25 Ocak 2019
Sayı: KB 2019/04

Seçimler ve yalanlar
Emperyalizme çok yönlü uşaklık!
Yüzümüzü sahte seçim vaatlerine değil, kendi taleplerimize dönelim!
Rektörlük atamaları
Özelleştirme saldırısı ve sendika bürokratlarının “vatan-millet” söylemi!
İş cinayetlerine devlet katkısı
Kısa çalışma ödeneği İşsizlik Fonu’ndan sağlanıyor!
“Grevden vazgeçmeyeceğiz, bu kadar!”
2019, örgütlü güç olmanın yılı olsun!
MİB MYK Ocak 2019 toplantısı sonuç metni
Enternasyonalizm, Spartakistler ve dünya devrimi - V. İ. Lenin
Ölümünün 100. yılında Franz Mehring’e saygıyla...
Suriye’de yıkım, “yeniden imar” ve kapitalizm
Almanya-Fransa “dostluk” anlaşması
Rusya ile Japonya arasında adalar anlaşmazlığı
Kadın cinayetleri devlet kurumlarının gözü önünde işleniyor!
Birliğimizi güçlendirelim, mücadeleyi büyütelim!
İklim sorununa kitlesel tepki
Kapitalizm her şeye düşman!
Hapishanelerde saldırılara karşı direniş sürüyor
“Beni devrimciler gibi uğurlayın!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrupa ve Amerika işçilerine mektup…

Enternasyonalizm, Spartakistler ve dünya devrimi

V. İ. Lenin

 

Alman Devrimi’nin en yüksek ve sert aşamasını ifade eden ve Spartakist Hafta olarak da bilinen Ocak 1919 olayları sırasında, Rusya’da da iç savaş tüm şiddetiyle sürüyordu. Bolşeviklerle yeni kurulmuş Almanya Komünist Partisi (KPD) arasında hızlı bir iletişim imkanı bulunmuyordu. SPD’li sosyal-hainlerin kurduğu yeni Alman hükümeti (kendinden önceki gerici hükümetin aldığı kararı izleyerek) buna yanaşmadığı için, iki ülke arasında resmi bir ilişki, dolayısıyla Berlin’de Sovyet temsilciliği de henüz yoktu. Bu nedenle Almanya’da olup bitenler Sovyet Rusya’ya hayli gecikmiş olarak ve son derece yetersiz bilgiler halinde yansıyordu.

Lenin, burada yayınladığımız metnini (Avrupa ve Amerika İşçilerine Mektup) kaleme almaya Spartakist Hafta’nın en kızgın günlerinde başlamıştı. Dolayısıyla olup bitenlerden habersizdi. Yalnızca Aralık sonunda KPD’nin kurulduğundan haberdardı. Nitekim mektubu da esası yönünden, dünya devrimi ve yeni bir enternasyonal bakımında büyük önem atfettiği bu gelişme üzerinedir.

Lenin mektubunu daha tamamlamadan Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’in alçakça öldürülmesi haberini aldı. 15 Ocak’ı 16’sına bağlayan gece gerçekleşen olayın haberinin 17 Ocak’ta Moskova’ya ulaştığını biliyoruz. Tartışmalı birçok yargı içerse de Rosa Luxemburg üzerine kapsamlı bilgilere dayalı çok değerli bir biyografi kaleme almış olan Peter Nettle’dan, bu haberin kaynağının KPD önderlerinden Leo Jogiches’in Lenin’e çektiği telgraf olduğunu öğreniyoruz: “Dıştan katı bile görünse Leo Jogiches, eski bir devrimciye yakışan bir tarzda, Lenin’e 17 Ocak’ta kısa ve özlü bir telgraf gönderdi: ‘Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht son devrimci görevlerini yerine getirmişlerdir.’”

Lenin burada yayınladığımız mektubuna, Alman Devrimi ve Spartakistler’in nihayet kendi bağımsız partilerini kurmuş olmalarının büyük tarihsel önemine işaret ederek başlamıştı. Berlin’deki cinayetlerin haberini alınca, bunun anlamına ilişkin değerlendirmelerle sürdürdü. Mektup, Rusya’daki iç savaşın bunaltıcı ve yoğun ortamında, Lenin’in Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmelerine değinebildiği nadir metinlerden biridir.

***

Türkçe çevirisine yalnızca “Emperyalizm / Kapitalizmin Sonuncu Aşaması” başlıklı kitabın eklerinde rastlayabildik (Sosyalist Yayınlar, Şubat 1995, s.283-288). Metnin çevirisindeki belirgin zayıflığı fark ettiğimiz için, İngilizce ve Almanca çevirileriyle karşılaştırmak ihtiyacı duyduk, Yazık ki yanılmadığımızı gördük.

Metnin burada yayınlanan biçimi, İngilizce ve Almanca çevirileri ışığında elden geçirilmiştir. Bu şekliyle metnin çeviri sorumluluğu tümüyle Kızıl Bayrak’a aittir.

Alman Devrimi’nin 100. yılı vesilesiyle yayınladığımız öteki metinlerde yaptığımız gibi, Lenin’in mektubunu da içeriğine uygun gördüğümüz vurgulardan oluşan bir özel başlıkla yayınlıyoruz.

Kızıl Bayrak

***

Yoldaşlar,

Amerikan işçilerine 20 Ağustos 1918 tarihli mektubumun sonunda; uluslararası sosyalist devrimin diğer orduları yardıma gelmedikçe kuşatılmış bir kalenin içinde gibiyiz, diye yazıyordum. İşçiler sosyal hainlerle, Gompersler ve Rennerler’le bağlarını kopartıyorlar, diye eklemiştim. İşçiler yavaşça fakat emin adımlarla komünist ve bolşevik taktiklere yakınlaşıyorlar.

Bu sözler yazıldığından bu yana beş aydan az zaman geçti. Ve bu dönemde, çeşitli ülkelerin işçilerinin komünizm ve Bolşevizm’e yönelişlerini göz önünde bulundurarak, dünya proletarya devrimindeki olgunlaşmanın son derece hızlı ilerlediğini söylemek gerekir.

O zaman, 20 Ağustos 1918’de, yalnızca bizim partimiz, Bolşevik Parti, eski Enternasyonal’le, 1914-1918 emperyalist savaşı sırasında utanç verici tutumla iflas etmiş bulunan 1889-1914’lerin II. Enternasyonal’iyle, bağlarını kararlı bir biçimde koparmıştı. Sömürücü burjuvaziyle ittifak kurarak lekelenen bir sosyalizmi ve sosyal demokratizmi terk ederek komünizme geçmek üzere tamamıyla yeni bir yola giren yalnızca bizim partimizdi. Gerçekten proleter devrimci taktiği kabul etmek için, resmi sosyal demokrat ve sosyalist partilere tamamıyla nüfuz etmiş ve etmekte olan küçük burjuva reformizmini ve oportünizmini terk ederek yeni bir yola giren gene yalnızca bizim partimizdi.

Bugün, 12 Ocak 1919’da, yalnızca Letonya, Finlandiya, Polonya gibi eski çarlık imparatorluğu sınırları içindeki ülkelerde değil, fakat Batı Avrupa’da, Avusturya, Macaristan ve Hollanda’da, ve nihayet Almanya’da da daha şimdiden bir dizi komünist proletarya partisi görüyoruz. İşçi sınıfının sadık yandaşları Liebknecht, Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Franz Mehring gibi tüm dünyaca tanınmış ve dünyaca ünlü önderler tarafından yönetilen Alman “Spartaküs Birliği”, II. Wilhelm’le ve Almanya’nın soyguncu emperyalist burjuvazisiyle ittifak yaparak kendilerini sonsuza dek lekeleyen Scheidemann ve Südekum gibi sosyal şovenlerle (sözde sosyalist, eylemde şoven) tüm bağlarını kesin olarak kopardığında ve kendini Almanya Komünist Partisi olarak adlandırdığında, gerçekten proleter, gerçekten enternasyonalist ve gerçekten devrimci III. Enternasyonalin, Komünist Enternasyonal’in kuruluşu bir olgu haline geldi. Biçimsel olarak bu kuruluş henüz onaylanmadı, fakat gerçekte III. Enternasyonal şimdiden mevcuttur.

Bugün, tüm bilinçli işçilerin, tüm samimi sosyalistlerin, 1914-1918 savaşı sırasında, Rusya’da Menşevikler ve “Sosyalist-Devrimciler” gibi, Almanya’da Scheidemann ve Südekum gibi, Fransa’da Renaudel ve Vandarvelde gibi, İngiltere’de Henderson ve Webb gibi, Amerika’da Gompers ve hempaları gibi, “kendi” burjuvazilerini destekleyenlerin sosyalizme ne kadar alçakça ihanette bulunduklarını görmemeleri olanaksızdır. Bu savaş hem Almanya hem de İngiltere, Fransa, İtalya ve Amerika kapitalistleri payına tamamıyla emperyalist, gerici ve yağmacı bir savaş olarak ortaya çıktı. Şimdilerde de ganimeti paylaşmak için, Türkiye’yi, Rusya’yı, Afrika ve Polinezya sömürgelerini, Balkanlar’ı vs. bölüşmek için birbirlerini yemeye başladılar. Ren’in sol yakasına Fransız burjuvazisi, Türkiye’ye (Suriye, Mezopotamya) ve Rusya’nın bir bölümüne (Sibirya, Arhangelsk, Bakü, Krasnovodsk, Aşkabad vs.) Fransız, İngiliz ve Amerikan kapitalistleri tarafından el konulduğunu gördüğümüzde, ganimetin paylaşılması yüzünden İtalya ile Fransa, Fransa ile İngiltere, İngiltere ile Amerika, Amerika ile Japonya arasında düşmanlığın durmadan büyüdüğüne tanıklık ettiğimizde, Wilson’un ve izleyicilerinin “demokrasi” ve “ulusların birliği” üzerine ettikleri ikiyüzlüce sözlerin iç yüzü inanılmaz bir hızla ortaya çıkıyor.

Ve burjuva demokrasisinin önyargılarıyla tamamıyla dolmuş, ikiyüzlü ödlek “sosyalistlerin” yanı başında, daha dün “kendi” emperyalist hükümetlerini savunan ve bugün Rusya’ya askeri müdahaleye karşı boş “gösterilerle” yetinen bu “sosyalistlerin” yanı başında, İtilaf ülkelerinde komünist yolu, Maclean’ın, Debs’in, Loriot’nun, Lazzari’nin, Serrati’nin tuttukları yolu izleyenlerin sayısı artıyor. Bu yol, yalnızca burjuvazinin devrilmesinin ve burjuva parlamentolarının yıkılmasının, yalnızca Sovyetler iktidarı ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasının, emperyalizmin ezilmesini, sosyalizmin zaferini ve kalıcı bir barışı sağlayabileceğini anlayanların yoludur

O zamanlar, 20 Ağustos 1918’de (girişte sözü edilen ilk mektubun tarihi-çn), proletarya devrimi Rusya ile sınırlı kalıyor ve “Sovyetlerin iktidarı”, yani tüm devlet iktidarının işçi, asker ve köylü Sovyetleri vekillerine ait olduğu sistem, henüz (ve fiilen) yalnızca Rusya’ya özgü bir kurum olarak beliriyordu.

Şimdi, 12 Ocak 1919’da, güçlü bir “Sovyet” hareketi Letonya, Polonya, Ukrayna gibi yalnızca eski çarlık imparatorluğunun çeşitli yerlerinde değil, fakat aynı zamanda Batı Avrupa ülkelerinde de, savaşın acısını çekmiş ülkelerde olduğu kadar (Almanya, Avusturya) tarafsız ülkelerde de (İsviçre, Hollanda, Norveç) görüyoruz. Almanya’da devrim -ki en ileri kapitalist ülkelerden biri olması nedeniyle özellikle önemli ve karakteristiktir- derhal “Sovyet” biçimine büründü. Alman devriminin bütün bir gelişme seyri ve özellikle “Spartakistlerin”, yani proletaryanın gerçek ve biricik temsilcilerinin, Scheidemannlar ve Sükedumlar gibi hain ve alçakların burjuvaziyle ittifakına karşı mücadelesi, -tüm bunlar tarihin sorunu Almanya ile ilgili olarak nasıl ortaya koyduğunu açıkça gösteriyor: “Sovyet iktidarı” ya da hangi gülünç biçime girerse girsin (“ulusal” ya da “kurucu” meclis!) burjuva parlamentosu.

Dünya tarihi çerçevesinde sorunun ortaya konuluşu böyledir. Şimdi bu herhangi bir abartıya düşmeksizin söylenebilir ve söylenmelidir.

Sovyet iktidarı”, proleter diktatörlüğünün gelişiminde ikinci tarihsel adım ya da aşamadır. Paris Komünü bunun ilk adımıydı. “Fransa’da İç Savaş”ında Komün’ün anlam ve içeriğinin dahice bir çözümlemesini veren Marx, Komün’ün yeni bir devlet tipini, proletarya devletini yarattığını gösterdi. En demokratik cumhuriyet dahil her devlet, bir sınıfın başka bir sınıfı baskı altında tutmak için kullandığı bir makinadan başka bir şey değildir. Proleter devlet de proletaryanın elinde burjuvaziyi ezmenin bir aracıdır. Böyle bir ezme gereklidir; çünkü devrilmelerinin ve mülksüzleştirilmelerinin ardından, toprak sahipleri ve kapitalistlerin, tüm burjuvazinin ve onun tüm çanak yalayıcılarının, tüm sömürücülerin kaçınılmaz öfkeli ve umutsuz direnişi başlar.

Kapitalistlerin mülkiyetinin ve iktidarının korunduğu en demokratik cumhuriyetin en demokratik burjuva parlamentosu bile, bir avuç sömürücünün milyonlarca emekçiyi ezmesinin bir aracıdır. Emekçilerin sömürüden kurtuluşu için mücadele eden sosyalistler, mücadelemiz burjuva düzeninin sınırları içinde kaldığı sürece, burjuva parlamentosunu bir propaganda, ajitasyon ve örgütleme kürsüsü olarak kullanmaları gerekiyordu. Şimdi, dünya tarihinin tüm bu düzeninin yıkılışını, sömürücülerin devrilişini ve ezilişini, kapitalizmden sosyalizme geçişi gündeme getirdiği bugün, burjuva parlamentoculuğuyla, burjuva demokrasisiyle yetinmek, bunu genel olarak “demokrasi” adıyla süslemek, burjuva niteliği gizlemek, kapitalist mülkiyet korunduğu sürece genel oyun burjuva devletin araçlarından biri olduğunu unutmak; tüm bunlar, utanç verici biçimde proletaryaya ihanet etmektir, sınıf düşmanının, burjuvazinin yanına geçmektir, hain ve dönek olmaktır.

Bolşevik basının 1915’ten beri yorulmaksızın söz ettiği dünya sosyalizmindeki üç eğilim, Almanya’da sürmekte olan kanlı mücadelenin ve iç savaşın ışığında tüm açıklığıyla kendilerini gösteriyorlar.

Karl Liebknecht, bu isim tüm ülkelerin işçilerince tanınır. Bu isim her yerde, özellikle de İtilaf ülkelerinde, bir önderin proletaryanın çıkarlarına bağlılığının, sosyalist devrime sadakatinin sembolüdür. Bu isim gerçekten samimi, gerçekten fedakarlık dolu bir mücadelenin, kapitalizme karşı amansız bir mücadelenin simgesidir. Emperyalizme karşı sözde değil fakat eylemde uzlaşmaz bir mücadelenin, özellikle “kendi” ülkesi emperyalist zaferlerin sarhoşluğu içindeyken, her türlü fedakarlığa hazır mücadelenin simgesidir. Almanya sosyalistleri içinde dürüst ve gerçekten devrimci kalanlar, proletarya ve tüm sömürülen kitlelerin saflarında öfkeyle kaynaşan ve devrimi tamamlama arzusu büyüyen en iyi ve en adanmış kimseler, bunların tümü şimdi Liebknecht’i ve “Spartakistleri” izliyorlar.

Liebknecht’in karşısında Scheidemannlar, Südekumlar ve Kaiser’in ve burjuvazinin tüm zavallı uşaklar takımı duruyor. Onlar, tıpkı Gompresler ve Victor Berger’ler, Hendersonlar ve Webbler, Renandeller ve Vanderveldeler gibi, sosyalizmin hainleridir. Onlar işçi sınıfının, biz Bolşeviklerin (bu sıfatı Rus Südekum’ları olan menşevikler için kullanarak) “işçi hareketinin içinde burjuvazinin ajanları” olarak nitelendirdiği, burjuvazi tarafından rüşvetlerle satın alınarak bozulan üst tabakasını temsil etmektedirler. Amerikan sosyalistlerinin en iyilerinin duruma mükemmelen uyan harika ifadeleriyle, onlar “kapitalist sınıfın işçi kahyaları”dır. Bu sosyalist ihanetin en yeni ve “modern” tipidir; çünkü tüm uygar, ileri ülkelerde burjuvazi -sömürgeci baskı yoluyla ya da biçimsel yönden bağımsız ama güçsüz ülkelerden mali “kazançlar” elde ederek- “kendi” ülkesindekinden kat kat daha büyük bir nüfusu soyuyor. Bu “ekstra kazançlar”, emperyalist burjuvazinin elinde, bunların bir bölümüyle proletaryanın üst tabakasını satın alıp bozabilmesinin ve devrimden korkan oportünist, reformist bir küçük-burjuvaziye dönüştürebilmesinin ekonomik olanağıdır.

Spartakistlerle Scheidemann’cılar arasında sallantılı, omurgasız “Kautsky’ciler” bulunuyor. Bunlar sözde “bağımsız”, ama pratikte tümüyle, tüm çizgi boyunca, bugün burjuvaziye ve Scheidemann’cılara yaslanan, yarın Spartakistlere bağlı hareket eden, kısmen birincilerin kısmen ikincilerin izinden giden kimseler. Fikirden yoksun, karaktersiz, politikasız, onursuz, vicdansız, şaşkınlığın ve budalalığın vücut bulmuş canlı hali bu kimseler. Sözde kendilerini sosyalist devrimin yanında gösteriyorlar, fakat fiilen devrim başladığında bunu anlayacak yetenekte değiller ve dönekler gibi genel olarak “demokrasiyi” yani, gerçekte burjuva demokrasisini savunuyorlar.

Her kapitalist ülkede, her düşünen işçi, ulusal ve tarihsel koşullara göre değişen durum içinde, sosyalistler ve sendikacılar arasında özellikle bu üç temel eğilimi ayırt edebilecektir. Zira emperyalist savaş ve dünya proleter devriminin başlangıcı, tüm dünyada benzer ideolojik ve politik akımlar yaratıyor.

***

Yukarıdaki satırlar Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un Ebert ve Scheidemann hükümeti tarafından vahşice ve alçakça öldürülmesinden önce yazılmıştır. Burjuvazinin önünde yerlere kadar eğilen bu cellatlar, belirgin biçimde yalan olan “kaçmaya çalışırken” bahanesiyle (Rus çarlığı, 1905 Devrimi’nin kanla bastırılması sırasında, tutukluları öldürmek için bu bahaneyi sıklıkla kullanmıştı), Alman beyaz muhafızlarına, çok kutsal kapitalist mülkiyetin bu tasmalı köpeklerine, Rosa Luxemburg’u linç etmeleri, Karl Liebknecht’i haince öldürmeleri için izin verdiler. Bu cellatlar aynı zamanda, sözde masum, sözde sınıflar üstü devlet otoriteleriyle, bu beyaz muhafızları korudular. Sosyalistlik taslayanlar tarafından yapılan bu zalimce işin tüm alçaklığını, tüm rezilliğini ifade etmek için kelimeler yetersiz. Görünüşe göre tarih, “kapitalist sınıfın işçi kahyaları” rolünün, vahşiliğin, alçaklığın ve adiliğin “uç sınırına” varması gerektiği gibi bir yol seçti. Freiheit adlı gazetelerinde “tüm sosyalist” partilerin temsilcilerinden oluşan bir “mahkeme” üzerine konuşan budala Kautskycileri bir yana bırakalım (bu köle ruhlular Scheidemann’cı cellatları sosyalist olarak adlandırmaya devam ediyorlar!). Beyinsizliğin ve küçük burjuva ödlekliğin bu başlıca kahramanları mahkemelerin devlet iktidarının organları olduğunu bile anlamıyorlar; oysa Almanya’daki mücadele ve iç savaş, tam da bu iktidarı kimin elde tutacağı sorununun çözümlenmesi için sürdürülüyor: Cellat ve pogromcu nitelikleriyle Scheidemanncıların ve “saf demokrasi” övgüleriyle Kautskylerin “hizmet ettiği” burjuvazi mi, yoksa sömürücü kapitalistleri devirecek ve onların direncini kıracak olan proletarya mı?

Proletarya Enternasyonalinin en iyi temsilcilerinin, dünya sosyalist devriminin unutulmaz liderlerinin kanı, ölüm-kalım mücadelesindeki yeni yeni işçi kitlelerine sürekli biçimde güç verecektir. Ve bu mücadele zafere ulaşacaktır. Biz Rusya’da, 1917 yazında, “Temmuz günleri” boyunca, Rus Scheidemann’ları, Sosyalist-Devrimciler ve Menşeviklerin, Bolşeviklere karşı beyaz muhafızların “zaferini”, “devlet” otoritesiyle nasıl desteklediklerini bizzat yaşadık. Petrograd sokaklarında bolşevik broşürleri dağıtan işçi Voynov’u kazakların linç ettikleri 1917 yazının “Temmuz günlerini” yaşadık. Burjuvazinin ve uşaklarının bu “zaferlerinin” yığınları burjuva demokrasisi, “genel oy” ve benzeri hayallerden ne kadar çabuk kurtardığını da kendi öz deneylerimizden biliyoruz.

***

Burjuvazi ve itilaf devletleri hükümetleri bugün bazı kararsızlıklar gösteriyor. İçlerinden bir kesim, beyaz muhafızlara yardım ve en koyu monarşist ve feodal gericiliğe hizmet için Rusya’da bulunan müttefik ordular arasında maneviyatın kırılmakta olduğunu görüyorlar. Bu kesim, askeri müdahaleyi sürdürmenin ve Rusya’nın yenme hesaplarının – ki uzun süre boyunca milyonluk bir işgal ordusunun bulundurulması anlamına gelir bu- proletarya devrimini İtilaf ülkelerine taşımanın en emin ve hızlı yolu olduğunu fark ediyor. Ukrayna’daki Alman işgal birlikleri örneği buna yeterli bir kanıttır.

İtilaf devletleri burjuvazisinin öteki bir bölümü, her zaman Rusya’ya askeri müdahale, “ekonomik kuşatma” (Clemenceau) ve Sovyetler Cumhuriyetinin nefes alınamayacak hale getirilmesinde direniyor. Bu burjuvazinin hizmetindeki tüm basın, yani Fransa ve İngiltere’de kapitalistlerden para yardımı gören gazetelerin çoğu, sovyetlerin iktidarının çabucak iflas edeceği kehanetinde bulunuyor. Rusya’daki açlık felaketinin tasvirinden zevk duyarak “huzursuzluk” ve Sovyet iktidarının “istikrarsızlığı” konusunda yalanlar uyduruyorlar. İtilaf devletlerinin kendilerine subay, gereç, para ve yardımcı birlikler sağladığı beyaz muhafızların, büyük toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin orduları, Rusya’nın açlık içindeki merkez ve kuzey bölgeleri ile buğday bakımından en verimli bölgeleri olan Don ve Sibirya arasındaki bağlantıyı kesiyorlar.

Petrograd ve Moskova’daki Ivanovo-Voznesensk’teki ve diğer işçi merkezlerindeki açlık çeken işçilerin ızdırabı gerçekten çok büyüktür. Eğer işçiler Rusya’da ve tüm dünyada sosyalizmin davasını savunduklarını anlamasalardı, İtilaf devletlerinin askeri müdahalesinin (bir yandan gereç, para ve subayla “kara” orduları yollamaya devam ederlerken, öte yandan “ordularını” yollamayacakları yolundaki ikiyüzlü sözlerle sık sık gizlenen müdahale!) onları içine düşürdüğü bu felaketlere, açlık işkencelerine katlanamazlardı.

Müttefik birlikler ve beyaz muhafızlar Arhangelsk’i, Perm’i, Orenburg’u, -Don üstü -Rostov’u, Bakü’yü, Aşkabat’ı tutuyorlar, fakat “Sovyet Hareketi” Riga ve Harkov’u kazandı. Letonya ve Ukrayna, Sovyet Cumhuriyetleri oluyorlar. İşçiler görüyorlar ki büyük fedakarlıkları boşuna değildir. Sovyet iktidarlarının zaferi tüm dünyada ilerliyor ve genişliyor, büyüyor ve güçleniyor. Büyük kayıplara malolan ve sert mücadelelerle geçen her ay, tüm dünyada Sovyetler iktidarının davasını güçlendiriyor, onun düşmanlarını, sömürücüleri zayıflatıyor.

Sömürücüler hâlâ dünya proletarya devriminin en iyi önderlerini linç etmek ve öldürmek, kurbanları çoğaltmak ve işgal edilmiş ya da fethedilmiş ülke ve bölgelerdeki işçilerin ızdıraplarını arttırmak için yeterince güçlüler. Fakat tüm dünyanın sömürücülerinin gücü, insanlığı sermayenin boyunduruğundan, kapitalist rejimde kaçınılmaz olan yeni emperyalist savaşların sürekli tehdidinden kurtaracak olan dünya proletarya devriminin zaferini engellemeye yetmeyecek.

21 Ocak 1919