4 Eylül 2020
Sayı: KB 2020/Özel-12

Yıkım politikalarına karşı örgütlü mücadele!
Libya’daki son gelişmeler ve Türkiye
Barolar yine iktidarın hedefinde
Salgın değil, asıl tehlike kapitalizm!
Bakanların şirketleri servetlerini katladı
Barış Atay’a saldırı ve devrimci sorumluluk
“Doğamızı ve tarihimizi kurtaralım”
Sosyal medya yine AKP iktidarının hedefinde
Yusufeli Barajı’nda yaşananlar…
Dardanel’de rekor büyüme
150 yılın aynasında devrim reform diyalektiği
ABD’de Cumhuriyetçi Parti kongresi
‘Mississippi Yanıyor’ ve ‘nefes alamıyorum’
Doğu Avrupa solu ve Belarus’taki gelişmeler
IG Metall’in önerisi ve gerçekler
Soluduğumuz zehirli hava: Kapitalizm
Dünyada eylem ve protestolar
“Gerçek yaşamda seyirci yoktur”
Proleter sanatın yorulmaz savaşçısı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Libya’daki son gelişmeler
ve Türkiye

A. Engin Yılmaz

 

Libya’nın petrolünü yağmalama yarışına katılan AKP-MHP iktidarı, 2011’den beri emperyalist efendilerinin hesabına ve elbette ki, kendi kirli çıkarları adına Libya’da yaratılan büyük yıkımın sorumlularından biri oldu. Başlangıçta “NATO’nun Libya’da ne işi var” diye çıkışan Erdoğan, bu lafların hemen ardından çark ederek İzmir’i NATO saldırısının karargahına dönüştürdü. Kaddafi’nin “Biz dostuz” yakarışları işe yaramadı, “sahada olmayan masada olamaz” çığırtkanlığı eşliğinde Libya’nın paramparça olmasında suç ortaklığı yaptılar.

AKP iktidarı, Libya‘da izlediği yayılmacı politikasını “Doğu Akdeniz’deki enerji savaşında Türkiye’ye karşı oynanan oyunu bozmak”ve “Mavi Vatan”ı savunmak diye gerekçelendiriyor. Kirli hedefleri gereği AKP, kukla Serrac hükümetinin, özellikle petrol yataklarının bulunduğu Sirte ve Cufra’ya egemen olmasını istiyor. Bunun için Suriye’deki cihatçı çeteleri, kendi askeri gücünü, SİHA ve savaş gemilerini Serrac yönetimi için seferber ediyor. Libya’da yazılan sahte kahramanlık destanını Türkiye’nin gündeminden düşürmüyor. 

"Müjde"yi gölgeleyen gelişmeler

Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz’deki gelişmelerden hareketle Türkiye’nin bölgede destanlar yazdığı palavraları, şoven-milliyetçi duyguları kışkırtma eşliğinde tavan yapmıştı. Bu koşullarda AKP şefi Erdoğan, Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi bulunduğunu ve 2023 yılına kadarbunu “milletin kullanımına” sunacağını “müjdeledi.” Sarayın Maliye Bakanı damat Berat Albayrak ise, “artık cari fazlayı ve döviz fazlasını konuşacağımız yeni bir dönem”in başladığı balonunu üfürerek Türkiye’nin “Lig‘e çıktığı” safsatasını piyasaya sürdü.

Fakat “müjde”den birkaç gün sonra cafcaflı sözler katı gerçeklerin sert duvarına toslayıp parçalandı. “Müjde”nin piyasaya sürüldüğü gün, Libya’da başka gelişmeler yaşandı. Doğalgaz müjdesi Türkiye halkına değil, yerli ve yabancı sermayeye verilmişti. Yanı sıra AKP, bu buluşu iç ve dış politikada bir araç olarak kullanmaya çalıştı. Dünyada pek alıcı bulmadı ama iç politikada dinci-şoven histeriyi kışkırtmanın aracı olarak kullanıldı. Ne var ki, Feyyaz el Serrac’ın Libya’da ateşkes ilan etmesi, T. Erdoğan’ın “müjdesi”ne esaslı bir “darbe” indirdi.  

Ateşkes koşulları arasında, Sirte ve Cufra kentlerinin silahsızlandırılmış bölge ilan edilmesi, 7 aydan fazladır askıda olan petrol üretiminin yeniden başlatılması, 2021’de seçimlerin yapılması ve yabancı güçler ile paralı savaşçıların ülke topraklarından ayrılması gibi konular var. Mısır, BM, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Arap Birliği, ABD, Fransa ve İtalya gibi krizin tarafı olan ülkeler ateşkesi destekleyip memnuniyetlerini dile getirirken, Ankara’daki işbirlikçiler ise ABD’nin yatıştırıcı telkinleriyle günlerce sessiz kaldılar.

Ateşkesin ardında bir gelişme daha yaşandı. Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) Başkanlık Konseyi Basın Ofisi, İçişleri Bakanı Fethi Başağa’nın (AKP’nin Trablus’taki bir numaralı Truva atının) “tedbir amaçlı” görevden alındığını ve hakkında idari soruşturma açılacağını duyurdu. AKP’nin her tür desteği sunduğu Serrac hükümeti, son haftalarda yaşam koşullarının ağırlaşmasına, elektrik-su kesintilerine, artan yolsuzluk-rüşvet skandallarına karşı patlak veren kitle eylemleriyle yüz yüze bulunuyor. Fethi Başağa’nın ise gösterileri istismar ettiği, darbe planladığı düşünülerek hakkında “...son günlerde Trablus’ta ve bazı diğer şehirlerde meydana gelen gösteriler ve ardından yaşanan olaylar hakkındaki beyanları... hususunda soruşturma açılmıştır.” açıklaması yapıldı.

Başağa’yı açığa alan Serrac, yerine yardımcısı Halid Ahmed el Ticani’yi getirdi ve bakanlıklarda da kimi değişikliklere gitti. Erdoğan AKP’si ateşkesi henüz sindirmemişken, bu defa da umut bağladığı suç ortaklarının birbirleriyle yaşadıkları anlaşmazlıkla yüz yüze kaldı.

Boyun eğen Türkiye

Tüm bu gelişmeler, AKP’nin büyük iddialarla önüne koyduğu yayılmacı hedeflerine ulaşabileceği hevesine ağır bir darbe oldu ve ona gücünün sınırlarını da gösterdi. Libya petrolünün yağmasından büyük bir pay almak, İhvancı iddeolojik hegemonyasını genişletmek ve Osmanlıcılık hayellerini süslemek için Libya’nın bir kısmı, mümkünse tümü üzerinde egemenlik kurmak, “küresel lider”in rüyasıydı. Dolayısıyla zengin petrol yataklarının bulunduğu Sirte ve Cufra’nın Serrac güçlerinin kontrolüne geçmesi için çırpınıp durdu. Zira Serrac’ın petrol yataklarını ele geçirerek hem yağmadan alınacak payı arttıracağı hem dengeleri değiştireceği varsayılıyordu. Bu hedefe ulaşabilmek için stratejik önemde olan Cufra üssünü ve petrol sevkiyatının yapıldığı Sirte limanlarını ele geçirmesi gerekiyordu.

Yayılmacı-işgalci histeriye kapılan AKP-MHP rejimi, askeri gücüne dayanarak bu hayellerini gerçekleştiremeyeceğini görmüş bulunuyor. Zira ateşkes maddelerinden biri olan “yabancı güçler ile paralı savaşçıların ülke topraklarından ayrılması” ile “Sirte ve Jufra kentlerinin silahsızlandırılmış bölge ilan edilmesi” saray rejiminin hayallerini darbelmiş görünüyor. Çünkü Türkiye, Libya’da en çok askeri güç bulunduran ülkelerin başında gelmektedir. On binlerce cihatçı da Türk ordusunun yedek gücü olarak kullanılıyor. Serrac güçleriyle yaptığı güvenlik anlaşması kapsamında da askeri varlığını üsler kurarak daha da güçlendirmek peşinde koşmaktadır. Dolayısıyla ateşkes maddelerinin uygulanması durumunda Türk serameye devleti Libya’da büyük bir açmazla karşı karşıya kalacak. İlan edilen ateşkesin yanı sıra, ortakların da birbirine girmiş olması, Ankara’daki işgalci rejimin plan ve hesapları bakımında arzulamadığı gelişmeler oldu. 

Önceki ateşkes çağrılarına burun kıvıran, olmasını ise bazı koşullara bağlayan AKP şefleri, Sirte ve Cufra’nın silahsızlandırılmış bölge olma önerisinin adil ve şeffaf şekilde uygulanması koşuluyla desteklenebileceğini belirttiler. Dışişleri Bakanı M. Çavuşoğlu ise Temmuz ayında yaptığı açıklamalarda, ateşkesin sağlanmasını Sirte ve Cufra’nın Trablus yönetimine devredilmesi koşuluyla kabul edeceklerini ilan etmişti. Zira Türkiye, Sirte ve Cufra alınmadan ateşkesin söz konusu bile omayacağını vaaz ediyordu. Libya’da ABD sayesinde ve onun çıkarları doğrultusunda belli mevziler tutan Türkiye, Serrac hükümetini kışkırtarak Sirte ve Cufra’nın ele geçirilmesi için dayattı. Libya’nın tamamında eğemenlik kurma hevesine kapılan Ankara’daki Amerikancılar, bu yolla ateşkes çağrılarını da sabote ediyordu.

Tüm bu uğursuz çabalar, Libya’daki savaşı şiddetlendirdi. Ancak yayılmacı hevesler teskin edilmeden Serrac hükümeti ateşkes ilan etti. Böylece Serrac, Sirte ve Cufra hedeflerinden ve Libya’nın tamamı üzerindeki hak iddiasından vazgeçti. Kuşkusuz bu, Türkiye’nin Serrac hükümeti üzerindeki ablukasının zayıflaması ve emperyalist efendilerine boyun eğmesi anlamına da geliyor. 

Libya’da ve bölgede çıkarları çatışan güçlerin yapısı ve kaypaklığı, ilan edilen ateşkesin uygulanmasının kolay olmayacağına işaret ediyor. Ateşkesten yaklaşık bir hafta sonra tarafların ileri sürdüğü iddalar bunu ayrıca gösteriyor. Hafter’in sözcüsü Ahmed el Mesmari, ateşkes anlaşmasını “medyaya yapılan bir pazarlama” olarak değerlendirdi ve “gerçek olan sahada yaşananlardır” dedi. Sirte’ye yönelik herhangi bir hareketlilik olması durumunda karşılık vereceklerini belirten Mismari, Türkiye’ye ait gemilerin ve fırkateynlerin bu bölgeye ilerlediğini gözlemlediklerini iddia etti. Mesmari, “Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) güçleri Sirte ve Cufra’daki birliklerimize saldırmak ve ardından petrol zengini bölgeye ilerlemek istiyor” dedi ve buradan gelecek bir adıma karşılık vereceklerini duyurdu.

İzlediği saldırgan ve yayılmacı politikalar nedeniyle bölgede yalnızlaşan Türkiye’nin, tüm afra tafralarına rağmen emperyalist efendilerinden bağımsız bir yol izleme şansı yoktur. Emperyalizmin, ABD ve NATO’nun şemsiyesi altına girmeden Türkiye’nin boyunu aşan işlere karışması düşünülemez. Zaten Libya’da kazandığı mevzileri de ABD’nin onayına borçludur ve orada efendileriyle işbirliği içindedir. Şimdi ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya’nın inisiyatifiyle varılan ateşkes üzerinde Libya’da yeni bir yapılanmaya gidildiğinin işaretleri veriliyor. Türkiye’nin oynayacağı Osmanlıcılık oyununun sınırları giderek daralıyor. 

Erdoğan AKP’si, fetihçilik ve yeni Osmanlıcılık hevesleriyle Libya, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Doğu Akdeniz’de “yedi düvele karşı savaştığı” palavrasını yayıyor ve “emperyalist oyunları bozduğunu” iddia ediyor. Oysa “vatan-millet” çığırtkanlığıyla yaptığı şey, bölgede emperyalizmin hizmetinde komşu ülkelere saldırmak, bazı bölgeleri işgal etmek ve petrolün yağmasından pay kapmaktır. Kendi bekası için ülkeyi uçuruma sürükleyen AKP-MHP rejimi, aynı zamanda Türk burjuvazisinin ve emperyalizmin çıkarları adına savaş kışkırtıcılığı yaparak Türkiye ve bölge halklarına ağır faturalar ödetiyor.