Kuzey Kıbrıs hükümeti Ankarada kuruldu....
Kıbrıs halkının kendi kaderi üzerinde
söz hakkı yok!
Çankayada Kıbrıs özel gündemiyle toplanan devlet zirvesinin ardından Kuzey Kıbrısta CTP-DP koalisyon hükümeti kuruldu. Hükümetin kuruluşu doğrudan sermaye iktidarının eliyle gerçekleştirildi. Hükümeti oluşturan partiler Ankarada AKP hükümeti yetkilileriyle yaptıkları görüşmelerin ardından oturup yağdan kıl çekercesine koalisyon hükümetini bir gecede kurdular. Kurulan hükümet adına yapılan ilk açıklamalarda ve hükümet bildirisinde, Denktaşın görüşmeci olarak kalması yanında, Annan planı temelinde bir çözüm için çalışılacağının altı kalınca çizildi.
Kuzey Kıbrısta hükümetin kurulması aşamasında ve Kıbrıs politikasının şekillendirilmesi üzerine yürüyen süreçte bir kez daha görüldü ki, Kuzey Kıbrıs halkının kendi geleceği üzerinde herhangi bir söz hakkı bulunmamaktadır. Herşey, işgalci bir güç olarak Kuzey Kıbrısı elinde bulunduran Türkiyedeki iktidar ve onun içerisindeki güç dengelerinin ürünü olarak belirlenmektedir. Kuzey Kıbrısın geleceği üzerinde söz ve karar hakkı onlarındır. Elbette emperyalistlerce belirlenecek kurallar ve sınırlar içerisinde. Sonuçta Türkiyenin egemenleri de emperyalizme kölece bağlı ve onun iradesine tabidirler.
Amerikancı ordunun Kıbrıs balonu çabuk söndü
Nitekim Kıbrıs tartışmalarının bir diğer yönünü de bu oluşturmaktadır. Sözde ulusalcı ordu, teslimiyete hayır! demekte, hükümete direnmektedir vs. Oysa yaklaşık bir yıl önce de aynı ordunun ABD hesabına Irakta savaşa girilmesine hayır dediği dillendiriliyordu. Burjuva medyada bu konu üzerinde yürüyen tartışmaların odağını ve kemalist burjuva milliyetçilerinin politik ve moral dayanağını, ordunun sözde anti-amerikancılığı oluşturuyordu. Ama aynı ordu daha sonra açık-seçik bir ifadeyle, hükümetin ABD uşağı politikalarının arkasında olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Bugün de benzer bir durum söz konusudur. Burjuva medya üzerinden yürüyen ve çeşitli belgelerin dışavurumuyla alevlenen tartışmanın ardından toplanan Çankaya zirvesinde, görüşmelerin Annan Planı üzerinden sürdürülmesi üzerine tam bir mutabakat olduğu ortaya çıktı.
Ordu içerisinde şu veya bu kesimin rahatsızlığı ne olursa olsun açık olan şudur ki, ordu da dahil düzenin iktidar odakları, özlemleri hala o yönde olsa dahi, bir dönemin temel devlet politikası olan taksimi artık sürdürülebilir bir politika olarak görmemektedirler.
Bugün artık itirazları iki noktada odaklanmaktadır. Birincisi, Türkiyenin garantörlük hakkının korunması; ikincisi ve asıl olaraksa, Annan Planı temelinde atılacak adımların Türkiyenin AB üyeliğine endekslenmesi. Bu itirazların Kıbrıstaki süreç üzerinde ne denli etkili olup olmayacağı ise, sermaye iktidarı tarafından değil, bizzat emperyalistler arası ilişkiler alanından belirlenecektir. Eni sonu sermaye iktidarı Kuzey Kıbrısta istediği yönde kazanımlar elde edecekse, bu ancak daha büyük bir takım tavizler (ABD hesabına uşaklıkta daha ileri roller, emperyalist köleliğe yeni halkalar vb.) karşılığında olacaktır.
İktidar ve düzen muhalefeti Kıbrıs halkına düşmanlıkta birleşiyor!
Düzen cephesinden (iktidar-muhalefet-kemalistler-milliyetçiler vs.) Kıbrıs konusunda yapılan tartışmalar ve alınan tutumlara bakıldığında, tümünün emekçi halkların çıkar ve taleplerini kaba biçimde dışladığını görebiliriz.
Burjuvazi, Kuzey Kıbrısı elinde bulundurmanın sağladığı avantajları en iyi şekilde değerlendirerek, gerici sınıf çıkarları temelinde emperyalistlerden çeşitli kırıntılar koparmak peşindedir. Emperyalistler ise Kıbrısı dünya halklarına yönelik saldırı politikalarında stratejik bir üs olarak düşünmekte ve bugünkü parçalı yapısına bu nedenle son vermek istemektedirler. İşbirlikçi burjuvazi, bu emperyalist stratejilerin bölgedeki uşaklarından olduğu için karşı gelme iradesine sahip değildir. Bu nedenle Kıbrıs üzerindeki tarihi taksim emellerini dışavurmaktan kaçınmakta, emperyalistlerin iradesine tabi olmaktadır. Dolayısıyla işbirlikçi burjuvazi, dün Kıbrısı işgal ederken nasıl gerici çıkarlarını baz alıyorsa, bugün de emperyalistlerin iradelerine boyun eğerek, yine aynı gerici sınıf çıkarlarını baz almaktadır. Kıbrıs halkların irade ve istemlerinin bu nedenle onun nazarında hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur.
Diğer taraftan Türkiyede hükümetin Kıbrıs politikasına karşı en sert muhalefeti yapanlar olarak sivrilen MHP gibi faşist çevreler ve kemalist milliyetçiler ise, Kıbrısı veren Türkiyeyi verir, Bugün Kıbrıs, yarın Kuzey Irak vb. sloganlar altında tutumlarını özetlemektedirler. Bu tutum, burjuvazinin bir kesimi adına sergilenen gerici, şoven ve yayılmacı eğilimlerin en kaba bir biçimde ifadesinden başka bir şey değildir. Kıbrıs halkının kendi kaderi üzerindeki her türlü söz söyleme hakkını hiçe saymaktır.
Bu platformları kendilerine de has değildir. Onlar sermaye iktidarının 50 yıllık kanlı provokasyon ve icraatlarıyla şekillenmiş Kıbrıs politikasının yürütülmesinde kullanılmış, silah sıkmış, cinayetler işlemiş katillerdir. Kıbrısta taksim politikasına işlerlik kazandırmak için yapılan kanlı provokasyonların tetikçisidirler. Zamanında sermaye iktidarının Kuzey Kıbrısta açtırdığı komando kamplarında eğitilmiş, kanlı cinayetler işlemek üzere ülkeye gönderilmişlerdir. Sonrasında da Kıbrıs, onlar için kirli işlerinin yürütülmesi için hep serbest bir üs olagelmiştir. Dolayısıyla Kuzey Kıbrısta kaybetmekten korktukları bu özel konumları ve kirli çıkarlarıdır. Bu nedenle de onlar Kıbrıs halklarına düşman bir politik çizginin savunucularıdır.
Siyasal arenada Kıbrıs konusundaki kutuplaşma Annan Planı temelinde çözümcülerle işte bu gerici ulusalcılar-milliyetçiler cephesi arasında oluşmuş görünmektedir. Özünde her iki cephe de hem Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin, hem de Kuzey Kıbrısın işçi ve emekçilerinin çıkar ve istemlerine yabancı ve düşmandır.
Bağımsız devrimci sınıf tutumu
Kıbrısta özünde burjuva ve gerici olan bu ikili politik kutuplaşmanın dışında bir üçüncü kutup (gerçekte ikinci), Kıbrıs işçi sınıfı ve emekçi halkının özgür iradesini temel alarak oluşturulabilir. Bu, haliyle anti-emperyalist ve Kıbrıstaki her türlü yabancı gücün kovulmasına, Kıbrıs işçi ve emekçilerinin eşit-özgür birliğine dayalı devrimci bir seçenek olacaktır. Kıbrısın Rum ve Türk işçi ve emekçileri böyle bir seçeneği gerçek kılacak bir mücadele ve örgütlenme yolundan gerçek kurtuluşa ulaşabilirler. Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerine düşen görev ise, böyle bir mücadeleye kayıtsız ve koşulsuz destek vermektir. Emperyalistlere ve burjuva gericiliğine değil de Kıbrıs halklarına destek olmanın biricik gerçek yolu budur.
Zindanlardaki saldırıya karşı devrimci sorumluluk
İHD D tipi cezaevlerine sevklerin başlamasıyla birlikte bir oturma eylemi başlattı. Eylem üç haftadır devam ediyor. Önce her hafta başka bir yerde olacak biçimde planlanan eylem daha sonra Sultanahmette süreklileştirildi. Cumartesi günleri saat 13:00da yapılan eyleme katılım çok düşük. Eylemlerin süreklileşmesi katılıma bağlı. Şu anda eylemin diğer kurumlarla ortaklaştırılması çabası sürüyor. Katılımın güçlenmesi noktasında yapılması gerekenler var. Öncelikle cezaevlerini bulunduğumuz her alanın temel gündemlerinden biri haline getirmeliyiz. Yalnızca belirlediğimiz 3-5 kişiyi eyleme götürmek yerine, eylemi bir kitle çalışmasının konusu haline getirmeliyiz. Dışımızdaki insanları da bu eylemlere götürmeye çalışmalıyız.
Ciddi bir çalışmanın konusu haline getirdiğimizde eylemler güçlenecektir. Bir çok duyarlı insan yalnızca haberi olmadığı için eylemlere gidemiyor. Onları haberdar etmek bizim görev ve sorumluluğumuzdur. Devrimci tutsaklara da ancak bu şekilde sahip çıkabiliriz.
Yakında Yeni infaz Yasası ile çok önemli gelişmeler yaşanacak. Tek tip elbise ve zorla çalıştırma saldırısı, Yeni İnfaz Yasası ile yürürlüğe girecek. TUYAB konuya ilişkin Pazar günü saat 15:00de aileleri bilgilendirme toplantısı yapacak. Bu saldırı hücre saldırısı kadar önemlidir. Kendi cephemizden önemsemeliyiz.
Tek tip elbise düzenin, hücrelere atmasına rağmen teslim alamadığı devrimci tutsaklara yöneltilmiş yeni bir saldırısıdır. Zorla çalıştırma ise bedava işgücü halinde tutsakların emeklerinin sömürülmesi isteğidir. Düzen açısından devrimci tutsakları hücrelere atmış olması çok birşey ifade etmiyor. Asıl istediği teslim olmuş, boyun eğmiş nedamet getirmiş insanlar yaratmaktar.
Eve dönüş-pişmanlık yasası ile aradığını bulamadı. Herhangi bir dönemdeki itirafçılaştırma çabalarının ötesinde bir sonuç alamadı. Yeni saldırılarla teslim alma çabalarını boyutlandırıyor. Bu noktada devrimci tutsaklar yine üzerlerine düşeni yapacaktır. Biz de bu alanda üzerimize düşen sorumlulukların gereklerini yerine getirmeliyiz.
Herşeyden önce 20 Ekimde başlayan 19 Aralık katliamı ile sertleşen direnişimizi yalnızca cezaevleriyle ele almak doğru değil. Direniş tüm işçi ve emekçileri taraf olmak zorunda bırakmıştır. Dışarıdaki sahiplenme devrimci tutsakları politik ve moral olarak güçlendirdi. 19 Aralıkla birlikte destansılaşan direnişimizi devrimci tutsaklar olağanüstü insanlar oldukları için değil, devrim davasına olan inançları sarsılmaz olduğu için başardılar. Ama büyük politik başarıyı yalnızca içerisi yaratmadı, dışarısı da onu kendi cephesinden tamamladı. Birçok devrimci o süreçte tutsak düştü. Aynı süreç bir çok insanın da net bir şekilde tercihini yapıp devrimcileşmesine yolaçtı.
Geldiğimiz süreçte mevcut durumun kanıksanmasına karşı çok yönlü çaba harcamalı, duyarlılık ve sorumluluk bilincini sistematik biçimde geliştirmeliyiz. Bu içinden geçmekte olduğumuz dönemin temel önemde sorumluluklarından biridir.
|