İçindekiler:

9 Nisan 2022
Sayı: KB 2022/14

Sermayenin Amerikancı-NATO'cu düzeni
Ethem Sancak'ın itirafları
Diyanetin talebi
Akademisyenlerin mücadelesi
Çifte maaş sefahati!
Örgütlenme seferberliği ile 1 Mayıs'a
TİB'den 1 Mayıs çağrısı
Tekstil Grup TİS süreci başladı
Gelecek gençliğin mücadelesindedir!
"Cinayetin sorumlulularını biliyoruz"
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü / 2
Buça ve Batı emperyalizminin savaş suçları
Hindistan- Rusya ilişkileri
TKİP YDÖ 1 Mayıs'a çağırıyor
Savaşın ganimetlerini paylaşma
İşçiler silah sevkiyatını engelledi
AB ve Çin görüşmesi
Ukrayna'dan kitlesel göç
Almanya'da doktorlar greve gitti
Macaristan seçimlerinde Orban'ın zaferi
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Diyanet için “suç işleme özgürlüğü” talebi

 

Kriminal bir sınıf olan burjuvazinin sınıf çıkarlarının bekçisi olan kapitalist devlet de bir tür ‘suç örgütü’ olarak çalışır. Buna rağmen biçimsel olarak her devletin kendine göre bir hukuku var. Türk sermaye devleti de ‘suç dosyası kabarık bir örgüt’, fakat buna rağmen biçimsel de olsa kendine göre bir burjuva hukuku vardı. AKP-MHP rejimi bu biçimsel hukuku büyük oranda berhava etti. Artık geçerli hukuku pervasızca ayaklar altına bir rejim var. Tüm kurumlarıyla tepeden tırnağa kriminal olan bir rejimde yağma, talan, adam kayırmacılık, cinayet, hakaret, linç, rejime biat etmeyenlere kin ve nefret kusmak vb. daha pek suçu işlemek sarayın içinde ya da çevresinde olanlar için serbest.

Bu kriminal rejimin en etkin kurumlarından biri Diyanet İşleri Başkanlığı’dır (DİB). Suç dosyaları kabardıkça din istismarına daha çok sarılan AKP-MHP rejiminde DİB, sosyal yaşamın dizayn edilmesi kapsamında aktif bir rol oynuyor. El atmadık yer bırakmayan bu kurumun şefi Ali Erbaş ve çevresindeki adamlar pervasızca açıklamalar yapıyor, vaazlar veriyor, toplumun belli kesimlerini hedef gösteriyorlar. Kısacası kılıç kuşanıp saray rejimi adına her konuda ahkam kesiyorlar.

Dolar kuru 7 liranın altındayken DİB’in başındaki şahsın ‘makam aracı’nın fiyatı 1 milyonun üstündeydi. DİB’deki diğer kişiler için tahsis edilmiş ‘lüks araçlar filosu’ ise şatafat düşkünlüğünün bu kokuşmuş kuruma da hakim olduğunu gözler önüne seriyor. Topluma ‘ahlak’ vaaz eden zatlar saraydaki lüks ve şatafata uygun bir yaşam sürüyorlar. Lüks makam araçlarında caka satarken, halka “dünyevi nimetleri küçümseyin, öteki dünyada cennete gitmek için çaba sarf edin” nasihatleri etmekte en ufak bir beis görmüyorlar. ‘Din görevlisi’nden çok saray rejiminin militanı olan bu şahısların vaazları skandallarla doludur.

 Vakıf yurtlarında çocuklara tecavüz edilmesi konusunda tek eleştirel laf etmeyen kurumun başındaki şahıs, 24 Nisan 2020’de vaaz ettiği cuma hutbesinde şu ifadeleri kullanmıştı: “İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesidir.”

Vaazında LGBTİ+ bireyleri hedef alan DİB şefi Erbaş hakkında bazı kitle örgütleri suç duyurusunda bulunmuştu. Suç duyuruları Erbaş’ın etrafındaki zevatı harekete geçirdi. BirGün’de yer alan habere göre, Ali Erbaş’a bağlı ‘sendika’ üyeleri, “Minber Dokunulmazlığı” talep ediyorlar.

Mil-Diyanet Sen (Manevi İlkeli Liyakatli Diyanet ve Vakıf Çalışanları Sendikası) adlı “sendika” konuyla ilgili açıklamasında şu ifadeleri kullanıyor:

 “Son günlerde Atatürk üzerinden algı operasyonu yaparak Diyanet İşleri Başkanlığımızı ve başkanını itibarsızlaştırmaya çalışanların bu çabaları da beyhudedir (…) Cuma hutbeleri üzerinden kafa karışıklığı oluşturmaya çalışan ve buradan bir şeyler çıkarmayı amaçlayan fitne ve fesatçılar bu amaçlarına ulaşamayacaklardır. İşte bu yüzdendir ki; Mil-Diyanet Sen’in aylardır gündemden düşürmediği ‘Minber Dokunulmazlığı’ teklifi ivedilikle yasalaşmalıdır. Minber Dokunulmazlığı ile okunan hutbeler yargının konusu olmaktan çıkarılmalıdır”

Sayısız skandala imza atan bu şahısları gerçekte henüz yargılayan olmadı. Saray rejiminin aparatlarından biri olan DİB’i yargılamaya cesaret edebilecek savcılar çıkar mı bilinmez.

Ancak Yargı da sarayın aparatı durumuna düşürüldüğü için, işledikleri suçlardan dolayı DİB’in şefi ya da etrafındakilerin yargılaması beklenmiyor. Yani ‘Minber Dokunulmazlığı’ gibi bir şeye ihtiyaçları yok, fiili durum zaten budur. Hal böyleyken ‘dokunulmazlık’ talebinin gündeme getirilmesi dikkat çekicidir.

Görünen o ki, DİB’in iliklerine kadar yozlaşmış bu ‘kaymak tabakası’ saray rejimi için yolun sonunun göründüğünü fark etmiş ve paçalarını kurtarma telaşına düşmüştür.

 

 

 

 

Saray rejiminde her şey satılık

Kaşıkçı cinayeti davası faillere devredildi

 

Adnan Kaşıkçı, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammet bin Selman’ın emriyle vahşi bir şekilde katledilmişti. Suudi rejiminin İstanbul Başkonsolosluğu’nda gerçekleştirilen cinayet, AKP-MHP rejimini de zan altında bırakmıştı. Zira Kaşıkçı AKP şefleriyle yakın ilişkiler içindeydi. Kaşıkçı’nın Konsolosluktan çağrıldığı biliniyordu. Kaşıkçı’nın geri dönüşü uzun sürünce nişanlısı Tayyip Erdoğan’ın danışmanlarından Yasin Aktay’a bilgi vermişti. Buna karşın saray rejimi cinayeti izlemekle yetinmişti.

Cinayetin pervasızca işlenmesi hem saray rejimini zan altında bırakmış hem rejimin imajına kara bir leke sürmüştü. Buna rağmen AKP-MHP rejimi cinayeti Suudi rejimine baskı yapmanın bir aracı olarak değerlendirmenin ötesine geçmemişti. Tayyip Erdoğan Körfez şeyhlerinin kapılarını aşındırmaya başlayınca, cinayet davası ‘kıymete’ bindi. Suudi kralıyla anlaşıp para dilenmeye muhtaç olan AKP şefi, Kaşıkçı cinayeti soruşturmasını pazarlık masasına sürdü.

Saray istedikten sonra ‘bağımsız yargı’ ne yapsın? 12 dakika süren bir celse ile düzenin hukuku birkez daha paçavraya çevrilerek, dava Suudi rejimine havale edildi. Artık ‘adil yargılama’ katillerin mahkemelerinde yapılacak.

Kararın açıklanmasından sonra Çağlayan Adliyesi önünde açıklama yapan Kaşıkçı’nın nişanlısı Hatice Cengiz şu ifadeleri kullandı:

“Türkiye hükümeti başta bu davayı çok iyi savunuyormuş gibi davrandı. Ben hükümet değilim. Onlar adalet arayışından vazgeçmiş olabilir ama ben vazgeçmeyeceğim. Türkiye’nin bu davadan 180 derece dönmesi büyük hayal kırıklığına uğrattı. Çok üzgünüm.”

 Saray rejiminin Kaşıkçı davasını Suudilere pazarlaması şaşırtmadı. Zira yağma ve talan düzeninde her şey satılıktır. Mavi Marmara gemisinde 10 T.C. vatandaşını katleden İsrail askerlerinin yargılanması bile pazarlık konusu yapılmış, 20 milyon dolar karşılığında Siyonist katillere açılan davalar geri çekilmişti. Filistin davasını istismar etmesiyle bilenen AKP’ye yakın bir oluşuma mensup on kişinin öldürülmesini 20 milyon dolara satan bir rejimin, Kaşıkçı cinayeti davasını Suudi rejimine satması beklenen bir tutumdu. Ne de olsa bu rejimin ahlaki/insani değer, hak-hukuk, adalet gibi dertleri yoktur…