27 Temmuz 2018
Sayı: KB 2018/29

Haklarımız, geleceğimiz ve emeğimiz için mücadeleye!
Kriz bu kez Erdoğan’ı teğet geçmeyecek
Düzen muhalefetinin sefaleti
Büyük Birader’in gözü üzerimizde
“Sağlıkta dönüşüm programının şiddet olaylarını çok arttırdığını biliyoruz”
“Torba yasada sağlık çalışanlarına dönük düzenlemeler yetersiz”
“OHAL ve başkanlık emeğe zararlıdır!”
DEV TEKSTİL imzaları bakanlığa gönderdi
Fabrika direnişleri ve sınıf dayanışması
Kriz ve devrimci mücadelenin sorunları
Siyonist rejim histeri-açmaz ikileminde
“Beyaz Baretliler” siyonist İsrail’de
Macron’un Fransa’yı sürüklediği karanlık ve sınıf mücadelesi
Maduro hangi sularda kulaç atıyor?
Berlin’de öğrenci-çalışanların grevi üzerine…
Yaşamı, uğruna ölecek kadar çok sevenlere...
Sınıf mücadelesinin minyatür hali Mata!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Sağlıkta dönüşüm programının şiddet olaylarını çok arttırdığını biliyoruz”


Ankara Tabip Odası Başkanı Vedat Bulut ile son dönemde sağlık emekçilerini hedef alan şiddet ve saldırılar üzerine konuştuk.

- Son dönemde yaşanan sağlıkta şiddet olaylarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu sorun özellikle son birkaç hafta içerisinde birkaç saldırı peş peşe yaşanınca gündeme geldi. Normal olarak günde otuz kadar sağlıkta şiddet olgusu kayıtlara geçiyor. ATO olarak bizim de sağlıkta şiddet hattımız var. Biliyorsunuz Beyaz Kod uygulaması Sağlık Bakanlığı’nın sadece Beyaz Kod’a olan başvurularını içeriyor. Bu otuz şiddet olayı içinde fiziksel ve sözel şiddet var ama sanal şiddet yok. Örneğin sanal şiddeti sadece sosyal medya incelemelerinde doktorların hedef gösterilmesiyle görebiliyoruz. Bu şiddet olaylarında artış sadece sağlık alanında görülmüyor. Dikkat ederseniz Türkiye’de kadına ve çocuğa, diğer canlı türlerine yönelik şiddette de bir artış var. Bunun temel nedeninin biz örgün ve temel eğitimdeki sorunlardan kaynaklandığını düşünüyoruz. Ancak Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki uygulamaları da sağlıktaki şiddeti arttırıcı yönde düzenlemelerdir. Çünkü hekimlerin hastalarına ayırdıkları vakit çok azdır. Siz üç ila dört dakikada hekimin bir hastayı muayene etmesini isterseniz bu imkansız bir şeydir. Ancak Türkiye’de hekimlerden istenen budur. Bu uygulama Dünya Sağlık Örgütü’nün standartlarına göre reçetelemesi, muayenesi ve tetkikleriyle beraber 15 ile 20 dakikanın altında olmaması gerekiyor. Sorunun bir kaynağı hastalara çok az süre ayrılması olmakla birlikte bir diğer kaynağı da Türkiye’de acil servislerde kışkırtılmış bir tüketici talebi yaratılmasıdır. Acil servislere gelen hasta poliklinik katkı payı ödemiyor. Bu nedenle polikliniğe gitmek yerine kendi mesaisine uygun olacak şekilde acil olmasa bile acil servise gidiyor ve triajda (hastaların dağıtıldığı yer) hangi kliniğe gideceklerse bunun burada yürütülmesi ve işlemlerinin yapılması nedeniyle acil servislere bir yığılma oluyor. Herkes kendi hastasının acil olduğu kanaatinde olunca hekime baskı uyguluyor.

Bu sadece hekimleri de ilgilendirmiyor. Dikkat ederseniz tüm sağlık çalışanlarını ilgilendiren bir şiddet var ortada. Güvenlik görevlileri, hemşireler ve ebeler tüm servislerde bütün sağlık çalışanları şiddet olgusuyla karşı karşıya. Bu sadece hekimin başına geldiğinde medyada söz konusu oluyor. Ama tüm sağlık çalışanları bir şekilde şiddete maruz kalıyor. Bunlar fiziksel şiddete uğramadığı sürece çok da önem arzetmiyor ancak sözlü şiddetin ve tehdidin özellikle yaşamın tehdit edilmesi durumlarında hekimlerin ve sağlık çalışanlarının psikolojileri bozulduğu için diğer hastalarıyla da ilgilenmelerinde bir kısır döngü yaratılıyor. Örnek verecek olursak, Urfa’da şiddete uğrayan hekim üç gün görevinden geri çekildi, yoğun bakımda yattı ve sonra tedavisi normal klinikte sürdü ve taburcu edildi. Bu dönem içerisinde onun ilgilenemediği hastalar diğer doktorların üzerine bir yük oluyor. Bu durum, şiddeti uygulayanların aslında kendilerine sağlık sunanları tam olarak algılayamadığı manasına geliyor. Kendileri hak arayışında olduklarını söyleseler de aslında diğer hastaların haklarına ön yargılı şekilde müdahale etmiş oluyorlar. Sağlık Bakanlığı’nın sağlıkta dönüşüm programı ile şiddet olaylarını çok arttırdığını biliyoruz. Söylemler de burada çok önemli. Örneğin son dönemde “süper doktorlara süper maaş” diye bir şeyi gündeme getirdiler. Süper doktorlara 200 bin lira maaş ödeyecekleri söylemi kamuoyunda sanki bütün doktorlar 200 bin lira alacakmış gibi bir algı yaratıyor. Bu beklentiyi de arttırıyor, yani kapitalist sistemin neo-liberal dönüşümü doktorlardan hastaların beklentisini de arttırıyor. Bu beklentiyi karşılayamayınca gerek süre olarak, gerek muayene olarak, gerekse hastane koşulları olarak şiddet olgusu artıyor.

- AKP iktidarının bu sorunu çözmek için gündeme getirdiği önlemler yaşanan soruna bir çözüm üretebilir mi?

Bir çözüm üretemeyecektir. Yeterince bir çözüm üretmeyecektir çünkü Beyaz Kod uygulaması eskiden beri vardı. Sağlıkta şiddet yasasının meclise getirilerek onaylanmasını bekliyoruz. Türk Tabipleri Birliği bir sağlıkta şiddet yasa tasarısını öneri olarak meclise verdi, ilgili komisyon üyesi milletvekillerine gönderdi. Oradan beklentimiz sağlıkta şiddet yasasının çıkarılmasıdır. Ancak ağır ceza uygulamalarının da tam bir çözüm olmayacağı konusunda düşüncelerimiz vardır. Beyaz Kod eskiden beri uygulanıyor ama bunun karşısında bir de SABİM hattı var. SABİM de bir şiddet olayına dönüştü. Pek çok hekimi meşgul eden bir uygulama. Diğer sağlık çalışanlarını da meşgul eden bir uygulama. Gereksiz şikayetler nedeniyle, ki bunun oranının yüzde yetmişin üstünde olduğunu biliyoruz. Hekimler soruşturmalara cevap yazmaktan yine işlerini aksatıyorlar. Bu da yine hastaya ayırdıkları vakitte kısıtlamaya neden oluyor, yine şiddet olgusunu doğuruyor. Bu nedenle sistemin genel bir resminin çizilmesi ve toplamda genel bir çözümün üretilmesi lazım. Bu konuda da önerilerimiz vardır.

- Yaşanan şiddet olayları polisiye bir vakaymış gibi ele alınıyor. Bu sorunun çözümü için acil servislere polis konuşlandırmak sizce sorunun çözümüne hizmet edecek bir uygulamama mı?

Hayır, çünkü Türkiye’de kişi başına yıllık poliklinik başvuru sayısı sekizdir. Yani 80 milyonluk nüfusumuzda 640 milyon civarında poliklinik başvurusu vardır. Bütün acil servislere ve polikliniklere polis yığmak burada tedbir olarak düşünülemez. Bizim bu konudaki çözüm önerilerimiz çok daha farklıdır. Yaygın eğitim müesseselerinin çok daha iyi çalışması lazım, RTÜK’e çok önemli görevler düşüyor. Televizyonda, radyoda şiddet programları var, şiddet söylemleri var. Düşünün Kurtlar Vadisi’yle büyüyen bir nesil var. Şimdiki nesiller de Ertuğrul Gazi dizileriyle büyütülmeye devam ediliyor. Bu durum kesici aletlere ve silahlara olan düşkünlüğü arttırıyor toplum ve gençler arasında. Şiddet olgusunun çözümünde özellikle televizyonlara, basın kuruluşlarına ve eğitim kurumlarına çok önemli bir görev düşüyor. Eğitim kurumları içinde daha ilk öğretimden başlayarak iyi bir sosyal algı yaratılması lazım. Bu nedenle de yaygın ve temel eğitimin önemli olduğunu düşünüyorum.

- AKP iktidarının gündeme getirdiği sağlıkta dönüşüm programının yaşanan şiddet olaylarına etkisi nedir?

Bu konuya kısaca değinmiştik. Şimdi biraz daha açalım. Dünya Sağlık Örgütü’nün hasta başına ayrılması gereken süre konusundaki uyarılar 15 ile 20 dakikadır. Eğer siz dijital rakamlarla bir doktoru 80 ya da 100 hastaya bakmaya mecbur ederseniz ve bunun altına düştüğünde Baş Hekimlik olarak sorgulama veya soruşturma yürütürseniz hekimlerin bir hastaya ayıracağı vakit üç ya da dört dakikaya iner. Elbette ki bizim mesleğimizin ritüelleri vardır. Bu ritüel hastaya dokunmak, görmek, dinlemek gibi muayenelerdir. Daha sonrasında eğer teşhis konulamamışsa laboratuvar ve görüntüleme devreye girer. Bu ritüeli göremeyen hasta bir tepki duyuyor. Yani doktorun kendisini muayene etmediğini düşünüyor, haklıdır da. Özellikle belli polikliniklerde kulak, burun, boğaz, göz hastalıkları gibi polikliniklerde aşırı yığılma oluyor veya yaz dönemlerinde enfeksiyon hastalıkları kliniklerinde. Bu durum yeterince muayene edilmemeye bağlı bir tepkiye dönüşüyor. Sağlıkta dönüşümün bir sonucu buydu. Çünkü nitelikli sağlık hizmetinden ziyade niceliğe bağlı sağlık hizmetini önemsiyor bu sistem. Baktığınız hasta başına ya da yaptığınız işlem başına ödeme gibi bir uygulama sağlıkta kabul edilebilir bir davranış değildir. Çünkü çok uzun bir vakit ayırabileceğiniz, belki tek işlem yapabildiğiniz hastalar olacaktır. Yaşam kurtarıcı müdahale yapacaksınız. Bu durumda hastalıkların triajlarında da sorunlar yaratılacaktır. Hatırlanacak olursa sezeryanlar bir dönem Türkiye’de arttı çünkü normal doğuma göre sezeryanla daha üstün performans sağlanıyordu. Daha sonra ampirik yöntemle bu hataları görerek yeni düzenlemer yaptılar ve belli kıstaslar getirdiler. Bunların hepsi bir çerçevede ele alındığında şiddeti doğuran olgulardır. Çünkü insanların beklentileri vardır. Neo-liberal sistem kışkırtılmış bir tüketici talebi yarattı. İnsanlarımız da geldiklerinde her şeyi yaptırmak istiyorlar. Örneğin MR, tomografi hatta kendi teşhislerini televizyondan duydukları, radyolardan işittikleri birtakım kirletilmiş bilgiyi alarak ilaç önerileriyle geliyorlar. Hatta rapor istiyorlar. Hatta şu ilaçlar bize iyi geliyor diyorlar. Hekim bunu karşılayamaz, çünkü hekim kanıta dayalı tıp eğitiminin içerisinden geliyor. Hangi reçeteyi hangi hastalığa vereceğinin eğitimini almış durumdadır. Hastasıyla ilgilendiği zaman hastasının beklentisini karşılamıyor. Sağlıkta performans nitelikli sağlık hizmetini vermek zorunda. Buna doğru dönüşmek zorunda ama şu anda öyle değil. Neo-liberal dönüşüm ve sağlıkta performans tüm sağlık çalışanlarını tehdit eden bir sistem. Burada düzenlemelerin yapılması gerekmekte. Hekimlerin hastalarına yeterince vakit ayırmasını sağlamak gerekiyor. Poliklinik hizmetlerini ve acildeki hizmetleri ayrı bir genelgeyle düzenlemek gerekiyor. Böylece acil servislere başvuru sayısını kısıtlamak gerekiyor.

Bizim kamucu bir sağlık bakışımız var. Sağlık hizmetinin nitelikli ve parasız olması gerektiğini düşünüyoruz. Genel sağlık sigortası içerisinde her vatandaşın ücretinin devlet tarafından karşılanması gerekiyor. Bu durumda vatandaş poliklinikte de ücret ödemeyeceği için acil servislere yığılmaz. Bu gibi önerileri çoğaltabiliriz, sağlıkta performansla ve dönüşümle ilgili pek çok önerimiz olabilir. Genel resmi görürlerse düzenlemeler birbiri ile bağlantılı olarak çok daha iyi geliştirilebilir. Sağlık bakanlığına bu konuyla ilgili önerilerimiz oldu.

- Sizce sağlıkta şiddet sorununun çözülmesi için ne yapılması gerekmektedir?

Bununla ilgili biz pek çok söylemde bulunduk ben kısaca özetleyeyim. Birincisi sağlıkta şiddet yasa tasarısı meclise verildi Türk Tabipleri Birliği tarafından. Bunun hızla komisyonda görüşülerek yasalaştırılması gerekmektedir. İkincisi, nitelikli sağlık hizmetini öncelemek ve sağlıkta performans ve dönüşüm gibi batıda dahi iflas etmiş sistemleri Türkiye’ye ithal etmeyi bırakmak gerekiyor. Üçüncüsü, daha önce ifade ettiğim gibi örgün ve yaygın eğitimle program geliştirilmesi gerekiyor. Çünkü görüyoruz ki sadece sağlık alanında değil kadına şiddet artıyor, çocuğa şiddet artıyor ve ötekileştirilen diğer toplum kesimlerine karşı şiddet artıyor. Protesto gösterisi yapan, demokratik haklarını kullanan insanlara polisin orantısız şiddeti de buna dahildir. Bu algılama ile alakalı bir şeydir. Karşı taraftaki insanı şiddet uygulayabilecek bir obje olarak görmekten vazgeçirecek tek bir çözüm vardır. O da eğitim sisteminin iyileştirilmesidir. İnsana saygının, insana hoşgörünün geliştirilmesidir. Bunda örgün eğitime ayrı roller düşer ki, Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretimden başlayarak eğitimi düzenlemek zorundadır. Ama basına da çok büyük bir rol düşüyor. Hem sağlıkta haber kirliliğinin ortadan kaldırılması hem de şiddeti önlemek için RTÜK tarafından şiddet içeren dizilerin ve filmlerin azaltılması lazım.

- Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sağlıkta şiddet yasasının çıkarılması bizim en önemli 2018 yılı taleplerimizden biriydi. 14 Mart Tıp Bayramı’nda bunu vurgulamıştık. TTB’nin meclise gönderdiği sağlıkta şiddet yasa tasarısının onaylanması önemli bir basamak olacaktır. En azından bugünkü talepleri karşılar. Ama geriye kalan kısmı milli eğitim bakanlığına aittir, televizyona aittir, RTÜK’e aittir. Her kurum görevini bu konuda yaparsa sorunun çözümü noktasında başarıya ulaşılır.

Kızıl Bayrak / Ankara

 

 

 

 

Sağlık emekçilerine yönelik şiddet durmuyor

 

Sağlıkta yıkım politikalarının sonucu olarak sağlık emekçilerinin maruz kaldığı saldırılar durmuyor.

İstanbul Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde bir kişi kadın doktora saldırdı. Hastanenin çocuk bölümünde, kadın doktor bir çocuğu muayene ettiği sırada, bir kişi çocuğunun hasta olduğunu söyleyip içeri girdi. Kadın doktor, muayenesi bitince şahsın çocuğuyla ilgileneceğini söyleyince, şahıs doktoru tehdit etti ve tekmeyle saldırdı.

“Kafasına sıkacaksın bunların” şeklinde bağıran saldırgan, 5 güvenlik görevlisi ve bir polis tarafından kelepçelenediği sırada “O doktoru öldüreceğim” diye bağırdı.

Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ise bir hasta durumu kötüleşince yoğun bakıma kaldırıldı. Burada yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı. Ölüm haberini alan hasta yakını servisin otomatik kapısını ve kapının yanındaki telefonu kırdı.

Birisi hamile dört doktora hakaret eden hasta yakını, doktorlara saldırmaya çalışırken araya giren iki güvenlik görevlisini de darp etti.

Ankara İl Sağlık Müdürlüğü’nde 112 Acil ekibi sorumlusu olarak görev yapan Doktor Yusuf Bal, 22 Temmuz’da bir vakaya müdahale sırasında hasta yakınlarının saldırısına uğradı. Darp edilen Bal, kafa travması geçirdi.

 

 

 

 

Marmara’daki hapishanelerde işkence ve hak ihlalleri arttı”

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu Marmara Bölgesi Hapishaneleri 6 aylık hak ihlali raporunu 24 Temmu’da yaptığı basın toplantısında açıkladı.

Dernek binasında yapılan toplantıda raporu Hatice Onaran okudu.

2018 Ocak ayından Haziran ayına kadar geçen süreci içeren raporun Marmara Bölgesi dışından gelen başvuruları da kapsadığı belirtilerek İzmir, Elazığ, Rize, Antalya, Antep, Kayseri gibi kentlerdeki hapishanelerde yaşanan ihlal ve işkencelerin de raporda yer aldığı belirtildi.

Son 6 ay içinde hapishanelerde baskı, dayatma ve işkencenin belirgin biçimde arttığı vurgulanarak şu bilgiler sıralandı: “Bunun yanında ayakta sayım dayatması, ters kelepçe uygulaması, sayım ve telefon görüşmelerinde tekmil ve askeri nizam dayatması, karşıt görüşlü mahpusların aynı ring aracıyla hastane ve mahkemeye götürülmesi, çıplak aramaya zorlanma, sürgün sevk yine bazı hapishanelerde mahpusların özel alanlarını da görecek biçimde kameraların konulması, bazı hapishanelerde havalandırmaların üzerlerinin tel kafesle kapatılması, yine aşırı doluluk nedeniyle birçok hapishanede örneğin Tarsus Hapishanesinde 9 kişilik odalarda 22 kişinin kalmak zorunda bırakılması ve mahpusların yerlere yatak koyarak yerde yatmak zorunda bırakılmaları…”

Sağlı hakkına erişimin engellenmesinin de fazlasıyla arttığına dikkat çekilen raporda hastane sevkleri ve muayenelerin tam bir işkenceye çevrildiği ve çoğu zaman tutsakların zamanında tedaviye götürülmedikleri belirtildi. “Örneğin, hastaneye sevklerde ambulans yerine ring aracının kullanılması Bandıma Hapishanesi’ndeki Murat Saat’in yaşamını yitirmesine neden olmuştur” denildi.

Hapishanelerde iletişim hakkının da gerek disiplin cezalarıyla, gerekse keyfi bir şekilde engellendiği belirtilerek; “Biliyoruz ki hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri dışarıda yükselteceğimiz sesle engellenir. Hazırladığımız rapor, esasında duyarlı herkese çağrımızdır” denilerek basın toplantısı sonlandırıldı.