25 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-15

Pandemi ve toplumsal mücadele
Yayılmacı hevesler ve yaşanan hezimet
Her şey saray rejiminin bekası için!
Suçun failleri emekçileri suçluyorlar!
Süleyman Soylu yine “iş başında”!
Nazi yöntemleri ile ayakta kalmaya çalışıyorlar!
DEV TEKSTİL Genel Meclis toplantısının sonuç metni
“Eninde sonunda Sinbo’ya sendika girecek”
TEKSİF Genel Merkez Kurulu’na doğru...
Aksaray İşçi Birliği Temsilciler Kurulu toplandı
Suphi’nin Örgütünün Faaliyetleri - Cemil Seydahmetov
Kürt partileri arasında gerilim ve emperyalizm
ABD’nin “anarşist” şehirleri
Yabancı Meclisi seçimleri ve Essen deneyimi
Sudanlı kadınlar mücadelede ön saflarda!
Kadın düşmanı politikalar sürekli gündemde!
Geleceğimizi ellerimize alalım!
Ulucanlar katliamı ve direnişi 21. yılında!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Kürt partileri arasında gerilim ve emperyalizm

A. Engin Yılmaz

 

Kürt ulusal davası uğruna mücadele eden tüm Kürt partileri elde ettikleri kazanımların kalıcılaştırılmasını istiyorlar. Kazanımların kalıcılaştırılması ve Kürt ulusal davasının zaferi için de ulusal birliğin zorunlu olduğu konusunda birleşiyor, bunun için girişimlerde bulunuyorlar.

Ancak, “ulusal birliğin” aciliyetinden çokça söz edildiği ve bunun için çabaların yoğunlaştığı bir süreçte, tersi yönde gelişmeler yaşandı. Son birkaç aydır Kürtlerin ana siyasal partileri arasında karşılıklı suçlamalar yapılıyor ve gerilim tırmanıyor. Bu gelişme birlik umuduna darbe olduğu gibi, kardeş kanı dökmek gibi bir endişeye de yol açmış bulunuyor.

Gerilimi tırmandıran gelişmeler Nisan ayında Zine Werte kriziyle başlamıştı. Zine Werte’de yaşananlar, Kürt partilerini karşı karşıya getirdi. Güney Kürdistan Başbakanı Mesud Barzani Mart ayı sonunda Kandil’in batısında yer alan Zine Werte bölgesine peşmerge güçlerini göndermişti. Buna tepki gösteren KYB de bölgeye kendi peşmerge gücünü göndererek karşı konumlanmaya geçmişti. İki partinin bu adımını kendi alanına müdahale olarak gören PKK ise tarafların bölgeden çekilmelerini istemişti. Bu talebi gerçekleşmediği için PKK bölgede kendi karargahını kurdu. Ardından Türk ordusu karargahı vurup üç PKK’liyi öldürdü. Tüm bunlar yaşanan gerilime yeni bir boyut kazandırdı. 

PKK yönetimi KDP’yi, Türk devletine istihbarat vermekle, PKK’nin tasfiye edilmesi amacıyla Erdoğan iktidarı ile iş birliği yapmakla ve ulusal suç işlemekle suçluyor. PKK yöneticisi Duran Kalkan, “KDP imha planının parçası haline geliyor. Zine Werté’ye güç yığmak, PKK’yi imha amaçlıdır. Savaş gerekçesidir... Oluşacak savaşın sorumlusu da imha planının parçası olan KDP olur” açıklamasında bulundu. KDP yönetimi ise PKK’yi, “Kürdistan’ın kazanımlarını tehlikeye atmak”la, “Kürtlerin baş ağrısı olmak”la, “ne istediğini bilmemekle” suçluyor.Barzani, “Biz Irak Kürdistanı’nın bütününde PKK’nin varlığını meşru bulmuyoruz”, “PKK, Kürdistan Bölgesi’ne sorun yaratmaktan uzak durmalı” diyor. Bu gelişmelerin ardında “ulusal birlik” tartışmaları yerini yeniden “Brakuji mi?” kaygılarına bırakmış bulunuyor.

Bu gelişmelerden hareketle DTK şu açıklamada bulundu: “Kürtler arası hiçbir gerilim, kim tarafından çıkarılırsa çıkarılsın, ... ne sebeple olursa olsun asla kabul edilemez”, “Kürt halkı her konuda birliğe ihtiyaç duyarken ... siyasi parti ve hareketlerden birlikte hareket etmelerini, ... hiçbir bölgesel ve küresel gücün oyununa gelmeyecek şekilde politika yapmalarını istiyoruz.” Tüm bölgesel güçleri de planlarını gözden geçirmeye ve Kürt halkının ulusal haklarına saygı duymaya davet eden DTK, “küresel güçler”e şu çağrıda bulundu: “Yıllardır Kürt halkını hesaplarınıza alet ediyorsunuz. Kürt halkının komşu halklarla çatışması ve düşmanlık yapması için bin bir oyunu devreye koyuyorsunuz. Hem Kürt halkı hem de komşu halklar üzerinden tetiklediğiniz oyunlardan bir an önce vazgeçin”. Temelsiz umutların ifadesi olan bu çağrıların, bölgesel ve küresel devletler nezdinde zerre kadar anlam ifade etmediğini aslında çağrıcılar da çok iyi biliyorlar.

Kürt partileri arasındaki bu gelişmeler, PKK, KDP ve KYB arasında geçmişte yaşanan ve Kürtlerin kara tarihi olarak anılan “Kürt savaşları”nı hatırlatıyor. Bunun bir daha tekrarlanmasını istemeyen KDP lideri Mesud Barzani, “Kürtler gibi geçmişin acılarından ve ibret dolu olaylardan ders almayan bir başka halk yok” demiş ve “bir daha Brakuji’ye izin vermeyeceğim” diye yemin etmişti. Son haftalarda Kürtler tekrar karşı karşıya gelirken, herkes bu yemini hatırlatma gereği duyuyor.

Elbette Kürt partileri bazı temel gerçekleri bilmiyor olamaz. Ama sorunun bilip bilmemekle, dolayısıyla niyetlerle alakası yok. Tüm toplumsal-siyasal sorunlar gibi derin tarihsel-toplumsal kökleri bulunan Kürt sorunu da sınıfsal bir sorunudur. Dolayısıyla aynı sorun karşısında her sınıfın çıkarına denk düşen farklı programlar, stratejik hedefler, buna denk düşen taktikler ve çözümler vardır. Kürt ulusal sorununu hangi Kürt partisinin nasıl ele aldığı ve nasıl bir çözüm önerdiği, sorun karşısında nasıl bir duruş sergilediği, ulusal birliğe hangi esaslar üzerinde baktığı, onun ideolojik-sınıfsal konumuna bağlıdır. Kısacası, partilerin tutum ve duruşunu onların niyetleri değil, sınıfsal konum ve çıkarları belirler. Kürdistan sınıflardan oluşan bir toplumdur ve Kürt partileri de bu sınıfların izdüşümleri olarak sahnededirler.

Kürt sorununu kullanan emperyalizm

Kürt partileri arasında gerilim tırmanıyorken, ABD ve Rusya da Kürt sorunu temelinde kimi yeni adımlar atıyor.

Ortadoğu, emperyalistler arası nüfuz mücadelelerinin ve savaşların esas alanı olmayı sürdürüyor. Bugün bölgede karşı karşıya bulunan ABD ve Rusya, hegemonya mücadelesinde etki alanlarını genişletmeye çalışmakta, emperyalist çıkar ve amaçlar peşinde koşmaktadırlar. Her iki emperyalist gücün de Kürt hareketleriyle olan ilişkilerini bu çıkarlar belirlemektedir. İşbirlikçiliği üzerine çok konuşulan ve on yıllardır ABD’ye hizmette kusur etmeyen Barzani bile, “Kürtler, tarihin akışı içinde Ortadoğu üzerinde büyük güçler arasındaki çatışmaların hep tutsağı oldular. Emperyalist güçler, Kürt meselesini kendi aralarındaki çıkar çatışmasında birbirlerine karşı koz olarak kullandılar, onların acıları pahasına kendi aralarında antlaşmalar yaparak topraklarını paylaştılar” derken, temel önemde bir gerçeğin altını çizmiş oluyor.

ABD emperyalizmi, Rojava ve Irak Kürtleri üzerinde kendine ayrıca alan açmış bulunuyor. Her iki bölgedeki Kürt partilerini çıkarları doğrultusunda kullanmak istiyor. Rojava’daki Kürt partileri ENKS (Suriye Kürt Ulusal Konseyi) ile PYD’nin başını çektiği partilerin oluşturduğu PYNK arasındaki birlik görüşmelerine öncülük etti. Yanı sıra SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile ABD’li Delta Crescent Energy adlı Amerikan petrol şirketi arasında anlaşma imzaladı. Ardından Fırat’ın doğusunda “Cizire Bölgesi” ilan etme hazırlığına girişti. ABD bütün bunlarla, Suriye ve Irak Kürtlerini kendi çizgisinde aynı safta birleştirmeyi, onların birlik özlemlerini istismar ederek Kürtlerin egemen olduğu bölgeyi Suriye’den koparmayı, böylece Suriye’yi bölmeyi hedefliyor. Irak ve Suriye’yi bölmek, on yılların ABD-siyonist planıdır.

ABD’nin bu girişimlerini Rusya, Suriye Demokratik Güçlerini (SDG) Moskova’ya davet ederek yanıtladı. Rusya, Suriye Demokratik Meclisi (SDM) Eşbaşkanı İlham Ehmed ve Halkın İradesi Partisi Başkanı Kadri Cemil arasında Kürtlere özerklik tanınmayı sağlayacak bir çözüm konusunda anlaşma imzalanmasına öncülük etti. Rusya Suriye rejimini Kürtlere özerklik tanımaya ikna etmeye çalışmaktadır. Böylece Amerikan planlarını bozmayı ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumayı hedeflemektedir. Bu politikasıyla Rusya elbette Kürtlerin temel ulusal hakları değil, kendi emperyalist çıkarları uğruna hareket etmektedir. Rusya’nın çıkarları Suriye Kürtleri ile rejimi uzlaştırmayı gerektirmektedir. Rusya’nın Kürtlere ilgisi temelde buradan gelmektedir ve Kürtler için de en uygun çıkış yolunun bu olduğu görülmektedir. 

Rusya’nın Rojava heyetiyle görüşülen beş maddeden oluşan anlaşma,Suriye’nin toprak birliğini sağlama temelinde yerel yönetim modelini savunuyor. Uluslararası sözleşmelerde Kürtlerin haklarının tanınmasını içeriyor ve üzerinde uzlaşılacak bir çözüm üzerinden SDG’nin Suriye ordusuna katılımını öngörüyor, vb. Ancak anlaşmanın uygulanmasını zorlaştıran kimi faktörler bulunuyor.Rusya’nın Suriye rejimini Kürtlerin özerkliğine ikna edip edememesi bunlardan biridir. Kobanê’de IŞİD’e karşı sergilenen görkemli direniş sonrasında ABD emperyalizmiyle taktik olan ilişkilerin zamanla köklü bir politika değişikliğine dönüştüğünden hareketle, Suriye Kürt hareketinin ABD’den kopmasının mümkün olup olmayacağı ve olması durumunda bunun yaratacağı sorunlardır. Türk devletinin tutumu ise bir diğer faktördür. 

Bütün umudunu emperyalizme bağlayan ve işi işbirlikçiliğe vardıran Barzani ve Talabaniler bir yana bırakılırsa, yazık ki Suriye’deki Kürt hareketi ve öteki Kürt partileri de umutlarını emperyalist güçler arasındaki nüfuz mücadelelerine ve bu mücadelenin bölgenin statükosunda yaratabileceği gelişmelere bağlamış görünüyorlar.Bu çerçevede daha çok ABD ile ilişki geliştirmekle birlikte Rusya ile ABD emperyalizmi arasında gidip geliyorlar. Onların kendi çıkarları için Kürtlerle kurdukları ilişkiden yararlanmak, ikisini bir arada idare etmek istiyorlar.Mevcut kazanımlarını daha da büyüterek kalıcılaştırmak için başka seçenekleri olmadığını düşünüyorlar. Bu yolla da yazık ki kendilerini bir açmazın içine sokmuş bulunuyorlar. Bölgedeki devrimci örgüt ve partilerin belirgin zayıflığı, Kürt sorunu karşısında devrimci görev ve sorumluluklarını yerine getirememeleri, bu açmazı derinleştiriyor.

ABD ve Rus emperyalizminin Kürtlere dost olacağı beklentisi boş bir hayaldir. Kürt halkının temel ulusal hakları ve yaşadıkları acılar emperyalistlerin zerrece umurunda değildir. ABD ve İsrail kendi kirli çıkarları peşindedir. Son örneği BAE ve Bahreyn olmak üzere hangi ülkeyi İsrail’le işbirliğine zorlayacağı, hangi stratejik mevzileri ve zenginlik kaynaklarını nasıl denetim altına alacağı ve İsrail’in güvenliğini nasıl koruyup güçlendireceğinin derdindedir. Rusya da bölgede kendi emperyalist çıkarları peşindedir. Dolayısıyla Kürt sorunu bu iki emperyalist gücün kendi aralarındaki çıkar çatışmasında sadece bir araçtır. Amaçlarına ulaştıkları her durumda Kürtleri arkadan hançerlemek onların değişmez tutumudur. Dolaysıyla Ortadoğu’da büyük emperyalist devletler arasındaki çıkar kavgasının bedelini her zaman Kürtler ödemektedir. Şimdi de olan budur. 

Kendi kirli çıkarları için Rojava’da Kürt hareketine dost ve müttefik pozlarına bürünen ABD, öte taraftan PKK’yi tasfiye etmek için Türk devletiyle işbirliği yapıyor.ABD Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu sorumlusu Joey Hood, “Irak Kürt Bölgesel Yönetimi, Irak merkezi hükümeti ve Türkiye, ABD’nin ve diğer koalisyon ülkelerinin danışmanlığı ve desteğiyle birlikte çalışma yürütebilir. Sincar gibi yerler, PKK da dahil düzensiz silahlı gruplardan temizlenebilir” derken, Irak’tan sorumlu dışişleri bakan yardımcısı David Copley, “Türkiye ve Irak’ın, PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığıyla ilgili sorunları çözmek için yakın bir işbirliği içinde çalışmasını istiyoruz” açıklamasını yapmaktadır.

Kürt sorunu devrimci çözümünü dayatıyor

Bütün gelişmeler, Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözümünün devrimden geçtiğine işaret etmektedir. Bu, bölge halkları, emekçileri ve işçi sınıfıyla kader birliği içinde, içte sömürgeciliğe ve kapitalist sisteme, dışarda ise emperyalist egemenliğe karşı mücadele demektir.

Sorunun elbette devrim dışında sınırlı çözümleri kategorik olarak reddedilemez. Kürt halkının kimi ulusal demokratik taleplerinin kazanılmasıyla sonuçlanacağı bu tür çözümler mümkündür ve desteklenmelidir.

Ancak bunun köklü ve kalıcı bir çözüm olamayacağı da somut deneyimler üzerinden bilinmektedir. Sorununsiyasal çözümle, sömürgeci devletlerle uzlaşmalar yoluyla, reformlarla, emperyalizmle işbirliği geliştirerek daha hızlı çözüleceği iddiası temelsizdir. On yılları bulan Güney Kürdistan örneği orta yerde durmaktadır. Emperyalistlerin denetiminde “barış” görüşmeleriyle sorunun çözüme kavuştuğuna ilişkin barış güvercinleri uçurtulan Filistin sorunu bir diğer örnektir. Uçurulan her barış güvercininin ardında Filistin halkının kanı daha fazla akıtılmış, acıları daha da katmerlenmiştir. Dolayısıyla sorunun devrimci çözümünde ısrar etmenin, iddia edildiği gibi, çözümünü belirsiz bir geleceğe ertelemekle alakası yoktur.

“Ezilen uluslar temel haklarına barışçıl yollarla kavuşamıyorlar. Ulusal sorunların özgürlüğe ve eşitliğe dayalı gerçek demokratik çözümü her zaman ancak devrimlerle olanaklı olabilmiştir. Ezilen uluslar ulusal kölelikten ya devrimlerle kurtuluyorlar, ya da büyük emperyalist savaşların ardından oluşan yeni güç dengeleri onlara burjuva ulusal bir devlet olmak olanağı sağlıyor. İlk duruma örnek, Rusya’da Ekim Devrimi ya da daha sonraki bir evrede Yugoslavya Devrimi’dir. İkinci duruma örnek, birinci emperyalist dünya savaşı sonrasında imparatorlukların çökmesiyle, Orta Avrupa’da, Balkanlar’da ve Ortadoğu’da bir dizi yeni ulusal devletin ortaya çıkışıdır.” (H. Fırat, Ortadoğu, Türkiye ve Kürt sorunu-III)