İçindekiler:

28 Mayıs 2022
Sayı: KB 2022/19

Kitlelerin örgütlü direnme iradesini güçlendirelim!
Türk sermaye devletinin yeni işgal planı
Erdoğan'ın NATO pazarlığı
Zorbalık, çürüme...
"Biz mücadele yolunu seçtik"
Pressan'da direniş başladı
Davos zirvesi
Kapitalizmin "yeni riskler çağı"
Küresel açlık tehlikesi
ABD gerilimi tırmandırıyor
Kapitalizm, savaş ve parti programı- H.Fırat
Finlandiya, İsveç, NATO ve emperyalizm
ABD'de savaşa farklı yaklaşımlar
Almanya'da sendikal hareket
AB şefleri çark etti
8 Mayıs'ta Hitler'in ruhuna çağrı
İtalya'da savaş ekonomisine karşı grev!
Dünya işçi-emekçi eylemlerinden...
Amerika'da kadınlar kürtaj hakkına sahip çıkıyor!
Bergen'in yaşamından...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Zorbalık, çürüme, şatafat düşkünlüğü

 

Gerici burjuva iktidarların zorbalığı arttıkça çürümeleri derinleşir. Zorbalıkla çürümeyi ise lükse/şatafata düşkünlük tamamlar. Bütün zorba rejimlerde çürüme ve yozlaşmanın derinleşmesi tesadüf olmadığı gibi, bu tür rejimlerin lüks/şatafat düşkünlüğünde birbiriyle yarışmaları da eşyanın tabiatına uygundur.

Bu bağlamda AKP-MHP koalisyonuna baktığımızda, her üç alanda da sınırları zorlayan bir rejim gerçeği ile karşılaşıyoruz. Toplumsal meşruiyetini yitiren rejim, saraya biat etmeyenleri şiddet araçlarını pervasızca kullanarak sindirmeye çalışıyor. Sadece kolluk kuvvetlerini, işkencecilerini değil hakimleri, yargıçları, medyayı, trolleri ve çeteleri de birer şiddet aracı olarak kullanıyor.

Bu kadar tetikçi besleyen zorba bir rejimin finansman sorununu çözmesi düzen yasaları sınırları içinde mümkün değil. Dolayısıyla kirli/kanlı/karanlık işler çevirmek, çetelerle/mafya babalarıyla ortak iş yapmak kaçınılmazdır. Bu ise, mafyatik ilişkilerin giderek tüm rejime egemen olmasını kaçınılmaz hale getirir. Rejim çete/mafya babalarıyla içiçe geçtikçe, giderek mafyatik ilişkilerin egemen olduğu bir niteliğe bürünüyor. S. Soylu gibi bir zattın içişleri bakanı olması, Sedat Peker’in ifşa ettiği tüm kirli işlerin iplerinin saraya uzanması AKP-MHP rejiminin tepeden tırnağa mafyatik bir şebeke olduğunu gözler önüne seriyor.

Zorbalıkla mafyalaşma bu derece yayılmışken, lüks/şatafat düşkünlüğü de alabildiğine yayılıyor. AKP şefi Tayyip Erdoğan’ın 1100 odalı sarayla yetinmeyip Osmanlı’dan kalma tüm saraylara el koyması, yazlık-kışlık saraylar inşa ettirmesi, ‘saray eşrafının’ ise görgüsüz bir oburlukla 50 bin dolarlık kol çantası taşımaları ve saraylarda yaptıkları günlük harcamaların milyonları bulması kepazeliğin vardığı boyutu gözler önüne seriyor.

Ekonomik/toplumsal kriz derinleşir, milyonlar açlık ve sefalete mahkum edilirken, asgari ücret açlık sınırının bin lira atlına düşmüşken rejimin efendileri lüks harcamalardan vaz mı geçtiler? Elbette vaz geçmediler. Zira zorbalık, çürümüşlük, şatafat düşkünlüğü onların “fıtratlarında” mevcuttur.

Toplumun geniş emekçi kesimlerini sağlıklı beslenme imkanından bile yoksun bırakanlar tam bir utanmazlıkla yüz milyonları yine lüks ve şatafat için çarçur ediyorlar. Bu sayede yandaşlarına ihale vererek, onları da palazlandırıyorlar. BirGün gazetesinden İsmail Arı’nın haberine göre, Tayyip Erdoğan’ın Van gölü kıyısına inşa ettirdiği “kışlık saray”ın etrafında bakanlar için dokuz “saray yavrusu” yeni konut inşa edilecek.

“Ahlat Köşkü” diye adlandırılan sarayın hemen yanına yapılacak olan Ahlat Konukevleri Projesi AKP şefinin “arkadaşı” olan Hasan Gürsoy’un Güryapı Taahhüt adlı şirketine verilmiş. Yani emekçilerden çaldıkları para ile lüks köşkler inşa ederken, sarayın müteahhitlerine rant alanları da açıyorlar. Düzenin yasaları ihlal edilerek inşa edilen ‘Ahlat Köşkü’nün yanına dokuz lüks konut daha inşa edilerek kıyı yağması da genişletiliyor. Oysa Anayasa Mahkemesi, kıyı kanununun ihlal edildiği gerekçesiyle ‘Ahlat köşkü’ projesine iptal kararı vermişti. Ancak mafyatik rejim her zamanki gibi ne yasa ne Anayasa Mahkemesi tanıyor.

Ülke ekonomisi bu durumdayken sermaye rejiminin lüks konutlar için 151 milyon lira harcaması, AKP-MHP iktidarının kelimenin gerçek anlamında halkın kanını emen bir tür “dev kene” durumuna dönüştüğünü gözler önüne seriyor.

 

 

İzmir'de 50. yıl söyleşisi

 

Denizlerin idamının 50. yılı vesilesiyle İzmir’de sınıf devrimcileri, 71 Devrimci Çıkışı’nı konu alan bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşi, Denizlerin de içinde bulunduğu ve önderlik ettikleri sürecin anlamı ve bugünlere bıraktığı değerler ifade edilerek başladı.

Toplumun geniş kesimleri tarafından kitlesel bir sahiplenmeye konu edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan gibi aynı sürecin önderleri olan Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın giriştikleri mücadelenin politik anlamı üzerinde duruldu. Toplumsal yaşamda ve devrim mücadelesinde yeni bir dönemi başlatan devrimci önderler olmalarının yarattığı etkinin bugünlere kadar sürdüğü ifade edildi.

‘71 hareketini ortaya çıkartan koşullar, sınıf ve kitle hareketlilikleri ve bunun ortaya çıkarttığı politik öznelerin ideolojik-sınıfsal temelleri ortaya kondu.

60’lı yıllara damgasını vuran ve burjuva sosyalizmi olarak ifade edilen döneme rengini veren reformist-parlamenter yapıların çizgisi ortaya konulduktan sonra, 71 devrimci hareketinin bu çizgiden köklü bir kopuş olduğu vurgulandı.

Bu hareketin bugünlere bıraktığı esas mirasın ise düzene karşı devrim ekseni olduğu ifade edildi.

Bugün 71 devrimci çıkışının devamcıları olduğunu ifade eden siyasal grupların büyük bir bölümüyle reformist bir çizgiye geri dönmelerinin nedenleri tartışılarak, “devrimci mirası yaşatmak daha ileriye taşımakla mümkün olur” vurgusu yapıldı.

Söyleşinin sonunda 71 hareketini yaratan devrimci önderleri anmak basit bir seremoni değilse, onların bıraktığı devrimci mirasın ancak devrim mücadelesini güçlendirmekle yaşatılabileceği söylendi.

Canlı tartışmalarla geçen söyleşi, devrim ve sosyalizm mücadelesini güçlendirme çağrısıyla noktalandı. 

Kızıl Bayrak / İzmir