15 Ocak 2010
Sayı: SİKB 2010/03

 Kızıl Bayrak'tan
Amerikancı rejim toplumsal dinamikleri şiddetle bastırmaya çalışıyor.
TEKEL direnişi ve
gündeme getirdiği sorular...
Sermaye yeni saldırılara hazırlanıyor!
TEKEL’de direniş günlüğü.
Binler TEKEL direnişiyle dayanışma için eylemdeydi
TEKEL, itfaiye ve Esenyurt işçileriyle sınıf dayanışması büyüyor.....
Direnişe omuz vermek için 17 Ocak'ta Ankara'ya!.
Asemat işçisinin kaleminden grev süreci.
Sİ-DER’den Adana sanayi işçilerine çağrı..
Entes’te direniş güncesinden..
Sınıf hareketinden.
TKİP III. Kongresi
Açılış Konuşması…
Sermaye düzeni katletmeye devam ediyor!
Dreyfus’tan Sabra’ya, burjuva hukuku iktidarın dolaysız bekçisidir!
2010 polis terörü ve linç girişimleri ile başladı.
Devlet terörüne karşı dayanışma
Gençlik eylem ve etkinliklerinden
Korkularını kabusa çevireceğiz!.
On binlerce kişi Rosa Luxemburg ve Karl Liebnecht’i mezarları başında andı
Blackwater şirketi yeni ihale peşinde
Ulusal soruna
devrimci yaklaşımın paradoksları - 5
KENT AŞ. direnişi üzerine.
Polis katletti, yargı temize çıkardı 
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye düzeni katletmeye devam ediyor!

Cinayetleri durdurmanın tek yolu topyekûn mücadele!

Hrant Dink 19 Ocak 2007 tarihinde katledildi. Güpegündüz ve İstanbul’un en işlek sokaklarından birinde hem de... Aylarca tehdit edilmişti, bu tehditleri sözde ilgilelere de iletmişti. Daha sonra yargılama aşamasında Hrant Dink’e suikast düzenleneceğine ilişkin birçok ihbarın yapıldığı da ortaya çıktı. Her ne kadar cinayetin hemen ardından gelişen kitlesel tepkiyi dizginleyebilmek amacıyla 18 yaşında bir katil sıfatıyla ortaya atılmış olsa da, “ihmal” değil bilinçli bir gözardının/göz yummanın ürünü bir dizi ayrıntı, Ogün Samast isimli henüz çocuk yaştaki tetikçinin eline o silahı kimlerin tutuşturduğunu daha ilk günden ortaya koymuş oldu. Dink cinayetinin tohumu doğrudan sermaye düzeni tarafından ekilmişti.

Geçen 3 yıl ise sermaye devletinin kanlı yüzünün bir kez daha apaçık ortaya çıkmasından ibarettir. Özelde Dink cinayeti ile ilgili yargılama süreci, genelde ise bu cinayetin işlendiği günden bu yana ardı arkası kesilmeyen yargısız infazlar ve sözde faili meçhuller insan hayatına kastın sermaye devletinin en sürekli işlerinden biri olduğunu gözler önüne serdi. Ancak bu 3 yılda artık üstü örtülemez bir biçimde açıklığa kavuşan gerçekler sermaye devletinin bir katil olmasından ibaret değildi; bu 3 yılda bütün toplum; mahkeme salonlarının adalet skeçleri sahnelenen birer gösteri merkezi, karakolların ölüm evi, meclisin ise demokrasi soytarılarını ağırlayan bir binadan ibaret olduğunu gösterdi.

Mahkemelerde dağıtılan adalet ve ötesi...

Gerçekten de Hrant Dink cinayetinin ardından başlayan ve hala devam etmekte olan davalar dizisi burjuva hukukun kime/neye hizmet ettiğinin belki de son yıllardaki en çarpıcı örneklerinden biri oldu. 3 yıl boyunca hemen hemen bütün delillerin ortada olmasına, bütün oklar sermaye düzeninin çeşitli kilit kurumları ve bu kurumların özellikle en yetkili/rütbeli kişilerini göstermesine rağmen deyim yerindeyse bir arpa boyu yol alınabildi. Hemen her duruşma, katılan sanıkların hakaretleri ve çıkardıkları yaygara, mahkeme heyetinin Dink ailesi avukatlarının en basit taleplerini dahi reddetmesi ve birtakım yazışmaların yapılması kararına dayanarak yeni bir erteleme ile geçiştirildi. Halen daha davalar artık bağımlılığı tescillenmiş yargının özverili çabaları eşliğinde geçiştirilmeye devam ediliyor.

Bunun böyle olacağı geçmişte yaşanan örneklere bakılarak zaten tahmin edilirdi. Dahası Dink cinayetinin genç bir çocuğa yıkılmaya çalışılması da geçmişin bir tekrarının yaşanacağını su götürmez bir biçimde ortaya koymuştu. Halihazırda çoğu olayda kendi tetikçilerine dahi ceza vermekten kaçınan bir yargı mekanizmasının, katilin devlet olduğu bir cinayeti aydınlatmak yönünde çaba harcayacağı beklentisine girmek saflık olacaktır. Sonuçta bugün hala duruşmalar devam ediyor, hala birbiriyle ilgili dosyalar inatla birleştirilmiyor, hala Dink davası sistematik ve örgütlü bir planlamanın ürünü, halkların kardeşliğine karşı işlenmiş bir cinayet değil, münferit bir olaymış gibi ele alınıyor.

Bu 3 yıl boyunca benzer yargılama süreçleri ve bu süreçlere sıkıştırılmış ayak oyunları o kadar çok yaşandı ki, artık neredeyse toplumun genelinde bu konuda bir kanıksama yaşanacak. Sonuç itibariyle yargı mekanizması, sermaye düzeni ne ölçüde adilse o kadar adil... Ve sermaye düzeni gerçeğin ne kadarını göğüslemeyi göze almışsa, yargı kurumu da o kadar soruşturuyor, o kadar yargılıyor. Sonuçta o kasvetli salonun en yüksek koltuğuna oturan cübbeli kişiler gerek Dink cinayetinde, gerekse üstü örtülmeye çalışılan diğer cinayetlerin davalarında, cinayete gururla ve özenle iştirak etmekten geri durmuyorlar.

Polis Vazife ve Selahiyet Yasası’nda yapılan değişikliğin akabinde polislere verilen yetkilerin genişlemesi sonucunda özellikle devrimci ve demokratları, örgütlü güçleri hedef alan polis terörü uygulamaları gözle görülür bir biçimde artmış durumda. Bu nedenle (yasada yapılan değişikliğin tarihinin Dink cinayetinden 6 ay sonraya denk gelmesinin de etkisiyle) geride bıraktığımız bu 3 yıl içerisinde Dink cinayeti davası ile paralel bir biçimde yürütülen daha doğrusu bilinçli olarak yürütülmeyen onlarca dava sayabiliriz. Daha 19 Kasım günü sokak ortasında açıkça infaz edilen Alaattin Karadağ ile ilgili olarak sözde yürütülen savcılık soruşturması da bunun güncel örneklerinden biri. Halen soruşturma dosyası görevsizlik bahanesi ile adliye adliye dolaştırılıyor. Yine Dink ile Karadağ arasında öldürülmüş, işkenceye uğramış vb. nice kişinin yargılama süreçleri zamanaşımına uğratıldı, sanıklar cezasız bırakıldı yahut göstermelik cezalarla süreç geçiştirilerek kapatılmaya çalışıldı.

Ancak gözden kaçırılan nokta şu; artık kimse mahkemelerde oynanan bu adalet dağıtma oyununa kanmıyor. Temeline mülkü almış adalet sistemi en küçük biriminden başlayarak ortalığa leş gibi kokular salıyor.

Sermaye düzeni cinayetlerine aralıksız devam ediyor!

Baştan beri vurguladığımız üzere sermaye düzeni cinayetlerini aralıksız sürdürüyor. Dink cinayetinin işlendiği tarihten bugüne sokak ortasında, yahut gözaltında, ya da cezaevinde öldürülen insanların sayısı 100’ü geçti. Sermaye düzeni cephesinden sesini kısamadığı insanı fiziken imha etmek tek çare olarak görülüyor. Bunu kimi zaman üniforma giydirdiği tetikçiler eliyle yapıyor, kimi zaman sırtını sıvazladığı ve beynini yıkadığı, gayriresmi maaşa bağladığı sivil faşistler eliyle... Ama tablo ortada. Meclis kürsülerinden hangi yüksek perdeden “demokrasi” mavalları okunursa okunsun, yaşam hakkına ne genişlikte kutsallıklar hasredilirse hasredilsin, bu ülkede neredeyse her gün ve 7’den 70’e insanlar düşünceleri, politik duruşları, yahut sadece etnik kökenleri dolayısıyla cinayete kurban gidiyorlar. Bu cinayetleri işleyen kokuşmuş düzen yüzüne hangi maskeyi takarsa taksın, arkasında bıraktığı o berbat çürüme kokusu ile yakayı ele vermekten kendini kurtaramıyor.

Bu cinayetlerle ilgili hiçbir şey münferit değildir!

Bu cinayetlerle ilgili hiçbir şey münferit değildir, ne katledilen şahıslar rastgele ve hedefsiz öldürülmekte, ne davalar keyfekeder sürüncemeye sokulmakta, ne de gazeteler cahillikten yalan yanlış bilgi aktarmaktadır. Hrant’a, Uğur Kaymaz’a, Ceylan’a sıkılan kurşun halkların kardeşliğine sıkılmıştır. Bu bilerek ve isteyerek yapılmıştır. Alaattin’e sıkılan kurşun, yalnız onun bedenini hedeflememiş; bu coğrafyanın işçi sınıfının iktidar özlemine, devrim ve sosyalizm düşüncesine sıkılmıştır. Ve sokak ortasında politik kimliğinden, etnik ya da cinsel kimliğinden ötürü vurulmamış ama yine de polis kurşunundan yani sermaye düzeninin üniformalı tetikçilerinin teröründen nasibini almış Ahmet’ler ve Fatma’ların ölümü de münferit değildir! Gerisinde koca bir toplumu sindirmek, bilincini bulandırmak, sesini çıkaramaz hale getirmek hedefi saklıdır. Toplumsal hafızayı silme görevi ise yargı ve burjuva medya arasında bölüşülmüş ve kotarılmaya çalışılmaktadır. Harcanan çabanın yoğunluğu duyulan korkunun yalın işaretidir. Bu korkuyu görmek, bu korkuyu büyütmek, bu korkunun üzerine giderek sermaye düzenine karşı mücadeleye girişmek ise, yaşama hakkına sahip çıkmanın, bu cinayetlerin önüne geçmenin, gerçek adaleti kurmanın tek ve biricik yoludur!