20 Kasım 2020
Sayı: KB 2020/Özel-23

“Acı reçete”ye karşı birleşik direniş!
ABD seçimleri ve Türkiye
Hak ihlalleri raporunun düşündürdükleri
Pandemiyi yönetemiyorsunuz!
Damat bakan gitti, sırada ne var?
Sinbo’da direniş
Sinbo direnişi ile dayanışma mesajları
İşyeri komitelerinde birleşelim!
Meslek liseleri: Altın bilezik mi sömürü mü?
Doğu Sorunu üzerine tartışma - Karl Radek
Cemal Paşa’nın öldürülmesi - Karl Radek
Ateşkes Karabağ’a barışı getirecek mi?
Kosova’daki UÇK şebekesi ve Lahey
İsviçre sermayesinin kanlı faaliyetleri
Küba devrimi ve kadın
25 Kasım yaklaşırken...
Kadın işçilere daha ucuz, esnek çalışma!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Cemal Paşa’nın öldürülmesi

Karl Radek

 

Jön Türk Devrimi’nin ve Jön Türk hükümetinin başı Talat Paşa bir Amerikan [Ermeni] milliyetçisinin eliyle öldürüldü. Onu, muhtemelen aynı şekilde Taşnaklar tarafından öldürülen Bağdat Genel Valisi, Jön Türk Partisi’nin önde gelen isimlerinden Cemal Paşa izledi. Eski kuşak yavaş yavaş sahneden siliniyor. Bu eski kuşak, eski egemenlik sınıfların ayrıcalıklarından ve siyasal yöntemlerinden vazgeçmeksizin, Avrupa emperyalizmine karşı direnmeye ve Türkiye’nin bağımsızlığını kurtarmaya çalışmıştı. Şimdi Jön Türk Partisi’nin en genç önderi Enver Paşa, anlamsız bir maceraya atılmaktadır. Bu macera onu, sadece ayaklanan Müslüman dünyasının biricik dürüst dostu olan Sovyet Rusya’ya değil, aynı zamanda Türkiye halkına da boyunduruk altındaki bütün Müslüman halklara da ihanete sürüklemektedir.

1908 Jön Türk Devrimi’nin özü neydi? Bu devrim, büyük bir kitleyi harekete geçirmesine karşın, bir kitle ayaklanması niteliği taşımıyordu. Jön Türk Devrimi, Türk toprak sahibi sınıfının etkin ve zinde unsurlarının Türkiye’nin parçalanmasına karşı koyma denemesinden başka bir şey değildi. Bu parçalanmaya İngiliz emperyalizmi ile Rus emperyalizmi arasında imzalanan Reval Antlaşması’yla (1) karar verilmişti.

Abdülhamit yönetimi sadece Türkiye’deki halk kitlelerine karşı cephe almakla kalmıyor, kendi iktidarının temelini oluşturan sınıflara dahi yabancılaşmış bulunuyordu. Eskiden düşman olan İngiliz emperyalizmi ile Çarlık Rusyası’nın Türkiye’nin parçalanması konusunda birleşmeleri üzerine, subayların, bürokrasinin ve din adamlarının en zinde unsurları Abdülhamit hükümetini devirdiler. Onların iyiliğini isteyen çağdaş Avrupalı yazarlar, bu yaptıklarının çok iyi bir şey olduğunu fakat yetersiz kaldığını kanıtladılar. Ayaklanmaya Türk köylüsünü de çekmek gerektiğini, zaferin ancak bu şekilde sağlamlaşacağım söylediler. Ancak bu öneri pek geçerli sayılmazdı; çünkü herhangi bir egemen sınıfın, kitlelerin aşağıdan zorlaması olmadan, anavatanın kurtuluşu uğruna kendi ayrıcalıklarından vazgeçtiğini tarih bugüne kadar yazmamıştır. Öte yandan, genç devrimci Türkiye’nin içinde bulunduğu dünyanın o günkü siyasal durumu da bu öneriyi uygulamayı olanaksız kılmaktaydı. 1911 yılı savaşı, Balkan devletlerinin Türkiye’ye saldırısı, henüz Türkiye halkının yaşamsal çıkarlarım tehdit etmiyordu. Bulgarlar açısından Balkan Savaşı, tarihsel bakımdan haklı bir savaştı; çünkü Türk toprak sahiplerinin Sırp ve Bulgar köylüsüne karşı yürüttüğü yayılmacı siyaseti tasfiye ederek Sırp ve Bulgar halkının millî birlik yolunu açmıştı. Jön Türkler, bu savaşta Türk köylüsünün çıkarlarına sadece zarar veren toprak sahiplerinin ayrıcalıkları uğruna mücadele ettiler. Türk köylüsü, bir avuç paşa, Bulgar ve Sırp köylüsünün sırtından keyifli bir yaşam sürebilsin diye kendini feda etmek zorunda kaldı. Avrupalı emperyalist leş kargalarına karşı bağımsızlığı koruma hazırlıkları, ordu için yüzlerce milyon harcandığı için vergileri her geçen gün daha çok artırma zorunluluğu gibi olgular, Türk köylüsünün iç reformlar için mücadelesinin gelişmesini olanaksız kılıyordu. Jön Türk Partisi, gücünü doğmakta olan sınıftan değil, eski kokuşmuş feodal-bürokrat tabakadan alıyordu. Halkın kanının iliğine kadar emilmesine yol açan eski yozlaşmadan bile kendini arındıramamıştı.

Dünya Savaşı fırtınası esmeye başlayıp da Türkiye, Avusturya-Almanya blokunun safında savaşa katılma kararını vermek zorunda kaldığında, bu savaşın eski Türkiye için bir ölüm kalım savaşı olacağı açıktı. Bu duygu, Türk köylü kitlelerine olağanüstü bir güç aşıladı. Dört yıl boyunca bu köylü kitlesi, Dünya Savaşı’na katılan halklardan hiçbirinin çekmediği eziyeti çekmiştir. Türkiye’deki egemen sınıf, Jön Türk Partisi, bütün gücünü ülkenin bağımsızlığını savunmak için seferber etti, talihsiz Ermeni halkını tamamen yok etme kararını vermekten bile kaçınmadı. Hiç kuşkusuz, bu korkunç önlemlerin alınmasında yerel bürokrasinin soyguncu emelleri de büyük bir rol oynamıştır. Ama Jön Türk Partisi önderleri Talat ve Enver Paşaların, davranışlarının devlet için zorunlu olduğu düşüncesinden hareket ettiklerine de hiç kuşku yoktur. Avrupalı emperyalist devletler, Ermenileri, Türk cephesini havaya uçuracak bir dinamit olarak kullanıyorlardı. Savaşan Türkiye’nin önderleri, bütün keskinliğiyle ortaya çıkan bir soruyla karşı karşıyaydılar: Yaşamak ya da ölmek. Ve İngiliz lordları ile Çarlık Rusyası’nın, talihsiz Ermenilerin akan kanlarındaki sorumluluk payı hiç de küçümsenemez. Eğer şimdi Ermeni halkının çektiği korkunç eziyetleri Jön Türk Partisi’nin önderleri başlarıyla ödüyorlarsa bu, Taşnakların -Ermeni milliyetçiliğinin partisi- kendi halklarına karşı canice bir rol oynadıklarını gösterir. Çünkü bu halktan arta kalanları İtilaf Devletleri kurtaramaz; ancak ve ancak Ermenilere lafta değil gerçekte de hayat hakkı tanıyan Türkiye’yle yapılacak bir barış kurtarabilir.

Türkiye’nin yenilgiye uğraması üzerine halk kitleleri Jön Türk Partisi’nden yüz çevirdi. Türkiye bu savaşa zorla sokulmuş olduğu halde bu Partiyi savaşa katılmanın suçlusu olarak mahkûm ettiler. Bu partiyi, kendi kirli işlerini “anavatanı kurtarma” bayrağı arkasına gizleyen memurların yolsuzlukları dolayısıyla suçladılar. İtilaf Devletleri’ne karşı Türk savunmasını örgütlemeyi üzerine alan Mustafa Kemal Paşa, yeni bir bayrak açmak zorunda kaldı. Jön Türklerin en iyi unsurları faaliyetlerini durdurmadılar. İçlerinden bazıları dış ülkeler arasında Sovyet Rusya’yla ilişki kurmaya çalıştı. Bu konuda Talat Paşa’nın da hakkını yememek gerekir. Talat Paşa, Sovyet Rusya’nın en büyük tehdide uğradığı bir sırada bu ülkenin önemini kavramıştır. Talat, 1919 Eylül ayındaki Denikin saldırısı sırasında dış ülkelerde bulunan Sovyet temsilcileriyle görüştü ve Rus-Türk yakınlaşmasının propagandasını yaptı. Enver Paşa bütün tehlikelere karşın Sovyet Rusya’ya gelmeye çalıştı. Kemal’le arasındaki rekabet ve hırsı onu bir hain yapmıştır. Enver Paşa, tam da Yunanistan’la savaşılırken Türkiye’de ayaklanmaya girişmenin, sonuç olarak halka daha yakın, daha devrimci bir hükümetin kurulmasına değil, İtilaf Devletleri’nin zaferi kazanmasına yol açacağını kavrayamıyordu. Lafta kabul ettiği devrim davasını ne denli ciddiye aldığını daha sonra düzenlediği Basmacı Ayaklanması (2) gösteriyor.

Enver Paşa, dünya devriminin başladığını, boyunduruk altındaki Müslüman halkların Avrupa proletaryasına ve onun öncüsü olan Sovyet Rusya’ya dayanmak zorunda olduklarını lafta söylüyordu. Ama bu devrim, Orta Asya’daki Müslümanlardan da özveri istediğinde ve hem müdahale hem de kuşatmalar yüzünden çok çekmiş olan Müslüman halkta bu özveri isteğine karşı bir hoşnutsuzluk belirdiğinde ve bu hoşnutsuzluk Basmacı çeteleri tarafından kullanıldığında, Enver Paşa bu çetelerin safına geçti. Böylece silahını hem Sovyet iktidarına hem de Müslüman halkların kurtuluşuna çevirmiş oldu. Soğukkanlı düşünebilen ve keskin bir zekâsı, olan Cemal Paşa, Enver’in bu siyasetini mahkûm etti.

Ankara Hükümeti de bu siyaseti mahkûm etti. Ama bu siyaseti sadece sözlerle mahkûm etmek yetmez. Ankara Hükümeti Türkiye’nin ancak ve ancak proletarya devrimiyle ittifak yaparak kurtulabileceğini kavramalıdır. Bu, Batı Avrupa emperyalistleriyle yapılabilecek bir barış antlaşmasıyla da çelişmez; tabii eğer bu barış Türkiye için elverişli bir barış olacaksa. Ama bu da Türkiye’nin her türlü geçiş istemlerinde ancak Sovyet Rusya’yla ittifak yaparak gerçek kurtuluşunu sağlayabileceğini hatırlamasını gerektirir. Bunun için Türkiye, bölgesinde yaşayan Türk olmayan halklarla barış yaparak emperyalist entrikaların kaynağını kurutmasını bilmelidir. Bunun için bütün güçlerini zorlayarak halk kitlelerinin düzeyini yükseltmesi gerekiyor.

Ankara hükümetinin Türkiye komünistlerinin kongre toplamasına izin vermesini selamlıyoruz. Türkiye Komünist Partisi proleter bir parti değildir. Bu parti, çıkarlarını savunmak amacıyla köylülüğün güçlerini ve geçmişle bağlarını koparmış aydınları etrafında toplamaya çalışan bir partidir. Türkiye köylüleri ile aydınlar şu anda bir ayaklanmada yarar görmüyorlar. Bugünkü koşullar altında partinin görevi millî kurtuluş hareketini desteklemek ve bu hareketi halkın çıkarlarını savunmaya yöneltmektir. Türkiye’de savaş bir gün mutlaka sona erecektir. Ama Türkiye, savaşın yıkımını ancak köylülüğün çıkarları ülkenin egemen çıkarına dönüştüğü zaman alt edebilecektir. Bunu, İstanbul saraylarının fareleri anlayamaz. Ama konumunu kaybetmiş Türk subaylarının ve aydınların en iyi unsurları artık anlıyor: Eski Türkiye öldü. Yeni Türkiye ise ya halkın Türkiye’si olur ya da asla gençleşmez. Dileriz, uzun yıllar süren bağımsızlık mücadelesi uğruna dökülen kanların içinden gerçekten genç bir Türkiye doğsun! Türkiye ya halkın Türkiye’si olur ya da asla var olamaz. Sanırız bunu, bir demiryolu işçisinin oğlu olan Talat Paşa da soylu bir aileden gelen Cemal Paşa da anlamışlardı. Kahraman Türk askerlerinin Yunan cephesinde çektiği bütün acıları paylaşan Türkler ise bu gerçeği daha da çabuk kavramalıdır.

(Komintern Belgelerinde Türkiye, Kaynak Yayınları, s. 82-85)

1 Reval Görüşmeleri (Haziran 1908), Osmanlı’nın “hasta adam” ilan edilerek paylaşılması meselesinin konuşulduğu, İngiltere ile Rusya arasında yapılan görüşmeler. Estonya’nın başkenti Tallinin’de gerçekleştirilen görüşmeler, 2. Meşrutiyetin ilanına yol açan etkenlerden biri olarak gösterilmektedir. (YN)

2 Basmacı Ayaklanması (1917-1926), Sovyet Rusya’ya karşı Orta Asya’da Türkistan’ın bağımsızlığı adına düzenlenen ayaklanma. İslamcılar ile sıradan eşkıyanın tabanını oluşturduğu ayaklanma, 1920’lerin başında geniş bir coğrafyaya yayılarak Sovyet yönetimini tehdit etmişse de 1926 yılında bastırılmıştır. (YN)