok yararlı, dahası vazgeçilemez kaynağa incelememiz boyunca işaret edeceğiz. Burada şimdilik konuya ilgi duyan okurlarımıza, yayınımızı izlemeyi kolaylaştıracak üç temel önemde kaynak önermekle yetineceğiz. 

Öncelikle, 9 Kasım 1918’de patlak veren ve çalkantılı süreçlerin ardından Ekim 1923’te noktalanan Alman Devrimi’nin genel seyri ve başlıca gelişme safhaları hakkında derli toplu bir fikir edinmeye ihtiyacımız var. Bunun için Chris Harman’ın Kaybedilmiş Devrim kitabını öneriyoruz (Pencere Yayınları).

İkinci olarak, dönemin dünyası, esas olarak da Avrupa’sının genele tablosu, bu tablo içinde Sovyet Rusya’da olayların seyri ve bunun Alman Devrimi’yle ilişkisi üzerine asgari bir bilgiye ihtiyacımız var. Edwart Hallet Carr’ın Bolşevik Devrimi üçlemesinin üçüncü cildi (Bolşevik Devrimi 3, Metis Yayınları) bu ihtiyacı fazlasıyla karşılamaktadır.

Son olarak, Alman sosyal-demokrasisinin devrimi önceleyen tarihi dönemdeki durumu ve gelişim seyri üzerine çok yararlı bir kaynak olarak, Peter Nettl’ın Rosa Luxemburg biyografisini öneriyoruz (Everest Yayınları). Yazar zengin ayrıntılar ve önemli değerlendirmeler içeren kitabında, Rosa Luxemburg’un siyasal yaşamı üzerinden gerçekte Alman sosyal-demokrasisinin 1898’den Alman Devrimi’ne uzanan bütün bir tarihini sunuyor okura.

İlkinde değilse bile son iki kitapta Alman Devrimi’yle doğrudan bağlantılı olmayan bölümler de var kuşkusuz. Dileyen okur bunları şimdilik yapacağı incelemenin dışında tutabilir. Yazarlar hakkında burada özel bir değerlendirme yapmak ihtiyacı duymuyoruz (Yayınımız sırasında bunu yer yer yapmak durumunda kalabiliriz). Yalnızca devrimci okurun bu türden tarihi ve biyografik kaynakları her zaman eleştirici bir gözle incelemek, yazarın kişisel değerlendirme ve yargılarından çok, sunduğu malzemeye odaklanmak durumunda olduğunu hatırlatmakla yetineceğiz.

Yanı sıra okurlarımıza, Alman Devrimi’nin 100. Yılı vesilesiyle Kızıl Bayrak’ın yaptığı özel yayının yeniden incelenmesinin yararlı olacağını hatırlatmak istiyoruz. Buna ilişkin malzemeye toplu olarak şu link üzerinden ulaşılabilir:

https://kizilbayrak45.net/ozel-sayfa/alman-devrimi-100-yilinda/

Alman Devrimi’nin dersleri üzerine incelememiz birer sayı arayla (her iki haftada bir) yayınlanacak. İki sayıda bir kuralının aşılabileceği muhtemel durumlar, yalnızca ele alınan konunun devamını sürdürmek ihtiyacına bağlı olarak sözkonusu olabilecek.

 

 

 

 

 

Zafer ve yenilgilerden oluşan zengin devrimci miras!

 

“Türkiye Komünist İşçi Partisi dünyada ve Türkiye’de zafer ve yenilgilerden oluşan zengin bir devrimci mirasın üzerinde yükselmektedir. Partimiz bu mirası kararlılıkla savunmakta, kendisini onun bugünkü temsilcisi ve yarınlara taşıyıcısı saymaktadır.

“Fakat öte yandan partimiz bizzat bu aynı devrimci geçmişin çok yönlü bir eleştirel değerlendirmesinin ürünü olmuştur. Zayıf, eksik ve kusurlu olan her noktada bu geçmişi devrimci eleştiriye tabi tutmuş, ondan gelecekteki mücadeleler için gerekli dersleri ve sonuçları çıkarmaya çalışmış, bu temel üzerinde devrimci bir yenilenmenin ifadesi olmuştur.

“Dünyada ve Türkiye’de yıkıcı yenilgilerle sonuçlanan bir tarihi dönemle devrimci hesaplaşmanın ürünü olan Türkiye Komünist İşçi Partisi, bu konumu ve kimliği ile yeni dönemi kucaklama iddiasındadır. Yeni dönem, ikibinli yıllar, dünyada ve Türkiye’de yeni devrim dalgalarına sahne olacaktır. Bu salt devrimci iyimserliğe dayalı bir kehanet değildir. Dünya ölçüsünde işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin yeni bir mücadele dönemine girdiklerinin, proleter hareketin ve halk isyanlarının yeni bir tarihi evresinin başladığının şimdiden çok sayıda somut göstergesi mevcuttur. Partimizin kuruluşu bu yeni dönemin, geleceğin yeni devrimler dalgasının kendi coğrafyamızdan başarılı bir önderlikle kucaklanabilmesine bir ilk hazırlıktır.”

(TKİP Kuruluş Kongresi Bildirisi, Kasım 1998)