2 Eylül 2016
Sayı: KB 2016/33

Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlığı tırmandırıyor
Hepsi emekçilere karşıdır!
“Fırat Kalkanı” neye hizmet, kime kısmet?
Osmanlı torunlarından “demokrasi dersleri”
OHAL fırsatçılığı kime yarıyor?
Hurşit Külter’den hala haber alınamıyor
Ford Otosan’da Koç-Türk Metal oyunları
Greif işçisi; patron-sendika işbirliğine karşı uyanık ol!
Yeni metal fırtınaları ve daha güçlü bir MİB için ileri!
Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar
Ekim Devrimi deneyimi ışığında devrim ve demokrasi sorunları - V.İ.Lenin
“Göçmen çocuklar cinsel istismara maruz kalıyor”
Kolombiya’da barış: Latin Amerika’nın bir damarı daha kesildi
Kolombiya hükümeti FARC ile “barıştı”
Türkiye’de mülteci kamplarında neler oluyor?
“Meslek liselileri gelişmiş ülkeler gibi sömüreceğiz”
“Yeni dönemde devrimci savaşa hazırlık için ileri!”
Sermaye düzeni ve dinci-gerici çeteler
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüreklerine korku salmaya devam ediyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kolombiya hükümeti FARC ile “barıştı”

 

Kolombiya hükümeti 52 yıldır mücadele veren FARC ile, yaklaşık 250 bin kişinin öldüğü bir savaşı sonlandırarak “barıştı”. Barış ifadesini tırnak içine aldık. Çünkü düşman denilerek savaşılanlarla barış sadece tırnak içinde ifade edilebilir. Tırnağın kalkması ise ya düşman yenilerek ya da düşmanla aynı çizgiye gelinerek gerçekleşebilir. Bu ikisinden biri olmazsa “barış” sadece geçici olarak kanın durmasından başka bir anlama gelmez.

Nepal’de hükümet, ülkenin yüzde 80’inde kontrolü ele geçiren ve kentlerde de büyük kitle eylemleri yapabilen NKP(M) ile 21 Kasım 2006’da “barış” anlaşması yapmıştı. NKP(M) “barış” anlaşmasından sonraki seçimlerde 1. parti olarak hükümet oldu. İktidarı tümüyle ele geçirmeden, düne dek savaştığı sınıfın temsilcisi oldu. Sonuçta NKP(M) bölündü ve bölünen tarafın biri savaştığı sınıfın gerçekten temsilcisi oldu ve barıştı. Devrim diyen taraf için ise barış ortadan kalktı. FKÖ İsrail’le “barış” anlaşması imzaladı. Ama FKÖ barışı tırnak içinden çıkaracak niteliğe gelmesine karşın, barış olmadı. Hamas ise FKÖ’ye karşı İsrail’in destekleyerek güçlendirdiği bir oluşumken, kendi çıkarlarıyla Filistin halkının çıkarlarını bir tutar oldu ve Hamas’ın güçlü olduğu Gazze’ye sürekli ölüm yağdırılıyor İsrail tarafından.

FARC ise Kolombiya hükümetiyle nihai ateşkes anlaşması imzaladı. 24 Ağustos’ta Havana’da imzalandı anlaşma. Bu anlaşmayı “barış” anlaşmasına götürmek için konferansa gidecekler. FARC’ın, 1965’ten bu yana gerçekleştireceği 10’uncu konferansının, 13-19 Eylül tarihlerinde yapılması bekleniyor. Bu konferansın ardından, Kolombiya, 2 Ekim’de “barış” anlaşmasını onaylamak için referanduma gidecek.

Referandumun ardından, eğer referandumda “barış” onaylanırsa, FARC seçime katılacak. Eğer NKP(M) gibi hükümet olabilecek kadar oy almazsa, parlamentoda muhalif sandalyelerinde oturacakları için, muhalefet etmeye devam edecekler. Ama hükümet olurlarsa, “barışı” korumak için belki de bugün yoldaş dediklerini bile katledecekler. Bu, kötü niyetli bir gelecek tahmini değil. Eğer FARC bileşenlerinden anlaşmaya karşı olan çıkarsa Kolombiya devletine karşı savaşmaya devam edecek. FARC hükümet olursa Kolombiya devletinin temsilcisi olacak. Bu durumda Kolombiya devletine karşı savaşanlar, FARC’ın yok etmesi gereken düşmanlar olacak.

Anlaşma imzalandıktan sonra kısmi iyileştirmeler mutlaka olacak. Hapishanelerdeki FARC gerillaları serbest kalabilir, misal. Ama FARC’ın parlamentoyla sınırlı kalacak muhalefeti Kolombiya devletindeki iktidar sınıfının çıkarlarına aykırı boyuta varırsa, parlamenterler bile tutuklanır.

Bugün Kolombiya’da kan akması da geçici bir süre duracaktır. Daha doğrusu karşılıklı kan akması duracaktır. Ama FARC’ın güçlü olduğu yerlerde Kolombiya devleti kontrgerilla elbisesiyle katliamını sürdürecektir. Bütün “barış” anlaşmalarının sonrasında olduğu gibi…

Elbette bazen “barış” yapmak ihtiyaç haline gelebilir. Ekim Devrimi sonrası Almanya’yla yapılan Brest-Litovsk anlaşması da bir “barış” anlaşmasıydı. Ama Lenin hiçbir zaman bu anlaşmaya kanı durduran barış anlaşması demedi. Tam tersine bir geri adım olarak niteledi ve “Bu geri adımı atmak zorundaydık” dedi. Buna karşın Rosa Luksemburg bu anlaşmayı Almanya’daki devrimi engeller nitelikte gördüklerini söylemişti. Bolşevikler geri adım atmak zorundaydı, attı da. Alman burjuvazisi de kendi topraklarında komünistlere saldırmak için soluklanabildi. Yani sınıflar mücadelesi temelinde baktığımızda, kapitalist iktidarla yapılan “barış” anlaşmalarındaki barış gerçek anlamda bir barış değil.

En tehlikeli durum, bunun gerçek barış olduğuna inanmaktır. Kolombiya’da FARC bunun gerçek barış olduğuna inanıyorsa, ya katledilecekler ya da yoldaşlarını katledecekler.

M. Kurşun

 

 

 

 

İktidar yanlısı Devlet Tiyatroları...

 

Hani hep diyoruz ya; sermaye sınıfı tüm toplumu, işçi sınıfı ve emekçileri yönetmeye ve kendine benzetmeye çalışıyor diye… İşte bunun bariz bir örneği daha; Devlet Tiyatroları dünyaca ünlü birçok klasikleşmiş tiyatro oyununu yasaklayarak, “milli ve manevi duyguları pekiştiren”, “vatan milliyetçisi sanatçılar olarak vatan bütünlüğüne, birliğine katkıda bulunmak amacıyla sadece ‘yerli’ oyunlarla” sahneyi açıyor.

Sermaye iktidarı ve sözcüsü AKP, böylesi bir saldırıyı “tiyatroların darbe girişiminden bağımsız düşünülemeyeceği” gerekçesi ile yaptığını iddia ediyor. Darbe girişiminden sonra panik ile hareket eden AKP, cemaat operasyonları ile tekrar kendi düzenini-kadrolaşmasını sağlama almaya çalışıyor. Ayrıca bunu yaparken ne işçi sınıfına dönük saldırılardan vazgeçiyor ne de Kürt halkına dönük saldırılardan… Hatta Cerablus’u işgal ederek prestijini tazelemeye çalışıyor.

Öte yandan, çok korkmuş olacak ki Devlet Tiyatroları’na da el atıyor. Malum, kültür-sanat bugün toplumu şekillendirmekte çok elzem bir araç. İktidar bunun da bilinci ile oraya da el atmayı ihmal etmiyor. “Yerli eserler” adı altında işçi ve emekçilerin bilinçlerini dumura uğratmayı hedefliyor. Her ne kadar bugün işçiler tiyatro vb. gibi sosyal-kültürel-sanatsal aktivitelere gitme imkânlarından mahrum olsa da iktidar kendi çıkarları için bu imkânları seferber ediyor. Aynı her şeyin metalaştığı bu toplumda haftalarca ulaşımın ücretsiz yapılabiliyor olması gibi…

Sermaye devletinin sahnelenmesine izin verdiği ürünlerle milliyetçiliği körükleme amacını taşıdığının en açık kanıtı ise; “4. Murat”, “Yunus Emre”, “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” gibi ırkçı faşizan tiyatro eserlerinin seçilmiş olmasıdır. Aziz Nesin, Muzaffer İzgü vb. gibi edebiyatçılar ise “yerli” olmalarına rağmen sermaye düzeni tarafından yok sayılmıştır. Yerli denince bunlar akla getirilmemektedir. Neden? Çünkü muhalif-eleştirel kimi eserler, toplumda milliyetçi duygulara hitap etmedikleri için tercih edilmiyor. Tam tersine iktidarı eleştirdiği ya da dokundurduğu için “tehlikeli” görülüyor.

İktidar her ne kadar zorlarsa zorlasın çabaları boşunadır. Bugün için topluma böylesi ideolojik bir saldırıda bulunabilirler. Fakat örgütlenen, harekete geçen, mücadele sahnesine çıkan işçi ve emekçiler hızlı bir şekilde milliyetçi duygularını bir kenara bırakacaklardır. Milliyetçi-şoven duyguların yerini sınıfsal çıkarlar alacak, saflar daha da netleşecektir. Bugün işçi sınıfı yeni, devrimci hareketlere, mücadelelere gebedir. Son çırpınışlarını yaşayan burjuvazi er ya da geç tarihin çöplüğüne gömülecektir.

F. Deniz

 
§