20 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-23

“Acı reçete”ye karşı birleşik direniş!
ABD seçimleri ve Türkiye
Hak ihlalleri raporunun düşündürdükleri
Pandemiyi yönetemiyorsunuz!
Damat bakan gitti, sırada ne var?
Sinbo’da direniş
Sinbo direnişi ile dayanışma mesajları
İşyeri komitelerinde birleşelim!
Meslek liseleri: Altın bilezik mi sömürü mü?
Doğu Sorunu üzerine tartışma - Karl Radek
Cemal Paşa’nın öldürülmesi - Karl Radek
Ateşkes Karabağ’a barışı getirecek mi?
Kosova’daki UÇK şebekesi ve Lahey
İsviçre sermayesinin kanlı faaliyetleri
Küba devrimi ve kadın
25 Kasım yaklaşırken...
Kadın işçilere daha ucuz, esnek çalışma!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Ateşkes Dağlık Karabağ’a
barışı getirecek mi?

S. Taylan

 

Ermenistan ile Azerbaycan arasında Dağlık Karabağ bölgesi üzerine süren savaş altı hafta sonra, Moskova’da Rusya’nın öncülük ettiği ateşkes anlaşmasıyla şimdilik son buldu.

Ermenistan Azerbaycan’ın taleplerine önemli tavizler vererek, işgali altında tuttuğu toprakların büyük kısmını Azerbaycan’a bıraktı. Anlaşma her iki ülkenin milliyetçileri tarafından değişik tepkilerle karşılandı.

Azeri milliyetçileri Karabağ’ın tamamı fethedilmediği için Aliyev yönetimini eleştirirken, Ermenistan’da anlaşmayı yenilgi olarak gören milliyetçiler parlamentoyu basarak Nikol Paşinyan’ın istifasını istediler.

Bir karış toprak üzerine komşu halkların birbirini kırdığı savaşta büyük acılar ve can kayıpları yaşandı. Rusya, Azeri ve Ermeni yetkililerin kendilerine verdikleri bilgilere dayanarak, 27 Eylül’den 22 Ekim’e kadar süren savaşta en az 5 bin insanın öldüğünü belirtiyor. Köy ve kasabaların bombalanarak yakılıp yıkılması nedeniyle tahminen 90 bin Ermeni ve 40 bin Azerinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı söyleniyor.

Alman Stern dergisine konuşan öğretmen Aram Petrosian, yapılan anlaşmaya göre, Dağlık Karabağ’daki Kelbecer bölgesinden ayrılmak zorunda kalan Ermenilerin, kışkırtılan milliyetçi dalganın etkisiyle “düşmana hiçbir şey bırakmamak için” evlerini ateşe verdiklerini söylüyor ve “Yüzyıl önce Çarlık İmparatorluğu döneminde mayalanmaya başlayan nefret 1990’larda Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle birlikte tırmandı” diyor.

Gazete Duvar’a konuşan Azerbaycan Sosyal Demokrat Parti’nin kurucusu Zerdüşt Alizade de benzer duyguları dile getiriyor:

“Biliyor musunuz, bir zamanlar Bakü’de 300 bine yakın Ermeni yaşıyordu. Üst komşum, Georgi Vadimoviç Abramov bir Ermeni’ydi. Çok güzel komşuluk ilişkilerimiz vardı. Devlet kadrolarında, savcılıkta, polislikte, belediyede çalışıyorlardı. Bir Ermeni’ye işimiz düştüğünde, acaba yapar mı, yapmaz mı demiyorduk. Tüm kavgalar ‘88’den sonra başladı. Ama bütün bunlar neden oldu biliyor musunuz? Çünkü büyük güçler milliyetçileri kullandı. Milliyetçiler emperyalizmin oyuncağına çevrildiler.”

Ateşkes sorunları erteliyor

30 yıldır gerilim ve çatışmalara konu olan Dağlık Karabağ’da sağlanan ateşkes, sorunun çözümünden çok savaşı kontrol altına almaya odaklanan Rusya’nın pozisyonunu güçlendirdi. Ermenistan’ın ‘90’lı yıllarda işgal ettiği ve kritik önemde olan Şusa şehri Azerbaycan’a geçti. Karabağ’ın statüsünde ise bir uzlaşma sağlanamadı.

Ateşkesin sürdürülmesi için zırhlı araçlarla tam donanımlı 2 bin civarında Rus askeri barış gücü olarak temas hattına konuşlandırılacak.

Ermenistan, Başkent Stepanakert de dahil Karabağ’da şu an elinde kalan yerleri kontrol etmeye devam edecek. 1988-1994 savaşlarında ele geçirdiği Ağdam ile Kelbecer’i Kasım ayı sonuna kadar Azerbaycan’a geri verecek. Anlaşmada dağlık bölgedeki karmaşık karayollarının güvenliğinin sağlanması da var. Azerbaycan’a bağlı olan Nahçıvan ile Azerbaycan arasında Ermenistan toprakları bulunuyor.

Azerbaycan, Stepanakert’ı Şusa ve Ermenistan’a bağlayan Laçin Koridoru’nun güvenliğini garanti edecek. Erivan da Azerbaycan-Ermenistan-Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasındaki karayollarının güvenliğini garanti edecek. Rus barış güçleri söz konusu koridorda devriye gezecek.

30 yıldır olduğu gibi sorunları ötelemeyi amaçlayan ateşkes, “Aynı topraklar üzerinde hak iddia eden devletler arasında nadiren çözüm olur” tespitini yapan Times’in, “Bunun yerine sonuçlar olur” saptamasını doğrular nitelikte.

Gözleri sosyalizm düşmanlığıyla kararanlar…

29 Eylül günü “Stalin’in kanlı mirası” sözlerini manşete taşıyan Hürriyet gazetesi, anti-komünist hezeyanlar eşliğinde Dağlık Karabağ sorunundan Stalin’i sorumlu tutuyor.

Nerdun Hacıoğlu imzalı haberde şunlar söyleniyor: “Karabağ sorunu 1921 yılında dönemin Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin tarafından ateşlendi. Gaddarlığının yanı sıra insan psikolojisinin sarrafı olarak da anılan Stalin, yapısı ve gelenekleri itibarıyla merkez Moskova yönetimine itaatkâr olmayan Kafkaslardaki Azerbaycan ile Ermenistan’ı ‘böl ve yönet’ taktiğiyle dizginleme yolunu seçti. Sovyet Politbüro kararıyla Azerbaycan toprakları içinde Ermeni ağırlıklı Karabağ Otonom Bölgesi oluşturuldu.”

1921 yılında Sovyetler Birliği liderinin Stalin olmadığını bir yana bırakalım. Hacıoğlu, Stalin’e karşı saldırgan nitelemeleri tükettikten sonra cehaletin verdiği cesaretle konuşuyor. Stalin “Azerbaycan ile Ermenistan’ı ‘böl ve yönet’ taktiğiyle dizginleme yolunu seçti. Sovyet Politbüro kararıyla Azerbaycan toprakları içinde Ermeni ağırlıklı Karabağ Otonom Bölgesi oluşturuldu.” diyor. Oysa, 1917 Ekim Devrimi’nden 1921 yılına kadar geçen kısa süreçte “Ermeni’ veya başka bir ulus ağırlıklı bölge istense de yapay olarak yaratılamaz. Karabağ, coğrafik olarak Azerbaycan toprakları içerisinde olsa da, nüfus yoğunluğu bakımından Ermenilerin çoğunlukta olduğu bir bölgedir.

İşçilerin ve emekçilerin iktidarını kuran Sovyetler Birliği bu durumda, emekçi halklar arasında eşitliğin yolunu açan bir çözüm modeli ortaya koymuş, Karabağ’a geniş bir özerklik tanımıştır. Sovyetler Birliği’ni toprakları üzerinde halklar, barış içerisinde kardeşçe yaşamışlardır. Ulusal sorunda emekçi halkların çıkarına olan çözüm politikaları büyük bir başarıyla uygulanmıştır.

İşçi sınıfı ve emekçi halkların önünde artık muazzam bir tarihsel deneyim birikimi vardır. Bu deneyimlerden öğrendiğimizde, yeryüzünü, milliyetçi sınırlar ve mayınlarla bölüp sermayenin çıkarları uğruna paylaşmak yerine emekçilerin ortak vatanı yapabiliriz. Tarihsel güvensizlik ve milliyetçi önyargıların kökünü kazıyarak, gerçek ve kalıcı barışın egemen olduğu bir dünya kurabiliriz.

“Hangi devlet karlı çıktı” hesabı!

Karabağ ateşkesini değerlendiren burjuva gözlemciler ve analistler, “bu savaştan hangi devlet karlı çıktı, ateşkes hangi devletin pozisyonunu güçlendirdi” sorularına cevap arıyorlar. Bu “derin” analizlerde, iki ülkenin yoksul emekçi halklarının çektiği acılar ve ödediği bedellerden ya hiç ya da yan bir unsur olarak söz ediliyor.

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Dağlık Karabağ ihtilafının AGİT Minsk grubu eş başkanlarının oluşturduğu format çerçevesinde çözümünü desteklediklerinin altını çizdi. Alman Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Yardımcısı Christofer Burger de, BM Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirmiş olduğu AGİT Minsk grubunun kalıcı bir çözüm bulunmasında temel rol oynaması gerektiğine işaret etti.

Ancak görünen o ki Rusya, Güney Kafkasya’da güç dengelerini değiştiren hamlelerinde, Batılı ülkelere manevra alanı tanımak istemiyor. Dağlık Karabağ ihtilafı Rusya’yı bölgede en önemli aktör haline getirmiş bulunuyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Dağlık Karabağ’a Türk barış gücü birlikleri gönderilmeyeceğini de açıkladı. Türkiye’nin Azerbaycan topraklarında oluşturulacak merkezde sadece barış gücü misyonunu gözetim görevi yürüteceği belirtildi. Bölgede süreç tümüyle Rusya’nın inisiyatifinde ilerliyor.

“Ermenistan bu savaşın sadece yarısını kaybetti ve Azerbaycan sadece yarısını kazandı. Ermenilerin kendilerini Karabağ’da rahat hissetmeleri pek olası değil, ancak zafer elde eden Azerbaycanlılar için ise yeniden müzakere masasına oturmanın gereği yok. Çatışma yeni bir aşamaya girdi, hiçbir şekilde sona ermedi. Ve bu ateşkes barış için bir çözüm değil.” değerlendirmesini yapan Alman Frankfurter Rundschau gazetesi, birden çok emperyalist ve bölge devletinin ilgi odağında olan Karabağ sorununun çözümünün kolay olmayacağına işaret ediyor.

“Aslanlar kendi hikayelerini yazmadıkça, avcıların hikayelerini dinlemek zorundayız” diyen Afrika atasözü, emekçi halklar için kendi hikâyelerini yazmaları dışında bir seçeneğin olmadığı gerçeğini hatırlatıyor.