İçindekiler:

28 Mayıs 2022
Sayı: KB 2022/19

Kitlelerin örgütlü direnme iradesini güçlendirelim!
Türk sermaye devletinin yeni işgal planı
Erdoğan'ın NATO pazarlığı
Zorbalık, çürüme...
"Biz mücadele yolunu seçtik"
Pressan'da direniş başladı
Davos zirvesi
Kapitalizmin "yeni riskler çağı"
Küresel açlık tehlikesi
ABD gerilimi tırmandırıyor
Kapitalizm, savaş ve parti programı- H.Fırat
Finlandiya, İsveç, NATO ve emperyalizm
ABD'de savaşa farklı yaklaşımlar
Almanya'da sendikal hareket
AB şefleri çark etti
8 Mayıs'ta Hitler'in ruhuna çağrı
İtalya'da savaş ekonomisine karşı grev!
Dünya işçi-emekçi eylemlerinden...
Amerika'da kadınlar kürtaj hakkına sahip çıkıyor!
Bergen'in yaşamından...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Bergen’in yaşamından kadına yönelik şiddete ayna tutmak!

 

Kadınların sınıfsal, ulusal ve cinsel ezilmişliğinin derinleştiği bugünlerde, senarist Sema Kaygusuz ve Yıldız Beyazıt’ın kaleminden Belgin Sarılmışer’in Bergenleşen ve acıların kadınına dönüşen yaşamı filmleştirilerek 6 milyona ulaşan yüksek bir gişe ile kitlelere ulaştı. 

Film, her gün katledilen, psikolojik-fiziki şiddet ile ezilen, tacize-tecavüze uğrayan, aşağılanan, toplumsal yaşamın dışına itilen, çalışma yaşamında ikincil görünen kadınların sesi olmayı başararak, kadın sorununu Bergin Sarılmışer’in yaşam öyküsü üzerinden çarpıcı bir şekilde ele alıyor. 

Film, son karesinde İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline ve kadın cinayetlerinin bilançosuna, Bergen’i 6 kurşunla vahşice katleden Halil Serbest’in iyi hal indiriminden yararlanarak 7 ay hapis cezası alıp çıkmasına yer veren çarpıcı finali ile kadın cinayetlerine karşı siyasal bir duruşa sahip. Filmin bu kimliği, MHP’li Kozan Belediyesi’nin filmi yasaklamasına neden oldu.

Film milyonlarca emekçi kadının yaşamından bir kesit sunuyor. Müzisyen olmak isteyen Belgin Sarılmışer’i konservatuardan pavyonlarda şarkı söylemeye iten düzen gerçekliği filmde çarpıcı bir şekilde ele alınıyor. Klasik müzikten arabeske uzanan evrimi, onu acılarla yoğuran sosyal-toplumsal sorunları siyasal gelişmelerle birlikte başarılı bir şekilde işliyor. Fonda ‘70’lerde gerçekleşen işçi direnişlerinden 12 Eylül askeri faşist darbesine Belgin’in hayatının daha da zorlaşan bir akışı içinde yer veriliyor. Babasından ayrılan annesi ile birlikte ayakta kalma mücadelesi veren Belgin Sarılmışer, müziğe olan yeteneği sayesinde Adana Devlet Konservatuarı’na birincilikle girmeyi başarıyor. Konservuaturda piyano ve viyolonsel dersleri alan Belgin, yoksulluk nedeni ile okuldan ayrılarak PTT’de memur olarak çalışmaya ve ardından kulüp ve pavyonlarda şarkı söylemeye başlıyor.

Filmde genç bir emekçi kadının annesi ile birlikte ayakta kalma mücadelesini görüyoruz. Önce kendisini aldatarak sahte nikah kıyan, sistematik olarak şiddet uygulayan, tehdit eden, eve hapseden, çalışmasına izin vermeyen, ayrılmasını kabul etmeyen, yüzüne kezzap atan, boşanması ardından peşini bırakmayan, bıçaklatan ve en sonunda da kurşunlayarak katleden Halis Serbest’in ismine yer verilmiyor. Böylece aynı hikâyeyi yaşayan binlerce kadından biri olan Bergen’in katiline özel bir kimlik kazandırılmamaya çalışılmış. 

Filmde şiddet sahnelerine doğrudan yer verilmese de Bergen’in uğradığı şiddetin ve yaşadığı psikolojik, duygusal ve sosyal baskının boyutları derin bir şekilde hissettiriliyor. Bergen, ‘Ben yalnızca şarkı söylerken utanmadım’ diye haykırırken Halis Serbest’in engeline, tacizine, sürekli ölüm tehditliyle yaşamasına rağmen şarkı söylemeye ve sahnelere çıkmaya devam ederek özgürlüğünü koruma savaşı vermeye çalışıyor. Bergen’in bu haykırışı ve yaşama karşı güçlü duruşu ona “1986 Yılı Albümü En Çok Satan Arabesk Kadın Sanatçı” Altın Plak ve Altın Kaset ödülü kazandırıyor. 

Filmin en büyük başarısı Bergen’in yıllarca hayatını karanlığa boğan, sistematik olarak psikolojik-fiziksel şiddete maruz bırakan Halis Serbest’in zorbalığına karşı yalnız mücadele etmek zorunda kalmasını, çaresizliğini ve cinayetle sona eren yaşamı karşısında sermaye devletinin sessiz kalmasıyla birlikte vermeyi başarmasıdır. Sermaye devletinin günümüzde de binlerce örnekte olduğu gibi Bergen’in yaşadığı saldırıları izlediği ve kadın cinayetlerinin faillerini koruduğu çarpıcı bir şekilde gösteriliyor. Bergen, pek çok kez gördüğü şiddete rağmen Halis Serbest’le beraberliğini sürdürmeyi kabul etmek zorunda kalıyor. Film, bu sıkışmışlığı ve çaresizliği etkili bir şekilde işlemeyi başarıyor. Öte yandan Halis Serbest, sermaye devletinin çeteleşen ve mafyalaşan düzeninde, eski eşi, sevgilisi ya da hiçbir yakınlığı olmaksızın vahşice katletme özgürlüğünü gören binlercesinden biridir. 

Halis Serbest’in ‘seni mezarında dahi rahat bırakmayacağım’ tehdidi nedeniyle Bergen, katledildikten sonra kafesle çevrilmiş bir mezarlığa defnediliyor. Ve 1989 yılında katledildiği günden beri kafesle çevirili mezarında sermaye düzeninin yeniden yeniden ürettiği kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin bir sembolü olarak duruyor.

Film, Bergen’in yaşam penceresinden katledilen Emine Bulut, Pınar Gültekin, Özgecan Aslan ve yüzlerce kadının ve hala şiddet görmeye devam eden binlerce kadının sesi olarak kadına yönelik şiddete “dur” demeye iten bir haykırış özelliği taşıyor. Kadın cinayetlerine son vermek, Bergen’i katleden Halis Serbest’leri gerici ideolojik değer yargılarıyla cezasızlıkla koruyup kollayan sermaye iktidarına karşı mücadele etmekten geçmektedir. Acıların değil özgürlüğün ve eşitliğin hüküm sürdüğü sosyalist bir dünyada gülümseyen kadınları yaratmanın tek yolu budur.  

M. Devrim

 

Kadın örgütleri: Göçmenlerin yanındayız!

 

Türkiye’de göçmenlere yönelik ırkçı söylemlerin “kadınların güvenliği” üzerinden kurulmasına karşı çıkan 82 kurum ve 635 kadın ortak açıklama yayınladı.

Ortak açıklamada “Irkçılığın, ayrımcılığın, göçmen düşmanlığının ve körüklenen nefretin değil, göçmenlerin yanındayız” denildi.

Çok sayıda kurum ve yüzlerce kadının imzaladığı açıklamada Türkiye’de son birkaç haftadır göçmenlere yönelen ırkçı, cinsiyetçi saldırılar ve tehditlerin hızla yükseldiğine dikkat çekilerek şu ifadelere yer verildi:

“Zamanı ve mekânı teyit edilmemiş sosyal medya paylaşımlarıyla, öncesi ve sonrası kopuk videolarla nefret körüklendikçe durum boyut değiştiriyor ve tekil suçlara dair iddialar göçmenleri topyekün hedef göstermek için araçsallaştırılıyor.

Bu tablo, halihazırda bin bir türlü zorlukla boğuşan, iradeleri hiçe sayılan, siyasal iktidarın Avrupa Birliği ile yürüttüğü her müzakerede pazarlık unsuru haline getirilen mülteciler dahil olmak üzere statüsü fark etmeksizin tüm göçmenlerin yaşamlarını içinden çıkılmaz bir ayrımcılık ve şiddet döngüsüne hapsediyor.”

Göçmen düşmanlığını, ırkçılığı, nefreti ilke edinerek palazlandırarak “kadınların güvenliğine dair kaygıları” öne sürerek ırkçılığa meşruiyet zemine yaratılmaya çalışıldığına dikkat çeken açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Irkçılığa, göçmen ve mülteci düşmanlığına, nefrete geçit vermeden; bedenlerimize, haklarımıza, hayatlarımıza sahip çıkarak hep birlikte özgür, eşit, şiddetsiz bir gelecek inşa etme umudumuzu talan etmeye yönelik bu saldırılara karşı göçmenlerin yanındayız, yan yanayız. Biz varız! Buradayız. Birlikte yaşıyoruz, birlikte yaşamak istiyoruz.”