2 Eylül 2016
Sayı: KB 2016/33

Sermaye devleti içeride ve dışarıda saldırganlığı tırmandırıyor
Hepsi emekçilere karşıdır!
“Fırat Kalkanı” neye hizmet, kime kısmet?
Osmanlı torunlarından “demokrasi dersleri”
OHAL fırsatçılığı kime yarıyor?
Hurşit Külter’den hala haber alınamıyor
Ford Otosan’da Koç-Türk Metal oyunları
Greif işçisi; patron-sendika işbirliğine karşı uyanık ol!
Yeni metal fırtınaları ve daha güçlü bir MİB için ileri!
Ortak olan soruna temelden farklı yaklaşımlar
Ekim Devrimi deneyimi ışığında devrim ve demokrasi sorunları - V.İ.Lenin
“Göçmen çocuklar cinsel istismara maruz kalıyor”
Kolombiya’da barış: Latin Amerika’nın bir damarı daha kesildi
Kolombiya hükümeti FARC ile “barıştı”
Türkiye’de mülteci kamplarında neler oluyor?
“Meslek liselileri gelişmiş ülkeler gibi sömüreceğiz”
“Yeni dönemde devrimci savaşa hazırlık için ileri!”
Sermaye düzeni ve dinci-gerici çeteler
Emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin yüreklerine korku salmaya devam ediyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Üçüncü köprüyle topluma verilen mesajlar...

Osmanlı torunlarından “demokrasi dersleri”

Z. Kaya

 

26 Ağustos günü şaşalı bir törenle “Yavuz Sultan Selim” köprüsünün açılışı gerçekleşti. Köprünün temel atma töreninde “yaptırmayacağız diyorlar, yapacağız!” diyerek topluma meydan okuyan ve birkaç gün sonrasında Haziran Direnişi'yle iliklerine kadar titreyen Erdoğan, aradan geçen üç yılın ardından aynı yerde bir kez daha ahkam kesti. Osmanlı’nın torunları olarak övünenler köprünün adından, açılış töreninin biçimsel tarzına, törende yapılan açıklamalara dek baştan sona sermaye devletinin gerici dinci zihniyetinin baskıcı erkine ayna tuttular. Aynı zamanda bir bakıma burjuva “demokrasi”si üzerine onca laf edilen bugün, dosta düşmana burjuva “demokrasi”sinin kapsamı ve içeriğine dair de bir ders vermiş oldular.

1500’lü yılların fetvalarından bugüne katli vacip soy: Aleviler

Sünni mezhep üzerinden örgütlenen sermaye devleti millet, bayrak, dil, din kavramlarının üzerindeki “tek”il anlayışını mezhepler nezdinde de hayata geçirmektedir. Sünni inancı devlet inancı kategorisine çıkararak örgütleyen sermaye devleti diğer tüm din ve mezhepleri yok saymakta, asimile etmektedir. Alevi inancı da tarih boyunca bu kıyımdan payına düşeni fazlasıyla almıştır. Salt tek başına “öteki” inanç olma olgusundan değil, Alevi inancın içinde barındırdığı insanlığa ait değerlerin zalimlerin dünyasında yarattığı korku ve Alevi kitlelerin devrimci mücadeleye olan yakınlığı da Alevi inancını ve dolayısıyla Alevi kitleleri hedef tahtasına çakmaktadır. Bir yanda tek mezhebe dayalı devlet örgütlenmesi olgusunun zorunlu baskısı, diğer yanda toplumsal kalkışmaların azımsanmayacak bir tabakasının arz ettiği tehlike, tarihten bugüne Alevilerin uğradığı katliamların ve sindirme politikalarının ana nedenleridir.

Sermaye devletinin tarihinde Maraş, Çorum, Sivas gibi katliamlara maruz kalan ve bugün de cemevlerinin ibadet merkezleri olarak tanınmaması, zorunlu din dersi, Alevi öğrencilerin fişlenmesi, Sivas davasının zaman aşımına uğratılması, Alevi mahallelerinin hedef gösterilmesi, Alevi köylerine cami yapılması, Alevi inancına dönük sapık-gerici yakıştırmalar gibi sorunlarla karşı karşıya olan Alevi kitleler yok sayılmaya, sindirilmeye devam edilmektedir. AKP iktidarı, yönetimi boyunca Sünni inanç temeli üzerinde dinci gericiliği perçinlemiş, kendinden öncesine dayanan ve Alevi kitlelerini sindirmeyi amaçlayan politikaların yılmaz takipçiliğini yapmıştır. Bununla da yetinmemiş, tam bir ikiyüzlülükle, oy deposu olarak değerlendirdikleri Alevi kitlelerine sahte vaatlerle yönelmekten de geri durmamıştır. Hatırlanacağı gibi “açılım” furyalarının bir ayağı olarak ortaya atılan ve Alevilerin sınıfsal bölünmüşlüğü temelinde devlet güdümünde faaliyet gösteren Alevi örgütlerin katkıları ile pişirilen “Alevi açılımı” aldatmacasını sahneye koymuştur. AKP’nin bu “açılım”la, oy devşirmek amacıyla bile olsa Alevi kitlelerinin demokratik taleplerini karşılamak gibi bir niyeti olmadığı, aksine ehlileştirilmiş, muhalif damarının törpülendiği devlet yanlısı bir Alevi toplumu yaratmanın peşinde oldukları cami-cemevi projeleri ve pratik icraatları ile kitlelerce anlaşılmış oldu.

Gelinen yerde, üçüncü köprüye AKP’nin öykündüğü Osmanlı’nın tarihinde Alevileri katleden ve Alevi kitlelerince kan ve ölümle eşdeğer bir isim olan “Yavuz Sultan Selim”in adının verilmesi, Alevi kitlelerinin hassasiyet noktalarına vurulan son darbedir. Bir kez daha sermaye devletinin Alevi kitlelerine bir şey veremeyeceğinin ve vermeyeceğinin ispatıdır. Alevilerin demokratik istemlerinin hayat bulup bulmaması bir yana yaşam haklarına yapılan bir tehdittir. Alevileri kafir ve katli vacip bir soy olarak ilan eden 1500’lü yılların fetvaları, bugün bir başka biçimde köprüye verilen isimle beraber tekrar yükselmektedir.

Erdoğan’ın “demokrasi” anlayışı: “Dediğim dedik, çaldığım düdük!”

Alevi kitlelerine verilen mesaja küçük bir virgül koyarak devam etmek gerekirse, burjuva demokrasisinin teorik olarak yönetimde tüm katmanların katılımcı rolünü kabul ettiğini belirtmek gerekir. Öyle değil midir ki “cumhuriyet”in kelime anlamı "halkın kendi kendisini yönetmesi" olarak ilkokul sıralarında öğretilir. Ancak sermaye devletinde her şey kağıt üstünde bir anlam ifade eder, gerçek dünyada karşı karşıya bulunan sınıflar arası ilişkilerde değil. Her fırsatta “hukuk devleti” ilan edilen ve “yüksek demokrasi” ile yönetildiği iddia edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi, bu iddiaların kofluğunu ispatlayacak ve burjuva demokrasisinin acizliğini gösterecek binlerce örnekle doludur. Üçüncü köprü tartışmaları da bunun basit güncel bir örneğidir.

Dediğim dedik, çaldığım düdük misali bildiğini okuyan ve bunu topluma kabul ettirmek isteyen AKP iktidarının şefi, Haziran Direnişi'nin dalgasını, geçici olmaya mahkum olsa da kırmanın isterik nöbetleri ile ve 15 Temmuz darbe girişimini “püskürtmenin”, yani aynı anlama gelmek üzere iktidar kavgasında FETÖ’nün başına basarak doğrulmanın “gururu” ile üç yıl öncesine atıfta bulunarak sermaye devletinin kendi burjuva demokrasi anlayışını dahi uygulamaya tenezzül etmediğini açıkça ilan etmiş oldu. Tam da “demokrasi nöbetleri”nin sonrasında, tam da demokrasiyi savunmak adına CHP ile birlikte AKP’nin sallanan koltuğuna destek çıkılmasının ardından... CHP ve MHP ile katılımcı anayasa hazırlığının arifesinde “yaptırmayacağız diyorlardı, yaptık!” diyerek, “işte Halep oradaysa arşın burada!” diyerek burjuvazinin demokrasi anlayışına ışık tutmuş oldu.

Köprüye verilen isimle ve Sünni inanç temelli dini açılış töreni ile Alevi kitlelerine ve yapılan açıklamalar ile de toplumun bütününe verilen mesajın özünde “demokrasi” değil, yok sayma vardır. Pratikleri kendi katılımcı “demokrasi” laflarının ikiyüzlülüğünü ele vermektedir.

Sermaye devleti kendi “demokrasi”sini dahi uygulamaktan acizdir. Alevi kitlelerinin demokratik talepleri de bu “demokrasi”nin sınırları içerisindedir ve sermaye devleti tarafından pekala verilebilir düzeydedir. Alevi kitleleri burjuvazinin kendi adına ortaya koyduğu “demokrasi”nin kapsamı ve içeriğinin sığlığına kapılarak demokratik haklar mücadelesini ikinci plana atmadan ve tersinden burjuvazinin içerisinde olduğu aczin itilimi ile de demokratik haklar mücadelesinin düzen içi cezbedici büyüsüne kapılmadan AKP iktidarının tüm ayak diremelerine, sermaye devletinin kan kokan politikalarına karşın demokratik talepleri uğruna mücadele etmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki, Alevi kitlelerinin yaralarına merhem olacak laiklik sermaye devletinin doğasıyla bağdaşmamaktadır. Din ve devlet işlerinin tam olarak ayrıldığı ve inanç özgürlüğünün gerçek anlamda sağlandığı bir sistemin kendisi, dini bir afyon misali toplumu uyuşturmak adına kullanan ve kullanmak zorunda olan kapitalist sistem olamaz. Ancak ve ancak sosyalist bir sistem Alevilerin taleplerini tam olarak karşılayabilir ve inanç özgürlüğünü garantileyebilir.

Sonuç olarak

15 Temmuz’un ardından iyiden iyiye “milletin temsilcisi” pozları ile küstahlıkta sınır tanımayan AKP şefi, darbe girişimini “fırsat”a çevirmenin yollarını düzleyerek kendince sarsılan imajını güçlendirmenin peşindedir. Ancak elinde topladığı iktidar olma gücünün nimetlerine ve temsilciliğini yaptığı gerici zihniyetin bağnazlığına güvenerek toplumun hassasiyet noktalarına vurmaktan geri durmayan Erdoğan’ın ait olduğu sınıfın mantığı ile doğru orantılı olarak kararlılıkla uyguladığı ayrıştırıcı, asimile edici ve sindirici politikaları, üstünde durduğu zemini her geçen gün aşındırmaktadır. Üçüncü köprüyle verilen mesajlar da bu kapsamda toplumun fay hatlarında derin çatlakların oluşmasının habercisidir.

Ve eklemek gerekir ki söz konusu köprüyle birlikte topluma verilen siyasal mesajların altında bir gerçek daha vardır. Bu sistem her fırsatta rant alanlarını yine korku saldığı, baskı altında tutmaya çabaladığı kitlelerin sırtından sağlamaktadır. Sermaye devleti tarafından, özel işletmelerin denetimine bırakılan köprü için günlük 135 bin “otomobile eşdeğer” trafik geçişi garanti ediliyor. Burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılayan sermaye devleti öve öve bitirilemeyen köprüyü kimler için ve kime karşı inşa ettiğini de böylece ifşa etmiştir.

Sermaye devletinin tepesindeki zatlar tam bir aymazlıkla dillerinde “demokrasi” ellerinde kırbaçları ile kitleleri zapturapt altına almaya çalışsalar da bu köprü üstünden kitlelerin kızıl bayraklarla geçeceği ve katliamlarla özdeşleşen “Yavuz Sultan Selim” isminin kapitalist sistem ile birlikte tarihin çöplüğüne yollanacağı günleri elbet göreceğiz!

 
§