4 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-12

Yıkım politikalarına karşı örgütlü mücadele!
Libya’daki son gelişmeler ve Türkiye
Barolar yine iktidarın hedefinde
Salgın değil, asıl tehlike kapitalizm!
Bakanların şirketleri servetlerini katladı
Barış Atay’a saldırı ve devrimci sorumluluk
“Doğamızı ve tarihimizi kurtaralım”
Sosyal medya yine AKP iktidarının hedefinde
Yusufeli Barajı’nda yaşananlar…
Dardanel’de rekor büyüme
150 yılın aynasında devrim reform diyalektiği
ABD’de Cumhuriyetçi Parti kongresi
‘Mississippi Yanıyor’ ve ‘nefes alamıyorum’
Doğu Avrupa solu ve Belarus’taki gelişmeler
IG Metall’in önerisi ve gerçekler
Soluduğumuz zehirli hava: Kapitalizm
Dünyada eylem ve protestolar
“Gerçek yaşamda seyirci yoktur”
Proleter sanatın yorulmaz savaşçısı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Proleter sanatın yorulmaz
savaşçısı: Yılmaz Güney

 

Asıl ismi Yılmaz Pütün olan Yılmaz Güney, 1 Nisan 1937 yılında Adana’nın Yenice ilçesinde yoksul ve topraksız bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.

Daha ilkokul sıralarında iken ırgatlık yapmaktan simit satmaya, izlemesini de sevdiği sinema filmlerinin film bobinlerinin taşınmasına kadar birçok işte çalıştı. Yoksul ve emekçi bir aileden gelmesi, daha küçük yaşlarda görmüş olduğu sömürü ve ağır yaşam koşulları Yılmaz Pütün’ün Yılmaz Güney’e dönüşmesinde ve ezilen halkın sesine sanatı ile kulak vermesinde en önemli etkendi.

Hem okuyup hem çalışan Yılmaz Pütün, eşitsizliğe karşı düşüncelerini lise sıralarında yazılara dökmeye başlar. O yıllarda çıkarmış olduğu “Doruk” isimli dergide yazdığı “Üç bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” adlı öyküsü, “komünizm propagandası” yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılmasına ve 1,5 yıl hapis yatmasına ve sürgünlere gönderilmesine neden olur. Komünizmi ideolojik olarak bilmediği halde komünizm propagandası yüzünden davaların açılması ve tutuklanması Yılmaz Güney’i Marksizm ve Komünizm ideolojilerine ilgi ile bakmasının vesilesi olur. Düşüncüleri ve yazdığı yazılar yüzünden devletin sakıncalılar listesine girince, Pütün olan soyadını Güney olarak değiştirerek yazılarını ve yaşamını artık bu isimle sürdürmeye başlar.

1957 yılında Atıf Yılmaz ile tanışması Yılmaz Güney’in sinemaya daha fazla ilgi duymasına yol açar ve bu tanışma ile oyunculuk yaşamı başlar. İlk oyunculuk yıllarında oynadığı roller ve filmler kabadayılık üzerinedir. Fakat, 1968’li yıllardaki toplumsal mücadelenin gelişmesi ile Yılmaz Güney de toplumsal mücadeleye hem sanatsal hem de düşünsel yönden katkılarını sunar. Fikir ve görüşlerini yazdığı Güney dergisini de toplumsal mücadelenin gelişkin olduğu bu dönemde çıkarmaya başlar. Sadece oyunculuk ve yazar olarak mücadeleye katkı sunmaz. Bir devrimci dayanışma örneği olarak, Efraim Elrom’um öldürülmesi sonrasında dönemin öncülerinden olan ve sermaye devleti tarafından aranan Mahir Çayan’ı bizzat kendi evinde saklar. Sermaye devleti ise 1972 yılında Yılmaz Güney’e devrimcilere yardım ettiği gerekçesi ile 10 yıl hapis cezası verir. Yılmaz Güney 2 yıl hapis cezasını yattıktan sonra 1974 yılında çıkarılan af yasası ile tekrardan serbest kalmıştır. Serbest kalmasının ardından Adana’da bir savcıyı öldürdüğü gerekçesi ile 19 yıl hapis cezası ile tekrardan tutuklanır.

Yılmaz Güney’in 1976 yılında başlayan tutukluluk süreci, 1981 yılında izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Hapishanesi’nden kaçarak yurtdışına çıkması ile son bulur. Yurt dışında ise emekçilerin sesi olmayı daima sürdürür. Yurtdışında kaldığı süre içerisinde, 1976 yılında kaldığı hapishanelerin koşullarını ve hapishanedeki tutuklu bulunan çocukların yaşamını da anlatan Duvar adlı filmi çeker. Yılmaz Güney yurtdışına çıkmasından 3 yıl sonra, 9 Eylül 1984 yılında Türkiye hapishanelerinde yaşadığı kötü koşulların da etkisiyle mide kanseri yüzünden Paris’te yaşamını yitirir. Ezilenlerin sesi, proleter sanatın yorulmaz savaşçısı şimdi sömürüye karşı özgürlük mücadelesi vermiş komün direnişçilerinin yanı başında Père Lachaise’de mezarlığında yatmaktadır.

Baskılara, yasaklara, sürgünlere karşı vermiş olduğu mücadele ve onurlu duruşuyla Yılmaz Güney, toplumsal gerçekçilerin arasından en değerli yeri şimdiden almıştır. Büyük bedeller ödeyerek ürettiği eserler ise aradan geçen yıllara rağmen bizlere proleter kültürü ve sanatı aşılamaya devam etmektedir.

Proleter sanatın yorulmaz savaşçısı Yılmaz Güney mücadelemizde yaşayacak. Ölümünün 36. yılında Yılmaz Güney’in anısı önünde bir kez saygıyla eğiliyoruz…

K. Sönmez

 

 

 

 

 

Proleter sanatın yiğit emekçisi

 

Toplumsal mücadelenin hareketli olduğu dönemlerde sanat ve kültür her zaman toplumun etkisinde kalmıştır. Bu dönemler, kendi eserlerini vermesiyle beraber sanatçılarını da üretmiştir.

Halk kendi içerisinden yeni sanatçılar çıkarır, bu sanatçılar ise halkın sesi, soluğu olurlar. Yılmaz Güney de bunlardan biridir.

Yılmaz Güney, lise sıralarında edebiyata son derece meraklı bir genç olarak şiir ve öykü yazıyor, buna yönelik üretkenliği o yıllarda anlaşılır bir boyuta ulaşıyordu.

Dergi çıkarıyor, türlü edebiyat dergilerine öyküler gönderiyordu. Zamanla bu öyküler film senaryosu oldu, roman oldu.

Ürettikleri her ne kadar konudan konuya atlıyor gibi görünse de ana teması her zaman aynıydı; yoksulların açlık ve sefalet ile boğuşması, diğer taraftan asalak zümrenin yozlaşmış ilişkileri. Bu orantısız çelişki her zaman Yılmaz Güney’in kaleminde yer buluyordu.

Bunun da özel bir anlamı var; Yılmaz Güney her şeyden önce bir komünistti ve kaleminden çıkan her satır bununla bir anlam buluyordu.

Yazdığı öykülere, senaryolara ve romanlara bakıldığında bir eseri, diğer eserini tamamlayacak nitelikte sayılır. Öyle ki, birkaç eserinde ana karakterler kendi bilincini sorgulayarak kendilerine fener olmaya çalışırlar. Daha sonra fark edilir ki, bu bilinç toplumsal bir aidiyet ile kazanılır ve toplumla beraber yaşamın içinde olmak gerekir.

Yılmaz Güney, bu bilinci yansıtarak halkın görüşüne ayna tutmuş ve bu düzenin insanlarda yarattığı ağır tahribatları teşhir etmiştir.

Güney, elindeki kalemi biledikçe düşman da ona yönelik baskılarını arttırmıştır. Gözaltılar, davalar, tutuklamalar…  Elbette hiçbirinde yılgınlık göstermedi, mücadelesine devam etti Yılmaz Güney. Her yeni eserine yeni şeyler katarak, yarattığı değerlere sahip çıkarak…

Yılmaz Güney 9 Eylül 1984’te, sürgünde iken yaşamını yitirdi. Bedenen aramızda değilse de sanatçı komünist kimliğiyle ve yaşamın içinde var olan eserleriyle yaşadı, yaşayacak. Ölümünün 36. yılında onu saygıyla anıyoruz.

Esenyurt’tan bir Kızıl Bayrak okuru